İman nedir imanın şartları nelerdir?

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

İMAN

Iman nedir imanin sartlari nelerdir

İmandır o cevher ki, İlahi, ne büyüktür Imansız olan paslı yürek sinede yüktür.

İmanın Lügat Manası:

İman; bir şeye mutlak surette ve yürekten inanmaktır. Artık kalpte ona ait en küçük bir şüphenin bulunmaması, onun içten ve kesin olarak kabul edilme si demektir.

Böyle bir iman, zorlanarak elde edilmeyeceği gibi, baskı yoluyla da sökülüp atılamaz.

İmanın yerleştiği yer insanın kalbidir. Kalp ise için dekini dilerse dışarıya sızdırır, dilerse içinde saklar.

Bir insan, kendisine yapılan şiddetli işkenceden kurtulmak için “inancından vazgeçtiğini” söyleyebilir. Bu onun inancına zarar vermez. Kalbinde sakladığı ne ise, önemli olan da odur.

Kalplerde gizli olanı ise ancak Allah bilir. Çünkü Al lah (cc) gizli ve açık her şeyi bilir
Bir toplumda kimin inandığı, kimin inanmadığı ancak bu yolla, yani dilin söylemesiyle belli olur.

Iman’ın Dini Manası:

Dini yönden iman

Allah’ın Peygamber Efendimiz’e, onun da bütün insanlara bildirdiği dine, hiçbir tereddüt duymadan, gönülden inanmak demektir.

Böylece bir iman için,

Allah Rasulu Hz. Muhammed’in (sav) biz insanla ra bildirdiği şeyleri, kesin olarak kabul etmek gerekir.

Imanda asil olan, zan ve şüphenin asla bulunmama. sidır. Peygamberimiz tarafından açık olarak bildiri len bir şeye şüphe gözüyle bakarak inanmak mümkün değildir.

Kalbin, Allah’ın dinini kesin olarak kabul etmesiy le iman meydana gelir. Ama dil ile bunu açıklamakta da büyük yararlar vardır. Bir mecburiyet olmadıkça imanı gizlemek doğru değildir.

Bir toplumda kimin inandığı, kimin inanmadığı ancak bu yolla, yani dilin söylemesiyle belli olur.

İman ikiye ayrılır:

1. İcmali; yani inanılması gereken şeylere kısaca ve toplu olarak inanmak, 2. Tafsili; inanılması gerekenlere açık açık ve ayrıntılı bir şekilde inanmak.

Kalbi iman nuruyla nurlanmış bir Müslümanı hiç. bir şey korkutamaz. Ay, güneşler ve yıldızlar birer bomba olup üzerine yürüse yine ürpermez. Çünkü hepsinin yaratıcısı Allah’dır. Ve Allah, kendine inanan kullarını görüp gözetir.
Tevhid Kelimesi:

“Kim, Allah’dan başka tanrı (ilah) olmadığını ve Hz. Mu hammed’in Allah’ın Rasulü olduğunu söyler ve buna yü rekten inanırsa, o insan mutlaka cennete girer.”

Hz. Muhammed (sav)

İslâm dinini içi baştan başa ilâhî nurla dolu bir eve benzetirsek, tevhid kelimesi de onun kapısı olur. İnsan nasıl bir eve kapısından girerse, müslüman da tevhid kelimesine sımsıkı sarılarak İslâm’a girer.

Bir insanın müslüman olabilmesi için Tevhid kelime sini söylemesi ve ona kalpten inanması gerekir. “La ila he illallah Muhammeden Rasulullah”

Allah’dan başka tanrı (ilah) yoktur. Muhammed, Allah’ın Rasulüdür;

Bunu söyleyen ve buna inanan insan, icmali bir şe kilde mü’min olur.

Kelime-i Tevhid, bir bakıma dinin özeti demektir.

Hz. Peygamber de, O’nun arkadaşları da insanlara önce tevhid kelimesini öğretirlerdi.

Şehadet Kelimesi:

“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Rasulühü Anlamı: Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka tanrı (ilah) yoktur!

Ve Hz. Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve Rasulüdür!

