Tebliğ herkese farz mıdır?

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

İslam’da Tebliğ Nedir, Tebliğin Esasları Nedir? Tebliğ Farz Mıdır?

Islamda Teblig Nedir Tebligin Esaslari Nedir Teblig Farz Midir

Tebliğ görevi her Müslumana farz

DAVET ve TEBLİĞ FARZ-I AYIN MIDIR, FARZ-I KİFAYE MİDİR?

Tebliğ Nedir: “Tebliğ” fiili, “be-leğa” kökünden gelir ve “tef’il” babında mastar halindedir. Bu terim, İslam’ın temel prensiplerinden biri olan dini bilgileri paylaşma, insanlara İslam’ın öğretilerini ulaştırma ve dinin yayılmasına katkıda bulunma anlamına gelir. Tebliğ, dini bilginin ve mesajların yayılmasını amaçlar ve bu eylemi gerçekleştiren kişiye “mütebliğ” denir.

İslâm güneşi doğup dünyayı aydınlatmaya başladığı andan itibaren, davet ve tebliğ de, inananlar tarafından yapılmaya başlanmıştır. Aslında mü’minlerin fıtratı, doğruluk ve adalete verdikleri önem, savaştaki insanî davranışlar ile ticaret başta olmak üzere, ahlâkî ve diğer beşeri ilişkilerdeki olumlu gelişmeler İslâm’ın davet ve tebliğini daha da kolaylaştırmıştır. Bu hizmet, Asr-ı Saadet, dört halife ve daha sonraki dönemlerde de artarak devam etti. Hatta öyle ki İslâm’a girenler çoğalınca, devletin mali işlerinden sorumlu bazı kişiler, haraç ve cizye gelirlerinin azalmasıyla hazinenin boşalacağından endişe ederek, müslüman olanlardan cizyenin kaldırılmaması fikri ileri sürülmeye başlandı. Fakat Ömer bin Abdulaziz bu düşünceye karşı çıktı ve şöyle dedi: “Allah, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i hidayetçi olarak gönderdi, cizye toplayıcı olarak göndermedi. ” Böylece İslâm sürekli gelişti. Organize ve yol gösterici bir tebliğ ile her tarafa yayıldı.

Tebliğin, fert ve toplum açısından farz-ı ayın mı, yoksa farz-ı kifaye mi olduğu hususunda mezhepler veya fertler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu konuda tespit edebildiğimiz ayrıntıları vermeye çalışacağız:

1- Mu’tezile ve Tebliğ: Bilindiği gibi emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker, Mu’tezile’nin beş temel ilkesinden biridir. Diğer dört prensibi de: tevhid, adalet, va’d ve vaid’dir. Mu’tezile mensupları emr-i bil ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’in vacip olduğu görüşündedir. Zira iyiliğin veya kötülüğün tebliğ edilmemesi hâlinde büyük günah işlenmiş olur. Büyük günah işleyenler de fasık sayılır ve iman ile küfür arasında yer alır.

Böylece Mu’tezile mensupları iyiliği tebliğ etme ve kötülükten alıkoyma hususundaki Allah’in emrini yerine getirmenin gereğine inanmışlardır. İslâmî daveti yapmak, risâleti tebliğ görevini yerine getirmek, sapıtmışlara doğru yolu göstermek ve onları irşat etmek. müslümanların görevidir. Herkes gücü nispetinde bu göreve katil malıdır. Hitabeti olan, konuşmasıyla; iyi yazabilen, kalemiyle; maddi durumu olan, malıyla dinde fitne çıkmasını önlemek ve davet eden le edilen arasındaki engelleri ortadan kaldırmak için gayret göstermek zorundadır İnsanlar, iyi ile kötüyü birbirinden ayırdıktan sonra, İslâm’a uyup uymamakta serbesttir. Hak yolu tercih eden yararını, batılı tercih eden de zararını görecektir. Allah, kullarına asla zulmetmez.

