Kader ve kazaya iman ne demek

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

KADER’E VE KAZA’YA İMAN

Kader ve kazaya iman ne demek

Kader ve kazaya iman ne anlama gelir örneklerle…

“Biz her şeyi bir kaderle yarattık.” (Kamer, 49)

İslam’ın iman esaslarından biri de “Kader’e ve Kaza’ya inanmak“tır. Allah’ın kaderine ve kazasına iman etmek, bir bakıma, Hak Teala’nın ilim sıfatına, irade sıfatına ve tekvin sıfatına iman etmek demektir.

İlmi her şeyi kuşatmış olan Allah, varlıkların hayat macerasını bütün ayrıntılarıyla bilmiştir. Hiç bir şey onun ilim sıfatından gizlenemeyeceği için, insanın geleceği de onun yüce bilgisinde doğru olarak vardır.

Allah’ın şaşmaz ve yanılmaz ilminin sonradan meydana gelmesi de Tekvin sıfatıyla ilgilidir. Allah’ın sıfatlarını incelerken Tekvin sıfatının “yaratmak” anlamı na geldiğini görmüştük.

Allah’ın varlığına ve birliğine, onun üstünlük ifade eden yüce sıfatlara sahip ve eksik sıfatlardan beri olduğuna inananlar, kadere ve kazaya da inanırlar. Çünkü sonsuz kudret sahibi bir Allah’a inanan insan, O’nun bildirdiklerine de inanacaktır.

Kaderin Tarifi

Kelime olarak kader, bir şeyin sınırı ve ölçüsü demektir. Yani kader, bir şeyin “ne kadar olduğu”nu bildirir. Yeryüzündeki ve gökyüzündeki bütün varlıklar, bir ölçü ve sınıra bağlıdırlar. Hepsi ilâhi ölçüye göredir. Hiç bir şey Allah’ın koyduğu O’nun belirttiği ölçüyü bozamaz. siniri aşamaz,

İnsanlar olsun, diğer canlılar olsun, cansız varlıklar olsun, bütün bunlar Allah’ın kaderine tâbidirler. Ve o kader çemberinin dışına çıkamazlar.

Buna bir örnek verelim:

Bir incir çekirdeği düşünün, ona öyle bir sınır çizilmiştir ki, ondan sadece bir incir ağacı meydana gelir. Üzerinde ne kadar değişiklik yapılırsa yapılsın, bir incir çekirdeğinden zeytin ağacı, ya da nar ağacı mey dana gelemez. Çünkü Allah incir çekirdeğinin içine, in cir ağacı olma kabiliyeti vermiştir. O çekirdeğin nasıl bir incir ağacı olacağı, her yıl ne kadar ürün vereceği, kaç yıl yaşayacağı hep belirlenmiştir. Her yıl ne kadar yaprak açacağı, ne kadar çiçek vereceği ve bunlardan ne kadarının incir olacağı Allah’ın kaderinde yazılıdır.

İşte incir çekirdeğinin bu macerasının Allah katin da belirlenmiş olması, onun kaderidir. Ve bütün çekirdekler, bütün tohumlar, ilahi ölçüye uygun olarak gelişip serpilirler.

Evet kader, kâinatı, kâinatın düzenini ve kâinatta ki varlıkları idare eden ilahi bir kanun, ilahi bir ölçü dür. Suların akıcılığı, kuşların uçması, ateşin yakması, balıkların denizde yaşaması ve yüzmesi… bütün bu özellikler ilahi kaderin kendilerine verdiği ölçüyle gerçekleşmektedir. Ve Allah dilemeseydi kuşlar uçamazdı, ateşler yakamazdı. Ateşin Hz. Ibrahim’i yakamadığını, bıçağın çocuk İsmil’i kesemediğini hatırla yalım.

Şimdi de kaderi bir cümle ile tarif edelim:

“Allah Teala’nın; ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanlarını, mekânlarını, bütün ayrıntılarını ve özelliklerini bilmesine ve bunları dilediği gibi sınırlandırmasına Kader denir.”

Tariften de anlaşılacağı gibi, kader, Allah’ın ilim ve irade sıfatlarıyla ilgilidir. Çünkü Allah’ın kaderinde “bilmek” ve “dilediği biçimde sınırlamak” söz konusu dur. Bu ise, ilim ve irade sıfatlarının gereğidir. Ve kadere inanmak, Allah’ın bu sıfatlarına inanmak demektir.

Kaza’nın Tarifi

Kader ‘de Allah’ın kuşatıcı ilmiyle her şeyi bilmesi, dilemesiyle sınırlaması ve bir ölçü koyması vardır. Her varlığa bir özellik vermesi vardır. Arıların bal yapmaları kendi kaderlerinin özelliğidir.

Kaza ise, Allah’ın yüksek bilgisinin ve dileğinin varlık sahnesine çıkmasıdır. Allah’ın ilminde olan kaderin fiil olarak meydana gelmesidir. Yani kader bir ta sarıysa, kaza da o tasarının gerçekleşmesidir. Kader ilâ hi ilimdeki plân ve program, kaza ise o plânın uygulanmasıdır.

Kader de bilme, dileme ve sınırlandırma, Kaza’da ortaya çıkarma ve yaratma söz konusudur.

Kader’e ve kaza’ya bir örnek vererek konuya açıklık kazandırmaya çalışalım:

Erzincan depreminde bütün şehir yerle bir olmuş, yaşanacak tek bina kalmamıştır. Binlerce insanın evi yıkılmıştır. Bu insanlar için yeni bir şehir yapmak gerekmiştir. Bu iş için mühendisler, mimarlar ve teknisyen ler bir araya gelmişler, kurulacak şehrin plânını ve programını çizmişlerdir. Evleri, evlerin bahçelerini, sokaklarını, camileri, kısaca şehrin bütün ihtiyaçlarını düşünmüş, bunları ayrıntılarıyla planda belirtmişlerdir. (Buraya kadar olan kısım bir bilgi, bir plân, bir is tek ve dilemedir. Bir sınırlandırmadır). Sonra da şeh rin yapılması için gerekli malzemeleri toplamış, şehri yapmaya başlamışlardır. Evleri, caddeleri ve camileri, daha önce çizdikleri plâna göre inşa etmişlerdir. Böy lece Erzincan halkı için önce bir şehir tasarısı yapılmış, sonra da bu tasarı gerçekleştirilmiştir.

İşte kaza, Allah’ın bir ilim olarak bildiği şeylerin uy gulanması ve gerçekleşmesidir. Kaza, kaderin, ortaya çıkması, yaratılmasıdır. Kısaca kader, ezelden ebede ka dar olmuş ve olacak şeylerin Rabbimiz tarafından bi linmesi, kaza ise, o kaderin yaratılmasıdır.

Kaza’yı son olarak bir cümleyle tarif edelim:

“Hak Teala’nın ezelde irade ve takdir buyurmuş olduğu şeyleri, zamanı gelince, ezeldeki ilim, irade ve takdirlerine uygun olarak yaratmasına Kaza denir.”