Şehadet kelimesi, hemen hemen Tevhid kelimesinin

aynısıdır. Arada sadece “şahitlik etmek” farkı vardır. Bir de Hz. Peygamber’in Rasulü olduğunun yanı sıra “Allah’ın kulu” olduğunu belirtir.

Şehadet:

Bir şeye şahit olmak, O’nun varlığını kabul etmek ve O’na candan inanmak demektir. Şehadet kelimesini söyleyen insan,

“Bütün canımla inanıyorum ki, Allah’dan başka tanrı (ilah) yoktur ve Hz. Muhammed (sav) Allah’ın kulu, Rasulüdür” demiş olur.

Böylece dili ile inandığını söyleyen insanın müslüman olduğu kabul edilir. Şehadet kelimesi de Tevhid kelimesi gibidir. Yani İslâm’ın özünü içinde taşımaktadır.

Bunları bir tohuma benzetmek de mümkündür.

Bir tohum nasıl kocaman bir ağacı, dalları, yaprakları ve bütün kısımları ile içinde taşıyorsa, Tevhid ve Şehadet kelimeleri de İslâm Dininin inanç, ibadet ve ahlâk kurallarının bütününü içinde taşır.

Şehadet kelimesini söyleyenin kalbi iman tohumuyla nurlanmış olur. Kalbindeki bu iman tohumunun nuru, günden güne o insanın bütün vücudunu kapla yacak ve onu ilâhi dinin mutluluk saçan parıltılarıyla aydınlatacaktır.

Şehadetin Gereği:

Şehadet kelimesini söyleyerek müslüman olan bir insan, artık Allah’a teslim olmuş demektir. Bu teslimi yetin bir anlamı da, Allah’a ait olmayan inançları, düzenleri ve düşünceleri reddetmektir.

Böylece batıl dinler, kişisel inançlar, şahıslara ait düşünce ve ideolojiler dışlanmış olur.

Bilindiği gibi bazı insanlar, toplumların hayatını düzenlemek için kendi kafalarından yeni teoriler, ye ni sistemler geliştirmişlerdir. Bu insanlar, sistemlerini oluştururlarken sadece kendi akıllarını esas almışlardır. Bu konuda Allah’ın dinini asla hesaba katmamışlardır. Ortaya koydukları düşüncelerin bilimsel olduğunu ileri sürerek insanları aldatmak istemişlerdir.

Günümüzde insanların bir bölümü, bu uydurma düşünceleri, bu sadece akla dayalı sistemleri benimsemişlerdir. Vahiyden habersiz bu uydurma düzenleri savunmaya başlamışlardır. Bu insan ürünü anlayışları, adeta din edinmişlerdir.

Biz bütün bu yalanları, bu uydurmaları reddediyoruz. Yalnız Allah’ın dinine tabi oluyoruz. Sadece İslâm’ı benimsiyoruz. Çünkü biz şehadet etmişiz ki Allah’dan başka tanrı (ilah) yoktur. Yeryüzünde insanları yönlendirme hakkı, âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Müslümanlar böyle inanmak zorundadır.

Şehadetin gereği budur.

Okuma Parçası

Yaratılış Sırrı:

İnsan denince, yeryüzünün en şerefli varlığı akla gelir. Çünkü Allah, insanı akıl, düşünce, kalp ve ruh gibi en yüce duygularla bezemiştir. Bu yüce duygular sayesinde insan, diğer canlılardan ayrılır. Ve onların üs tüne çıkar.

Ancak insanı böyle üstün yaratan Rabbimiz, O’nu başıboş bırakmamış, hayatını bu üstünlüğe göre ayar lamasını istemiştir.

Allah, yeryüzündeki ve gökyüzündeki hiçbir varlı gi boşuna yaratmamıştır. Hepsinin yaratılışında büyük gayeler vardır.

Biz insanlar, bu hikmetlerin bazısını anlarız, bazısı mi da anlayamayız. Çünkü aklımız sınırlıdır. Ve an cak Allah’ın bize bildirdiklerini anlayabiliriz.

Mesela;

Bazı hayvanların etinden, sütünden, yününden ya rarlanırız. Ama bu hayvanlar, sadece bunun için yara tilmış değillerdir. Bizim bilemediğimiz nice görevleri vardır.