2- İmam-ı Maturidi’ye göre, emrin ve nehyin delili, emredeni ve nehyedeni bilmektir. Çünkü Allah, canlılar arasından insanlara bu hususu bilmesini has kildi ki, bunu ihmal etmeleri doğru değildir. Tipkı kendisinde yarar bulunan bir şeyin ihmal edilmesi doğru olma diği gibi, her güzel olan şey, aklen güzel ve her çirkin olan da aklen çirkindir. Sonra fiilde çirkini işlemek çirkin olur, güzel iş de güzel bir fiil olur. Bunun için kendisinde emir ve nehiy olan yerde emrin ve nehyin bulunması lâzım gelir.

İmam-ı Maturidi’ye göre, her insan Allah’in emirlerini iyiyi iyi, kötüyü de kötü olarak, tebliğ ile mükelleftir. Ancak daha sonra bu mükellefiyet değişkenlik arz eder. Örneğin kötülüklerin önlenmesi için toplumda isyan çıkarmak caiz değildir. Fitneye götürecek her tutum ve davranıştan sakınmalıdır. Emredilen şeye göre, hüküm değişir. Emredilen iş vacip ise o da vacip olur. Mendup ise, o da mendup olur.

3- Tasavvuf ehli de İslâm’a davetin zaruretine inanmıştır. Çünkü ilk mutasavvıfların dayandığı iki önemli kaynak vardı. Birincisi, dünya ile fazlaca meşgul olmayıp kendilerini ibadete vermeleriydi. Bunun başlangıcı Asr-i Saadete kadar dayanır. İkincisi de Sahabe-i Kiram başta olmak üzere, ilk müslümanlarla Kur’ân ve sünnetten mülhem İslâmi ahlâk ile vasıflanmış olmalarıdır. Tasavvuf mensubu, tarih boyunca İslâmî davet ve tebliği üstlenmiştir. Bunlar her zaman geniş halk kitleleriyle iç içe yaşamış lardı, böylece içinde bulundukları topluma yön veren tasavvuf ehli başında; Abdu’l-Kadir Geylani (470/1077-561/1166), Ebû Hasan Şazeli:(öl:656/1258), ibn Ataullah İskenderi (öl:309/921). Cüneyd Bağdadi:(öl:297/908) gibi büyük zatlar gelmektedirler.

4- İmam-ı Şafii, (öl:204) şu ayeti delil göstererek davet ve tebliğin hüküm yönünden farz olduğu kanaatine varmıştır. “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. ” Fakat bu ayetten anlaşılması gereken husus: davet ve tebliğin zaruri olduğu ortaya çıksa bile onun usulüne uygun ve ehli tarafından yapılması gerektiği hususu da unutulmamasıdır. Çünkü davet ve tebliğ herkese farz olsaydı, yaşlı ve hastaların da bu konuda sorumlu olmaları gerekirdi. Diğer yandan Kur’ân ve sünnet başta olmak üzere, dini konuda ilmî seviyesi yeterli olmayan çok insan vardır. Bunların davet ve tebliğde bulunmaları, fayda yerine zarar getirir. O hâlde mazur olanların davet ve tebliğden muaf olmaları gerekir. Çünkü Allah, onları güçlerinin yetmediği şeylerle sorumlu tutmaz. “Allah, her şahsa, ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler.”

5- İmam-ı Suyuti (öl. 911)’de, “Bu ayetin işaret ettiği husus; Allah’a davet ve tebliğin farz-ı kifaye olduğu şeklindedir. Bazılarının bu görevi yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olacağı görüşünü benimsemiştir.