İnsan Hayatı Yönünden Önemi

İslâm’ın inanç esaslarının bütünü insanı olgun bir kafa yapısına, uygun bir ruh yapısına yükseltir. İslâm inancına sahip kişiler, hem kâinat hakkında, hem de kendileri hakkında doğru bilgilere ulaşırlar. Çünkü dayanakları sadece kendi akılları değildir. Her şey den önce, bütün varlıkların yaratıcısı ve yaşatıcısı, sonsuz kudret sahibi tek Allah’a inanırlar. Allah’ın kitabına bağlanırlar. Böylece yanlış düşünmekten kur tulmuş, ilâhi bilgi yardımıyla her şeyin doğrusunu öğrenmiş olurlar.

Kadere ve kazaya inanmak da böyledir. İnsanlar kadere ve kazaya inanmakla, hem sonsuz bir güven duygusuna, hem de sorumluluk duygusuna kavuşur lar. Bir taraftan üzerlerine düşen görevi yerine getirmek için bütün çabalarını harcarlar, bir yandan da, karşılaştıkları korkulara ve acılara karşı Allah’a dayanırlar. O’nun rahmetine ve şefkatine sığınırlar.

Kadere ve kazaya iman, insanı kâinattaki diğer var lıkları düşünmeye de alıştırır. Çünkü bütün varlıklar Allah’ın kaderine bağlıdırlar. O’nun dileğine göre hareket ederler. İnsanın dışındaki varlıklar, iradeye sahip olmadıkları için kaçınılmaz bir kaderi yaşarlar. Ve so rumlulukları da yoktur.

İnsan ise iradeye ve yapabilme gücüne sahiptir. Ve yaptıklarından sorguya çekilecektir. İşte kader ve ka za inancı ona bu sorumluluğu da yükler. Çünkü çev resinde gördüğü diğer canlıların akılsız oluşları, düşü nemeyişleri ona kendi durumunu hatırlatır. Akıllı, bi linçli ve düşünen bir varlık olduğunu anlar. Bu bilinç li ve akıllı oluşun kendisine bir vazife ve sorumluluk yüklediğini kavrar. Hayatını görev ve sorumluluk duygusuyla sürdürür. Böylece diğer varlıkların kaderini düşünen insan, kendi kaderine şükreder. İnsan oluşunun bilincine erer. Çünkü insan olarak gözlerini dünyaya açması bile, Allah’ın kendisine bir armağanı, bir kader ve kazasıdır.

Evet, insan olarak yaratılışımız ne güzel bir kaderdir!

İnsanlığın ne büyük armağan olduğunu gösteren şu örnek anlamlıdır:

Bir adam büyük bir hastalığa tutulmuş. Acılar için de kıvranırkan bağırıp çağırmaya, durumundan yakın maya başlamış. Adeta Allah’dan hesap soruyormuş gi bi bir tavır takınmış.

“Nedir benim kötü kaderim?” diyerek durmadan kaderini suçluyormuş.

O sırada yanında bulunan gün görmüş bir ihtiyar, hasta adama sormuş:

“Kaderinden mi şikayet ediyorsun?”

“Evet, kaderimden şikayet ediyorum.”

Nur yüzlü ihtiyar tane tane şunları söylemiş: – “Senin kaderinin sıhhatli bir kedi gibi olmasın mi isterdin? Hasta bir insan olarak devam etmek mi isterdin?”

Adam birden şaşırmış. Sağlıklı bir kedi olmaktan sa, hasta bir insan olmayı dilemiş. İnsan olmanın de ğerini daha derinden anlamış. İnsan oluşuna şükretmiş ve Allah’dan af dilemiş.

İnsanların İşleri ve Sonuçları

İnsanlar doğumlarından ölümlerine kadar sürekli bir hareket içindedirler. İnsanoğlunun her anı bir faali yettir. Hareket deyince yalnız vücut davranışlarını anlamamak gerekir. Uyuduğumuz zaman bile bir hareket içindeyizdir. Ellerimiz ve bacaklarımız belki durgun dur. Ama bütün iç dünyamız canlı bir hareketlilik ha lindedir. Kalbimiz, bütün hayatımız boyunca düzenli bir faaliyet gösterir.

İnsan davranışlarını iki ana grupta toplayabiliriz:

1. İnsanın iradesi ile yaptığı davranışlar:

Sokakta yürürken koşmak, ya da ağır davranmak kendi elimizdedir. Yerken, içerken, başkalarına yardım ederken, Allah’ın buyruklarını yerine getirirken ken di isteğimize göre davranırız. Yoksullara yardım eden el, bir başka zaman hırsızlığa alet olabilir. Bütün bunlar insan iradesiyle yapılan davranışlardır.

2. İnsanın iradesi dışında yapmak zorunda olduğu davranışlar:

Kalbimizin atışı, damarlardaki kanın dolaşıp durması, iç organların faaliyeti irademiz dışında olup gi den şeylerdir. Bazen dış organlarımız da irademiz dışında hareket eder. Felç olan bir elin durmadan titremesi, çeşitli tik’ler buna örnektir. İç organların faaliyeti, dış organların bir rahatsızlık dolayısıyla titreyip durması, insan iradesine bağlı değildir. Bütün bun lar, insan iradesi dışında, kaçınılmaz olarak meydana gelen işlerdir. Bizi de, yaptıklarımızı da yaratan bir kudret var: Allah! O her şeyin yaratıcısıdır. Varlık dünyasında yara tılmış ne varsa, mutlaka O’nun eseridir. Allah mutlak yaratıcıdır. Ve O’ndan başka yaratan da yoktur.

Bu yönüyle bütün insan davranışlarını yaratan Al lah, insanlara da bir dileme ve yapma gücü vermiştir. Böylece insan, birçok davranışlarını kendi iradesiyle, kendi isteğiyle yapan bir varlık olmuştur. Yaptığı iyi lik ve kötülüklerde kendi iradesini, kendi arzusunu kullanmaktadır. Burada karşımıza bir kavram çıkmak tadır: Sorumluluk. Evet, madem ki insan, yaptığı bir çok işi kendi istek ve iradesi iye yapmaktadır. Öyle ise kendi arzusuyla yaptığı kötülüklerden de sorumlu olacaktır. Çünkü Allah ona hem irade ve yapma gücü vermiştir, hem de emir ve yasaklarını bildirmiştir.

İnsan iradesini kötü yolda kullanır ve Allah’ın ya sakladığı işleri kendi isteğiyle yaparsa elbette sorum lu olacaktır. Dinin yasakladığı işi yaptığı için öte dün yada sorguya çekilecek ve cezalandırılacaktır.

İrademiz dışında yaptıklarımızdan ise Allah bizi sorumlu tutmamaktadır. Çünkü onlar bizim isteğimi zin dışında olmaktadır. Allah mutlak adildir. Hiç kim seye gereksiz ceza vermez. Hiç kimseye haksızlık etmez. Hiç kimseye zulüm yapmaz.

Dinimizde Sorumluluk Duygusu

“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet, 36)

insanoğlunu büyük bir sanat eseri olarak yaratan, ona sayısız armağanlar veren Rabbimiz, onu bir amaç için bu dünyaya göndermiştir. Allah insana mutluluk yolunu göstermiştir. Biz bu mutluluk yoluna “din” diyoruz. Evet din insanın iki dünya mutluluğunu ger çekleştirmek için Allah katından gönderilen kanunla rin bütünüdür. Bu kanunlara şeriat ismi de verilir.

Allah böylece şeriatında iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini birbirinden ayırmıştır. Insan mutluluğu için gereken yararlı işleri emretmiş, insanın zararına olan davranışları da yasaklamıştır. Ve insanın bu dünyada emir ve yasaklarla imtihan edilmekte olduğunu sik sik bildirmiştir. Yüce Kur’an’ın bir çok yerinde imtihan edildiğimiz tekrarlanmıştır. Rabbimiz ayrıca insana bir irade ve yapabilme gücü de bağışlamıştır.

Peki insan bu imtihan hayatının sonunda ne olacak tir?

İşte bizi en fazla ilgilendiren soru budur.

Bu dünya hayatının sonunda çürüyüp toprak mi olacağız, yoksa hiç bitmeyecek olan bir hayata mı başlayacağız? Biz müslümanlar, ölümden sonra sonsuz bir hayatın başlayacağına, orada armağan ve cezanın bulunacağına inanıyoruz. Bu armağan ve cezanın in sanı beklediğine inanıyoruz. Bu dünyaya nasıl inani yorsak, öte dünyaya da öylece inanıyoruz. Öte dünyanin bir armağan ve ceza ülkesi olduğuna inanıyoruz.

iste öte dünyanın ceza ve armağanları, bu dünya ha yatındaki davranışlarımıza göre olacaktır. Bu dünya daki her davranışın öte dünyada bir karşılığı vardır. Bu sebeble insan bu dünyada yaptığı her şeyden sorum lu olmaktadır. Sonsuz hayatta bunlardan sorguya çekilecektir. Yaptıklarının karşılığını görecektir.

İşte dinimiz insana öyle bir sorumluluk duygusu aşılar ki, her yaptığımızın kontrol altında olduğunu bi liriz. Bu duyguya göre hayatımızı düzenleriz. İyilikle rimizin ve kötülüklerimizin karşılığını göreceğimize, bunlardan sorumlu olacağımıza inanırız.

Kiramen Kâtibin melekleri yaptıklarımızı yazan, bizim her hareketimizi denetleyen şerefli varlıklardır. Bu inanç bize her an sorumluluğumuzu hatırlatan bir inançtır. Her yaptığımızın yazılmakta oluşu, bizi sürek li bir uyanıklığa çağırır. Bu uyanıklık sorumluluğun gereğidir.

İslâm dininde sorumluluk sadece öte dünyaya ait bir duygu da değildir. Hem öteyi, hem de burayı kucak lar sorumluluğumuz. Bizi bu dünyada da bilinçli kılar. Kötülüklerin ve büyük suçların iki türlü cezası vardır. Biri bu dünyaya bakar, diğeri öte dünya ile ilgilidir. Ör neğin, hiç gerek yok iken bir insanı öldüren, öldürülür. Hırsızlık yapanın eli kesilir. Bunlar da adı geçen suçların dünyaya ait cezalarıdır. Bunların bir de öteye ait cezaları vardır. Bu cezalar insanın iki dünyada da so rumlu olduğunu gösterir.

Demek ki müslümanlar bütün yaptıklarından so rumludurlar. Hem burada, hem de ötede. Evet insan akıllı ve bilinçli varlıktır. Yaptıklarından sorumlu olma sı gerekir. Sorumlu olmasaydı, insanın hayvandan ne farkı kalacaktı?

Rabbimiz bu sorumluluğu ne güzel ifade buyur. muştur:

insan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet, 36)

“Arkadaş! İnsan da başıboş, serseri, sahipsiz bir hayvan değildir. Ancak onun da bütün harekât ve efali (hareketleri ve fiilleri) yazılıyor, tesbit ediliyor. Ve âmâlinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i küb rada ona göre derece alsın. (Yaptıklarının sonuçları korunuyor ki, büyük hesap gününde ona göre karşılık görsün.)”

Mesnevi-i Nuriye, s. 35

Kader ve Sorumluluk

İnsan akıllı, bilinçli ve düşünen bir varlıktır. Allai insanı böyle yaratmıştır. Ona yapma ve seçme özelliği, dileme gücü vermiştir. Bunlar da insanın diğer var hklar gibi başıboş olmadığını gösterir. Aksine insan yaratılışı gereği her yaptığından sorumludur. Yaptıklarınin hesabını verecektir.

Bunun için de bir insan dinin yasakladığı bir işi yaptıktan sonra: “Ne yapalım, kader böyle imiş, benim bunda bir suçum yoktur” diyemez. Kendini mazur gösteremez. Böyle yaparsa, yani kendi aptallıklarını kadere yüklerse, Allah’ın kaderine iftira atmış olur. Kaderin iç yüzünü anlamadığını göstermiş olur.

Çünkü kader insanı kötülüklere zorlayan bir inanç değildir. İnsan davranışlarının Allah tarafından bilin miş olmasıdır. Allah’ın sonsuz ilmi ile bizim yapacaklarımızı bilmiş olması, bizi kötülüklerin sorumlulu. žundan kurtaramaz. Allah bizimn yapacaklarımızi bil miştir. Bizi bir işi yapmaya zorlamamistir. Allah bizi zorlamış olsaydı, bize akıl, bilinç ve düşünme gibi duygular vermedi. Bizi hayvanlar gibi akılsız, ira. desiz ve düşüncesiz varlıklar olarak yaratırdı. Oysa biz yaptıklarımızı düşünebiliyoruz. Bir işi yapma, ya da yapmama serbestligine sahibiz. Bu da sorumlu olma yı gerektirir.

Ayrıca insanlar Allah’ın takdirinin ne olduğunu bilemezler. Kaderi sadece Allah bilir. Allah’ın bilmesi ise onun ilminin gereğidir. Onun ilmi sonsuzdur ve her seyi kuşatıcıdır. Kendi kaderini bilmeyen insan, yaptığı kötülüklere kaderi nasıl şahit tutabilir? Böyle ya parsa, kaderi bildiğini savunmuş olur. Kendi dar bil Zisinin, Allah’ın yüce ilmine ulaştığını söylemiş olur.