6- Ayni (öl:855), Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Veda hutbesinde tebliğ hakkında ashabına: “Burada hazır bulunanlarınız bulunmayanlara tebliğ etsin.” şeklindeki hadisin hükmü üzerinde açıklamada bulunurken şöyle söylemektedir: “Âlimlere; Hz. Muhammed (s.a.s.)’in getirdiği emirlerden duyduklarını tebliğ etmeleri vaciptir. Biri bu emri yerine getirirse, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.)’e yeni bir vahiy nazil olunca onu başkalarına ulaştırmak için bütün insanları değil, sadece bu işi yapabilecek kimseleri görevlendirmişlerdir. O hâlde tebliğ farz-ı kifayedir. Fakat tebliğ edilen ilâhî hükümlere kulak verip boyun eğmek farz-ı ayndır. ”

7- İbn-i Teymiyye (öl.728/1328) ise tebliğin farz olduğu görüşün dedir. “Allah’ın emirlerini tebliğ etmek dini bir görevdir. Çünkü gerçek hidayet bu görevin yerine getirilmesiyle sağlanır. Müslüman davet ve tebliğ hususunda dikkatli davranırsa, başkasının sapması veya saptırmaya çalışması ona zarar vermez.

Sonuç olarak davet ve tebliğ konusunda şunlar söylenebilir:

Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ etmek her yerde ve her devirde zaruri bir görevdir. Bu görevi icra makamında bulunan âlimlerin, yetkililerin ve sorumluların ihmal ve gafleti yolundaki mazeretleri kabul edilemez. Tebliğ uygun zaman ve mekân tespiti yapılarak hâl ve gidişata göre yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Hükmü, insanın gücü ve konumuna göre değişir. Ancak herkes, farzlarla ilgili hükümleri bilmek ve öğrenmek zorundadır. Nasıl iman edilir? Nasıl namaz kılınır? Nasıl oruç tutulur? gibi farzlarla ilgili bir durum söz konusu olunca bunları bilmemesi hususunda ileri süreceği mazeret geçerli değildir. Fakat miras, ziraat, adalet, tip, hukuk, astronomi vs. ilimleri bilmek ve öğretmek farz-ı kifayedir. Bazılarının bu ilimlerle meşgul olmaları diğerlerini sorumluluktan kurtarır.

BENZER KONULAR:

Answer ( 1 )

    1
    2024-01-28T15:39:00+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Tebliğ, İslam’ın temel esaslarından biridir. Allah’ın emri olan tebliğ, İslam dininin doğrusunu ve güzelliğini insanlara anlatmak demektir. Tebliğ, sadece peygamberlerin değil, tüm Müslümanların görevidir.

    İslam alimleri, tebliğin farziyeti konusunda farklı görüşlere sahiptir. Hanefi, Maliki ve Şafii mezheplerine göre, tebliğ farz-ı kifaidir. Yani, bir toplumda tebliğ görevi yerine getiriliyorsa, diğer Müslümanların tebliğ yapması gerekmez. Ancak, bir toplumda tebliğ yapılmamışsa, o toplumdaki tüm Müslümanlar tebliğ görevini yerine getirmekle yükümlüdür.

    Hanbeli mezhebine göre ise, tebliğ farz-ı ayndır. Yani, her Müslümanın tebliğ yapması gerekir. Bu görüş, tebliğin önemini vurgulamak için ileri sürülmüştür.

    Tebliğ görevinin farziyetine dair ayet ve hadisler bulunmaktadır. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

    “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne iman edin ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Enfal Suresi, 60)

    “De ki: ‘Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’ın elçisiyim.'” (A’raf Suresi, 158)

    “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur.” (Maide Suresi, 67)

    Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere, tebliğ, Allah’ın bir emridir ve tüm Müslümanların yerine getirmesi gereken bir görevdir.

    Tebliğ görevinin yerine getirilmesinde farklı yöntemler kullanılabilir. Örneğin, insanlarla yüz yüze konuşmak, yazı yazmak, konuşmalar yapmak, internet ve sosyal medyayı kullanmak gibi yöntemler tebliğ için kullanılabilir.

    Tebliğ görevini yerine getirirken, İslam’ın güzelliklerini ve doğrusunu insanlara anlatmaya çalışmak gerekir. Tebliğ yaparken, insanlara baskı yapmak veya zorlamak doğru değildir.

    En iyi cevap

Cevapla