Kendini bile bilemeyen insan, bu eksikliğiyle, Al lah’ın ilmine nasıl uzanabilir? Kendi kaderinin ne olduğunu nasıl bilebilir? Bilmediği bir kaderi, kendisi ne nasıl şahit tutabilir? Kötülük yaptığı zaman kendi sini nasıl sorumsuz sayabilir? Bu davranışını nasıl ka dere yükleyebilir?

Evet biz insanlar için kader meçhuldür. Kendi kade rimizi bilmemiz mümkün değildir. Bilemediğimiz için de kaderi kendimize delil sayamayız. Hz. Ömer zama runda bir adam hırsızlık yapmıştı. Islam şeriatinde hırsızlık yapanın eli kesilir. Hirsızın elinin kesilmesi ge rekince adam:

“Benim bir suçum yoktur. Hırsızlık yaptıysam Allah’ın kaderi ile yaptım,” demiş. Hz. Ömer ona şu ce vabı vermiştir:

“Ben de senin elini Allah’ın kaderi ile kesiyorum!”

Görülüyor ki bir insan kadere güvenerek Allah’ın yasakladığı işleri yapamaz. Çünkü kaderimizin ne ol duğunu hiç birimiz bilemiyoruz. Bilemediğimiz için de ona dayanamayız. Böyle yapmakla sorumluluktan kurtulamayız.

Büyük yazar Necip Fazıl Kısakürek bu konuda şöyle der:

Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı, Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı.”

Bizim görevimiz Allah’ın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. “Kaderim böyledir” diyerek kötülüklere ya pışmak değildir. Zaten böyle yapmakla sorumluluktan da kurtulamayız.

Din bizi iyiliklere, hayırlara, insan haklarını koru maya çağırır. Zalimlere karşı gerçeği söylememizi is ter. Yoksullara ve kimsesizlere yardım elini uzatmamı zi emreder. Hırsızlıktan, adam öldürmekten, bütün kötülüklerden sakındırır.

Bu da bütün bunları yapmakta hür olduğumuzu gösterir. Yani dinin emir ve yasaklarını yerine getirir ken kendi irademizi kullanırız. Kader bizi bunlara zorlamaz. Kader zorlayıcı bir güç değildir. Böyle olun ca mes’uliyetten kurtulamayız. Görevimizi yapmakla yükümlüyüz

Buna bir örnek verelim:

Biz biliyoruz ki güneş her gün doğudan doğar, ba tidan batar. Bu güneşin kaderidir. Ve biz güneşin bu ka derini biliyoruz. Şimdi soralım:

“Biz güneşin bu durumunu bilmeseydik, güneş doğup batmayacak mıydı? Biz bildiğimiz için mi do ğup batmaktadır?”

Bu soruya düşünen her insan “hayır” cevabını ve recektir. Çünkü bizim bilgimizin güneşe hiç bir etkisi yoktur. Güneş sadece görevini yapmaktadır. Allah’ın yüklediği görevi yerine getirmektedir.

İşte insan da görevini ve sorumluluğunu bilip ona göre davranmalıdır. Görev ve sorumluluğumuzu bize din öğretir.

Burada şu soru akla gelebilir:

– Güneş günlük hareketinin dışına çıkamaz. Acaba insan da böyle değil midir?

Cevap; insan güneş gibi şuursuz ve cansız bir var lık değildir. Düşünme, doğruyu yapma, dilediği tara fa yönelme gücüne sahiptir. İyilik ve kötülükten biri ni seçmekte serbesttir. Buna irade hürlüğü diyoruz. Al lah’ın insana bağışladığı bu yetenekler, insanı sorum lu kılmaktadır. Her yaptığını bilerek yapmasını ge rektirmektedir. Dinin buyruklarını yerine getirmeye davet etmektedir.

İnsan kaderi bahane ederek sorumluluktan kurtulamaz.

İnsan düşünen varlıktır.

Kader Bahane Edilip Sorumluluktan Kurtulunmaz 

Bir müslüman kadere ve kazaya inanmak ve kendi görevini titizlikle yerine getirmeye çalışmak zorun dadır. İnsanın görevi ise, Din’in gösterdiği mutluluk yolunu izlemektir. İnsanın kendi suçlarını kadere yük lemeye çalışması doğru değildir. Önceki dersimizde et raflıca anlattığımız bu konuyu maddeler halinde ve ör nekleriyle açıklamaya çalışalım:

  1. İnsan akıllı ve bilinçli bir varlıktır. Akıl ve bilinç insanı yaptıklarından sorumlu kılar. Bunun tersini dü şünmek, insanı hayvanlar gibi düşünmek demektir. Oysa insan hayvan değildir. Şerefli bir varlıktır.

 

  1. İnsan dilediğini yapmakta serbesttir. Allah tara findan hür bir iradeyle yaratılmıştır. Hiç kimse onu hir sızlık yapmaya zorlayamaz. Yaparsa, seçme gücünü kötüye kullanmış olur. Ve bundan da sorumludur.

 

  1. İnsan bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Bunu Kur’an bize bildiriyor. İmtihan ise, bir ceza, ya da bir armağanla sonuçlanır. İmtihandan gaye bunlardır. İnsan yaptıklarından sorumlu olmasaydı, bu imtihana ne gerek vardı? Bir ceza ve mükafata ne lüzum vardı?

 

  1. Cennet iyi insanlar için, cehennem de kötüler için yaratılmıştır. İyiler ve kötüler, bu dünyada yaptık larına göre belirlenecektir. İnsanlar davranışlarından sorumlu olmasalardı, iyiler ve kötüler nasıl bilinecek ti? Cennetin ve cehennemin ne önemi kalacaktı? De mek ki insanlar sorguya çekileceklerdir. Cennete, ya da cehenneme gideceklerdir.

 

  1. Biz kaderimizin ne olduğunu bilemeyiz. Başımı za neler geleceğini, nerede ve ne zaman öleceğimizi bi lemeyiz. Bu yüzden de kaderi bahane edip çalışmayı bırakamayız. Bir insan intihar etse, Allah katında en büyük suçlardan birini işlemiştir. Çünkü Allah’ın ya rattığı bir cana kıymıştır. “Kaderim böyleymiş” diye rek sorumluluktan kurtulamaz. Kaderinin öyle oldu ğunu nereden biliyordu? Kaderi sadece Allah bilir,

 

  1. Allah, kitabıyla ve peygamberleriyle bize doğru yolu göstermiştir. Emirlerini ve yasaklarını bildirmiş tir. Bunlara uymadığımız sürece sorumlu olacağımızı açıklamıştır.

 

“Anne ve babalarınıza «öf» bile demeyiniz Onlara yumuşaklıkla hitap ediniz.” buyurmuştur. Biz kaderin esiri olsaydık, elimizden hiç bir şey gelmeseydi, Rabbimizin bu emirlerinin ne anlamı olurdu? Dini açıklamaların ne faydası olurdu?

  1. Kader bir inançtır. İnsanı bir işe zorlayan bir kuv vet değildir. Rabbimizin bizim kaderimizi bilmesi, bi zi kötülüklere sürükleyen bir bilgi değildir. Bizim du rumumuzu tesbittir. O’nun ilminin yüceliğidir.

Uzay bilginleri yaptıkları araştırmalar sonunda “şu tarihte güneş tutulması olacak” derler. Ve bildirdikle ri zaman gelince güneş tutulması olur.

Şimdi soralım:

Bilginler söylemeseydi, güneş tutulması olmaya cak mıydı? Bu iş bilginler dediler diye mi oldu?

Kuşkusuz ki hayır. Belki bilginler bu işin olacağını bildikleri için önceden haber vermişlerdir. Onlar haber vermeselerdi, güneş yine tutulacaktı. Güneş tutulma si, onlar haber verdiler diye olmamıştır. Onlar güneşe emir vermiş, onu tutulmaya zorlamış değillerdir.

Kader de böyledir. Insan davranışları Allah takdir etti diye değildir. Insanlar öyle yapacakları için Allah bilmiş ve yazmıştır. Alın yazısı dediğimiz işte budur. Alın yazısı insanı zorlayıcı değildir. Hem biz onu bil miyoruz ki bizi zorlasın. Kendi irademizi kullanıyoruz.

Uzay bilginleri ay’ın ve güneşin durumunu bilirler de, kâinatı yaratan Allah, yarattığı insanın geleceğini bilemez mi? Onun hayatta neler yapacağını bilemez mi? İnsanın iradesini hangi tarafa yönelteceğini bile mez mi? Bilmeseydi en büyük kudret olur muydu? Hem insanı yaratsın, hem de onun macerasını bilme sin, bu mümkün müdür? Allah her şeyi yaratır, her şe yi bilir. Demek ki kader bir zorlama değildir. Kâinatı yaratan Allah’ın neler yapacağımızı, irademizi ne yön de kullanacağımızı bilmesidir. Kader zorlayıcı olmayın ca insan yaptıklarını bilerek, düşünerek, kendi isteğiy le yapmış olur. Bu ise sorumluluğu gerektirir.

Yaptıklarından sorumlu olan insan, kaderi bahane ederek bu sorumluluktan kurtulamaz.

Dinimizde Tevekkül Anlayışı

“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol, Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”. Mehmet Akif Ersoy

Tevekkül, kelime olarak, güvenmek ve dayanmak anlamına gelir. Bir şeye itimat etmeyi, ona güvenme yi ifade eder. Dini manası ise şöyledir:

“Insanın gayesine erişmek için, bütün gücünü kul lanıp sebeblerini yerine getirdikten sonra, Allah’a da yanmasına ve güvenmesine tevekkül denir.”

Dikkat edilirse bu tarifte üç unsur vardır:

  1. Gayeye erişmek için insanın bütün gücünü kul lanması
  2. Bu gayenin gerçekleşmesi için gerekli olan bütün sebebleri yerine getirmesi, 3. Bunları yaptıktan sonra Allah’ın rahmetine güvenmesi, O’na dayanması,

Demek ki bir müslüman çalışacak, çabalayacak, elinden gelen bütün gayreti gösterecek, sonra da Al lah’a tevekkül edecektir. İnsanın hiç bir gayret göster meden “Allah’a tevekkül ediyorum” demesi doğru değildir. Buna tevekkül denemez. Çünkü tevekkülün tarifinde çalışmak, sebebleri yerine getirmek gibi şart lar vardır. Bu şartlar olmayınca tevekkül de olmaz.ئ Olsa olsa miskinlik olur. Tembellik olur. Böyle bir tem belliğin dinimizde asla yeri yoktur.

Hiçbir emek ve gayret göstermeden yapılan hareket tevekkül değildir. Böyle sanan insanlar kendilerini al datmaktadırlar. Çünkü bütün insanlığın önderi Hz. Muhammed (sav) hayatı boyunca çalışmış, dayanılmaz güclüklere göğüs germiştir. İslâm’ı yaymak için büyük gayretler göstermiştir. Savaşlarda bütün tedbirleri al mış, bütün planlarını kurmuş, sonra da Allah’a dua etmiş, O’ndan zafer dilemiştir. Tevekkülün en güzel ör neğini Peygamberimizin hayatında görüyoruz.

Peygamberimizin zamanında birisi devesini salıvermiş ve:

“Allah’a tevekkül ettim” demişti.

Efendimiz şöyle buyurdular:

– “Önce deveni bağla, sonra tevekkül et!” Tevekkülü Peygamberimizden daha iyi kim anlayabilir?

Büyük şair Mehmet Akif Ersoy tevekkülü yanlış anlayanlara ve onu tembellikle karıştıranlara şiddetle çatar ve şöyle söyler:

Çalış dedikçe şeriat, çalışmadan durdun, Onun hesabına nice hurafeler uydurdun. Sonunda bir de tevekkül sıkıştırıp araya, Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya

Hz. Ömer’in Kader Anlayışı

Buraya kadar yazdıklarımızdan çıkan sonuç şudur:

Dinimizin kader ve kaza inancı, insanın tembel ve miskin olmasını gerektirmez. Çünkü, o, zorlayıcı ve in sanın elini, ayağını bağlayıcı bir inanç değildir. Aksi ne, insanı çalışmaya, sürekli çalışmaya, olayların iç yüzünü anlamaya çağıran bir inançtır. Çünkü kadere ve kazaya inanan bir müslüman, sebeblere ve tedbir lere başvurmanın gerekli olduğunu bilir. Kendini olay ların akışına bırakmaz. Başıboş ve serseri bir hayata özenmez.

Hz. Ömer de de (Allah ondan razı olsun) aynı kader inancını ve anlayışını görüyoruz. O hiç bir zaman ken dini olayların akışına bırakmazdı. Üzerine düşen gö revi titizlikle yerine getirirdi. Müslümanın yapması gereken de budur.

Hz. Ömer İslâm ordusunu denetlemek amacıyla Şam’a gidiyordu. Serğ isimli köye yaklaştığında ona, bu köyde veba hastalığı olduğunu söylediler. Hz. Ömer köye girmek istemedi. Ordu kumandanı onun bu dav ranışını görünce:

“Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun, ey Ömer?” diye sordu.

Hz. Ömer şu cevabı verdi:

“Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Söyle bakalım, senin develerin olsa, bu de veler bir dereye yayılsalar, derenin bir tarafı otlak, di ğer tarafı çorak olsa, ne düşünürsün? Develerini otlak yere sürsen de, çorak yerde gütsen de, Allah’ın kade ri ile otlatmış olmaz mısın?

Hz. Ömer böylece, insanın kendi kaderini bilemeye ceğini, bunun için de tehlikelerden kaçınması gerekti ğini söylemiş oluyordu. Evet İslâm’da insanın kendi sini bilerek tehlikeye atması kesin olarak yasaklan mıştır.

Hz. Ömer ordu kumandanı Ebu Ubeyde’ye:

– Keşke bu sözü senden duymasaydım, ey Ebu Ubeyde demiştir.

Yani kaderi yanlış anladığı için bir bakıma onu kınamıştır. Belki de Ebu Ubeyde kaderi doğru olarak anlıyordu da, onu bir de Hz. Ömer den duymak ve öğrenmek istiyordu. Onlar konuşurlarken Avf in oğlu Abdurrahman yanlarına geldi. Meseleyi anlayınca bu konuda bilgisi olduğunu söyledi. Ve Peygamberimizin şu hadisini anlattı:

“Bir yerde veba hastalığı olduğunu duyarsanız, oraya gir meyiniz. Sizin olduğunuz yerde veba hastalığı gölürürse, bulunduğunuz yerden çıkmayınız.”

Çünkü bir insan bulaşıcı hastalığın olduğu yere gi rerse, kendisi hastalığa yakalanır. Kendisi hastayken di- şarı çıkarsa, hastalığı başkalarına taşımış olur. Günü müzde de salgın hastalıkların yayılmaması için böyle yapılmaktadır. Özel durumlarda uygulanan karantina sistemi de bu prensibe dayanmaktadır. Görülüyor ki modern bilimler ilerledikçe, dinin kuralları açıklanmış olmaktadır. Dinimizin prensiplerinin gerçekliği orta ya çıkmaktadır.

Eli kesilecek olan hırsızla Hz. Ömer’in konuşması ni hatırlarsak, onun kader anlayışını daha iyi kavramış oluruz.

Kader inancımız ve anlayışımız böyle olmalıdır.

Dinimizde Hayır ve Şer Anlayışı

Hayır; iyiye, güzele ve doğruya verilen isimdir. Şer; kötüye, çirkine ve yanlışa verilen isimdir. Bütün iyilik ler, güzellikler ve doğrular, dinimizde ma’ruf adıyla anılır. Ve insana bu iyilikleri, güzellikleri ve doğrula ri yapması emredilir. Insan sürekli olarak ma’ruf yoluna çağrılır. Kötülüğün, çirkinliğin ve yanlışın genel adı da münker dir. Dinin yasakladığı işler münker de diğimiz kötü ve çirkin işlerdir. İnsan için zararlı olan şeylerdir.

Hayır ve şerri şöyle de tarif edebiliriz:

“İnsana bu dünyada ve öte dünyada yararlı olan ve dinin yapılmasını istediği işler hayır, iki dünyada da in sanın zararına olan ve dinin yasakladığı işler de şerdir.”

Dünyamız, iyiliklerin ve kötülüklerin bir arada bu lunduğu bir yerdir. Yeryüzünde hayırlar da vardır, şerler de. İnsanlar kendi iradesiyle ya hayırlara yöne lir, iyilikten ve doğruluktan yana olur, ya da şerlere saplanır, kötülüklerin ve yanlışların esiri olur.

İşte insanın önünde böyle iki yol vardır: Hayır yolu, şer yolu, insan bunlardan hangisini seçerse, ona gö re karşılığını görecektir. Bu karşılık, ceza, ya da ar mağan şeklinde olacaktır. Bunlar da öte dünyada ger çekleşecektir.

Müslümanların hayır ve şer anlayışları böylesine açık ve sadedir. İslâm’ın ilk dönemlerinde bu sade ve açık anlayış, inananlara yetiyordu. Ancak sonraları İslâm ülkesi genişleyince, yeni düşünce ve inanışlarla karşı karşıya kalındı. Hayır ve şer konusunda ortaya yeni sorular atıldı. Sadece hayır ve şer konusunda de ğil, kaderle alâkalı bir çok konularda da bu tür sorular soruluyordu. Bütün bu sorular, müslümanların zihin lerini karıştırmak, onların açık ve sade anlayışlarını bozmak amacını taşıyordu.

Müslüman bilginler bu amaçlı sorulara gerekli cevabı verdiler. Ne var ki içlerinden bazıları, bu sorular ile gereğinden fazla uğraşır oldular. Yalnızca Allah’ın bileceği, insan aklının cevap bulmakta güçlük çekece ği derin sırları kurcalamak isteyenler çıktı. Zaten İs lâm’a inanmayanlar da böyle olması için ortaya durma dan yeni sorular atıyorlardı. Böylece bazı İslâm bilgin leri, hayır ve şer gibi konuları oldukça derinleştirdiler.

Biz burada bize gerekmeyen ayrıntılara girmeyece giz. Ancak bu tür soruların yaygınlaştığını düşünerek, İslâm bilginlerinin bu konuda söylediklerini kısaca tekrarlayacak, birkaç örnekle yetineceğiz.

Biz yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa, gördüğümüz ve göremediğimiz ne varsa, hepsini Allah’ın yarattığına inanıyoruz. Kainatta tek yaratıcı olarak O’nu tanıyoruz. O’ndan başka yaratan bir güç olmadığını biliyoruz. Madem ki her şeyin yaratıcısı Allah’tır, o hal de șer niçin vardır? Bu soru daha geniş olarak şöyle so rulmaktadır:

“Bu dünyada şer niçin vardır ve şer niçin yaratılmış tır?”

Evet, İslâm inancına göre her şeyin yaratıcısı Allah’dır. Hayrı da şerri de yaratan O’dur. O’ndan bas ka yaratıcı yoktur.

Şer Niçin Yaratılmıştır?

  1. Bu dünya insanoğlu için bir sınav salonudur. In san burada denenmektedir. Hayır yaparsa mükafata kavuşacaktır. Şer işlerse cezalanacaktır. Ser olmasaydı, insan nasıl imtihan edilecekti?
  2. Cennet iyilerin, cehennem kötülerin yurdudur. İyiliklerin sonucu cennet olacaktır, kötülüklerin ce hennem. Şer olmasaydı, insanlar aynı kalırdı. İyiler ve kötüler birbirine karışırdı. Hayatın anlamı kalmazdı. İnsanlar robotlaşırdı.
  3. Hayrı da, şerri de yaratan Allah’tır. Ama insanlara hayrı emretmiş, şerri yasaklamıştır. Kimsesizleri korumak hayırdır ve bunu Allah emretmiştir. Zayıfla ri ezmek şerdir. Allah tarafından yasaklanmıştır. Insa nin görevi de Allah’ın buyruklarını yerine getirmektir.
  4. Kötü olan şerrin kendisi değildir. Onun yaratılı şında büyük hikmetler vardır. Kötü olan insanların şerre saplanmalarıdır. Bunu da zaten Allah yasaklamış tır. Bir bıçak düşünün. Bıçağın kendisi kötü bir şey değildir. Çirkin olan, onun insan öldürmede kullanılmasıdır. Haksız yere insan öldürmenin en büyük suçlardan olduğunu din bize bildirmiştir. Bıçağın kullanılacağı nice hayırlı işler vardır.
  5. Şerrin, yaratılmış olması onun işlenmesini gerektirmez. Çünkü din hayrı ve şerri birbirinden ayırmıştır. Şerden korunma çarelerini göstermiştir. İnsanın görevi, dinin kurallarına uymak, şerden uzak dur maktır.
  6. Şer olmasaydı, hayır anlaşılmazdı. Hayatın anla mı kaybolurdu. Her şey renksiz ve zevksiz olurdu. Hastalık olmasaydı, sağlığın değerini nasıl anlayacak tık? Yoksulluk olmasaydı, varlığın kıymetini nasıl bilecektik?
  7. Şer sandığımız bir çok şey aslında hayırdır. Her şerrin yaratılışında bir çok hikmetler gizlidir. Biz bunların bir kısmını anlasak da, bir kısmını anlayamayız. Buna örnekler verelim:
  8. Ölüm bir şer gibi görünür. Ama iç yüzü hayırdır. İnsanı sonsuz bir hayata uçurur. İyi insanları armağan lar yurdu cennete götürür. Kötüleri ise, cezalar yurdu cehenneme. Demek gerçekte ölüm, bir şer değildir, hayırdır.
  9. Şiddetli yağmur, sokaktaki insanları sırılsıklam is latır. Bu o insanlar için şerdir. Ama yağmurun yağ ması şer değildir. Onunla nice bağlar, bahçeler sulan maktadır. Köylülerin yüzü gülmektedir. Yeryüzünün nice nimetleri toprakta filiz vermektedir. “Allah yağ muru niçin yarattı?” diyebilir miyiz? O halde “Allah şerleri niçin yarattı?” diyerek Allah’dan hesap sorma ya kimsenin hakkı yoktur. İnsan, kâinatın yaratıcısı Allah’a hesap soramaz.
  10. Bazı otlar zehirlidir. İlk bakışta bunlar şer gibi gö rülür. Gerçekte ise bu otlardan nice ilaçlar yapılmak tadır. Böylece nice hastalar şifa bulurlar. Demek ki o ot ların yaratılması şer değildir. Insanın bilerek o otları ye mesi ve zehirlenmesi şerdir. Bu da dinimizde yasaktır.
  11. Kanser olan bir el bazan kesilir. Bu bir şer gibi görünmektedir. Ama bir insanın sağlığı için bir elin ke silmesi şer değildir. İnsan için hayırlıdır. Çünkü eli kesilmese, bütün vücudu tehlikeye girecektir.

Görülüyor ki, şerlerin yaratılmasında bile hayırlar vardır. Allah her şeyi hayırla yaratmıştır. Yaratılmış ol ması yönünden şerler de hayırlıdır. Kötü olan insanın şerlere saplanmasıdır. Dinimiz de bunu yasaklamıştır.

Dinimizin yasakladığı her şey insanın zararınadır. Bu sebeble insanın asıl görevi, “şerler niçin yaratil mıştır?” sorusunu düşünmek değildir. Dinin kuralla rina yapışmak, hayırlar işlemek ve şerlerden kaçınmaktır. Müslümanın görevi budur.

Okuma Parçası

İslâm

İnsanoğlu yaratıldığından beri inanmak, bağlanmak, tapınmak ve dua etmek ihtiyacındadır. Bu duy gu insanın içinden gelmektedir. İnsan iç dünyasında bu duyguyu ve bu ihtiyacı taşımaktadır. Ve bu ihtiyaç, in sanın içine âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından kon muştur. İnsan farkında olsa da, olmasa da, inanmak ve bağlanmak ihtiyacını ruhunda taşımaktadır.

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile birlikte, in sanların bu ihtiyaçları, inanma ve bağlanma istekleri için, Allah katından inançlar ve dinler gönderildiğini biliyoruz. İnsanın içine inanma duygusunu yerleştiren Allah, bu duyguyu doyuracak şekilde kendi varlığını ve kendi birliğini bildirmiştir. İnsanı yeryüzünün en şe refli varlığı olarak yaratan Allah, böylece onun içinde ki istek ve arzuları da düşünüyor, ona bağlanacağı inancı ve dini de gönderiyordu. Allah’ın gönderdiği dinler, bir yandan insanın içini aydınlatıyor, bir yandan da onu iki dünya mutluluğuna çağırıyordu. Ve dinler “insanın niçin yaratıldığı” sorusunu cevaplıyordu.

Ancak bir bölük insanlar, Allah’ın kendilerine sun duğu bu armağanı unutuyor ve dinden yüz çeviriyor lardı. Ona inanmaktan ve ona bağlanmaktan vazgeçi yorlardı. Ve sonra bu ihanetlerinin suçunu çok ağır ödüyorlardı.

Bu insanlar, kalplerindeki inanma duygusunu do yurmak için kendi akıllarından yeni inançlar uyduruyorlardı. Kendilerine yeni tanrılar (ilahlar) buluyorlar di. Allah’a inanmaları için yaratılmış olan kalplerini bu uydurma tanrılara (ilahlara) çeviriyorlardı. Çünkü kalplerindeki inanma ihtiyacını doyurmak zorunday dilar.

Böylece Allah’tan ve Allah’ın dininden uzaklaşan insanlar, kendilerine uydurma dinler, uydurma tanrılar (ilahlar) ediniyorlardı. Kendi elleriyle yaptıkları güçsüz şeylere tapınıyorlardı. Bazan bir tavşana, bir ağaca tapınacak kadar aptallaşıyorlardı. İnsanlar Al lah’dan uzaklaştıkça aptallaşıyor, Allah’ın yarattığı hayvanları bile tanrı ediniyorlardı. Giderek uydurma tanrıları çoğaltıyorlardı. Öylesine sapıtıyorlardı ki, bazı toplumlarda binlerce tanrı kabul ediyorlardı.

Allah, bu azgınlıkların arttığı dönemlerde yeni pey gamberler, yeni kitaplar ve yeni dinler gönderiyordu. Peygamberler onları yeniden doğru yola çağırıyorlar di. Peygambere uyanlar aydınlanıyorlardı. Uymayan lar ve yüz çevirenler ise karanlıkta ve sapıklıkta kali yorlardı. Böylece Allah yolunun kahramanları ile şey tanın uşakları arasında amansız bir kavga sürüp gidi yordu. Bir bölük insanlar, Allah’ın dinine bağlanıyor lar, Allah’ın adını yüceltiyorlardı. Bir bölüğü ise, şey tanı kendilerine önder sayıyorlar, inkâr ve sapıklıkta inat ediyorlardı.

Bir kısım insanlar Allah’ın dinini yalanlarken bir kis mi da peygambere ve dine inandıkları halde, bu dini bozuyorlar, kendi akıllarına göre değiştiriyorlardı. İşte İslâm, Allah inancının, peygamber saygısının narsıldığı ve ilahi dinlerin iyice değiştirildiği bir zaman da, Allah tarafından gönderilmiş olan son dindir.

Hz, Muhammed (sav) Allah’ın son peygamberi, İslâm ise Allah’ın gönderdiği son dindir. İslâm’dan son ra yeni bir din, Hz. Muhammed’den sonra yeni bir peygamber gelmeyecektir. Bunu Rabbimiz açıkça bil dirmiştir.

İslâm’ın gönderilmesiyle diğer dinler yürürlükten kaldırılmış ve bütün insanlar Allah’ın son dinine da vet edilmişlerdir. Zaten diğer ilâhî dinler insanlar ta rafından değiştirilmiş, aslını kaybetmişlerdir. İlâhî din olmaktan çıkmışlardır. Rabbimiz yalnız İslâm’a giren insanlardan hoşnut olacak, diğer dinlerde ayak dire yenleri sorumlu tutacaktır. İslâm’ın dışında bir dini kabul etmeyecektir. Artık kim Islâm’ın dışında kalırsa, sonsuz bir zararda kalmış demektir.

İslâm, insanların iki dünya mutluluğunu gerçek leştirmek için gönderilmiştir. Bu sebeble, hem bu dün yanın düzenidir, hem de öte dunyanın kurtuluşu… Yani hem bu dünyayı yaşanacak bir dünya kılar, hem de öte dünya kurtuluşunu hazırlar. Dünyayı ahiretten, ahireti dünyadan ayırmaz. Öte dünya bu dünyaya bi tişir. Bu dünyanın devamı olur. İnsanı, dünyayı ve ahireti birbirine kaynaştırır. İnsanla iki dünya arasın da üstün bir uyum sağlar. Böylece müslümanı iki dün ya mutluluğuna ulaştırır.

Şimdi bütün dünyada Islâmî bir uyanış vardır. Dün ya insanlığı bunca engellemeye rağmen İslâm’ı seçmek tedir. Asya’da, Afrika’da, Avrupa’da insanlar akın akın müslüman olmaktadır. İnsan eliyle düzdürülmüş düzenler, artık insan ruhunu boşlukta bırakmaktadır. Islâm bugün gönderilmişçesine taze ve yenidir. İslâm, çağın gerisinde değil, çağın ve insanlığın önündedir. Çağa ve insana ışık tutmaktadır, yön vermektedir. Ça gin karanlığını ilâhi bilgiyle aydınlatmaktadır. İnsanın önüne dikilmiş madde putlarını yıkmaktadır.

Zenci kardeşlerimiz, Arap kardeşlerimiz, Asyalı, Afrikalı, Amerikalı ve Avrupalı kardeşlerimiz İslâm’ın etrafında toplanmaktadır. Daha dün ortaya çıkmış düzenler tel tel dökülürken, İslâm dim dik ayakta dur. maktadır. Ve İslam, 1400 yıldır sürdürdüğü, insanlığın sonuna kadar da sürdüreceği canlılığı, tazeliği ve ye niliğiyle insanı çağırmaktadır. İslâm insanlığı çağırmaktadıdr. İnsanlık İslâm’a koşmaktadır.

Bütün bu mutlu uyanış hareketlerinde bize de bir görev düşmektedir:

İslâm’ı alınlardan alınlara, ruhlardan ruhlara taşımak!

Allah’ın düzenini bütün insanlığa duyurmak! Onu hayatımızın biricik amacı bilmek ve bu uğur da çalışmak!

Allah nurunu tamamlayacaktır, Kafirler hoş görmese de…

BENZER KONULAR:

Answers ( 2 )

    1
    2020-12-21T17:15:29+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Kadere inanmak, imanın şartları arasında yer alan bir rükündür. Kader, Allah’ın ezelden ebede kadar olmuş ve olacak olan her şeyin mahiyetini, zamanını ve mekânını, sıfatlarını ve özelliklerini ezelî ilmiyle bilmesi ve ona göre takdir etmesi demektir. Yani yüce Rabbimiz, insan ve onun hayatı dâhil olmak üzere her şeye mükemmel bir ölçü takdir etmiştir. Mutlu ve huzurlu olmamız için, Allah’ın her takdir buyurduğunda sonsuz hayrın, her hayrında da sonsuz merhametin bulunduğu hakikatini idrak etmeliyiz. Perde arkasına vâkıf olamayan biz kullar, Allah’ın bu kaderine iman etmeliyiz.

     

    En iyi cevap
  1. Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Kader ve kazaya iman, İslam inancında temel kavramlardan biridir ve Müslümanlar için önemli bir yer tutar. İman etmek, Allah’ın kader ve kaza konusundaki iradesine ve hikmetine tam bir güven ve teslimiyetle bağlı olmayı ifade eder. İşte kader ve kazaya imanın ne anlama geldiğini ve bazı örneklerle nasıl uygulandığını açıklamak için:

    Kader İmanı: Kader, Allah’ın önceden bilgisi ve iradesi doğrultusunda her şeyin belirlendiği inancını ifade eder. Müslümanlar, yaşamlarındaki her olayın Allah’ın iradesi ve hikmetiyle gerçekleştiğine inanırlar. Örneğin, bir kişinin doğumu, yaşamı boyunca karşılaştığı zorluklar, mutluluklar, sağlık veya hastalık gibi durumlar, Allah’ın kaderinin birer yansımasıdır. Müslümanlar, kaderlerini kabul ederken aynı zamanda Allah’ın hikmet ve adaletine güvenirler.
    Kaza İmanı: Kaza, Allah’ın yaratma ve yönetme eylemlerinin sonucu olarak ortaya çıkan olaylar ve durumlar demektir. Kazaya iman, Müslümanların bu olayların her birinin Allah’ın iradesi ve hikmeti doğrultusunda gerçekleştiğine inanmalarını içerir. Örneğin, bir trafik kazası, bir hastalığın ortaya çıkması veya bir işte başarı veya başarısızlık gibi durumlar, kazanın birer örneğidir. Müslümanlar, bu tür olaylara karşı sabırlı olmalı ve Allah’ın hikmetine teslim olmalıdır.
    Örneklerle kader ve kazaya iman, Müslümanların hayatlarında karşılaştıkları her türlü durumu Allah’ın iradesine bağlı olarak kabul etmelerini gerektirir. Örneğin, bir kişi bir iş mülakatına giderken trafik sıkışıklığına takılabilir ve mülakata geç kalabilir. Müslüman bir birey, bu durumu kaderin bir parçası olarak kabul eder ve sabırla bu durumu yönetmeye çalışır. Ya da bir kişi bir hastalığa yakalanabilir ve bu durum hayatını etkileyebilir. Müslümanlar, bu tür zorluklarla karşılaştıklarında, Allah’ın hikmetine güvenerek ve sabırla tedavi sürecini sürdürürler. Bu şekilde, kader ve kazaya iman, Müslümanların hayatlarını Allah’ın iradesi doğrultusunda yaşamalarına rehberlik eder.

Cevapla