Herşeyden önce kendi dilleriyle Allah’ı zikrederler. Çünkü Allah;

“Yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa, hepsi Allah’t tes

bih eder” (Haşır, 24) buyurmuşlardır. İşte bütün varlıkları büyük sebeblerle yaratmış olan Allah, en fazla kıymet verdiği insana da bazı emirler ve bazı yasaklar bildirmiştir.

İnsan, Allah’ın kendisine bildirdiği bu kurallara uyarsa, iki dünya mutluluğunu kazanacaktır. Yarattığı her şeyi yerli yerine oturtan kâinatın Sahibi insanı başıboş bırakır mı?

Yeryüzüne halife kıldığı en büyük sanatını kendi haline terk eder mi?

Şüphesiz hayır;

O halde insanın yaratılış sebebi nedir?

Ve insan yüksek bir varlık olarak görevini nereden öğrenecektir?

Bu önemli soruların cevabını Din verir. Ve din, yani Allah’ın gösterdiği yol, en doğru yoldur.

İnsanın yaratılışını ve insanın kıymetini ancak onun yaratıcısı olan Allah hakkıyla bilir. İnsanın görevini de ancak onu yücelten Allah tayin eder.

İşte şehadet kelimesi, bir insanın Allah’ın buyruklarına karşı ilk itaatı ve ilk bağlanışıdır. Allah’ın düze nini kabullenişinin en güzel ifadesidir. Sanki insan şehadet kelimesini okumakla bu düzenin bütününü kabul etmekte ve şöyle söylemektedir:

“Allah’ım;

Senin kâinatın yegâne sahibi olduğuna inanıyorum. Senin büyüklüğün karşısında eğiliyorum. Ve bundan şeref duyuyorum. Şu andan itibaren Sana bağlanıyorum.

Senin sevgili peygamberin Muhammed Mustafa’nın bütün söyledikleri haktır. Çünkü o, senin kulundur ve Rasulündür.”

Zaten bir insanın müslüman olabilmesi için böyle düşünmesi, yani;

Kendisinin bir kul olduğunu,

Her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu, Allah’ın emirlerine itiraz edilemeyeceğini, Onlara kayıtsız-şartsız inanılacağını,

Ve,

Hz. Muhammed’in Allah Rasulü olduğunu, Kendi kafasından hiçbir şey söylemediğini, Ne söylediyse hepsini Allah’dan aldığını,

Bunun için de onun açık olarak bildirdiği her şeyin hak ve gerçek olduğunu iyice bilmesi ve bunlara can dan inanması gerekmektedir.

Şehadet kelimesini söyleyen insan, bunları kabul etmiş sayılır. Ve artık müslüman olma şerefine ermiş demektir. Bundan sonra onun görevi, kelime-i şehadeti başkalarına da öğretmek olacaktır.

Önce şehadetle kabul ettiği İslam Dinini kendi ha yatıyla yaşayacak, sonra da bu büyük mutluluğu baş kalarına taşıyacaktır.

Çünkü müslüman olmak en büyük mutluluktur. Bitmeyen ve tükenmeyen bir mutluluk…

Zaten Rabbimiz de bu dini, bütün insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaları için göndermiş değil midir?

Ne mutlu inananlara!…

İnanç Yönünden İnsanlar

İman bakımından insanlar birbirlerinden ayrılık lar gösterirler. Bizim burada konu alacağımız ayrılık lar, din ve din kuralları karşısında insanların aldıkları tavırlar yönünden olacaktır. Şüphesiz ki bütün insan lar dine aynı saygı ve aynı bağlılığı duymazlar. İnananlar ve inanmayanlar olduğu gibi, inanır gözüktüğü halde inanmayanlar da vardır.

İnanç yönünden insanlar dört bölüme ayrılırlar:

1. Mü’min

2. Kâfir

3. Münafık

4. Müşrik

Mü’min

“Allah mü’minlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan aydınlıklara götürür.” (Bakara, 257)

İslâm’ın inanç esaslarını olduğu gibi kabul edip, onlara bütün kalbiyle inanan insanlara mü’min denir. İslâm’ın inanç esasları oldukça geniştir:

Allah’ın varlığı, birliği, eşi ve benzeri olmaması,

Yüce sıfatlara sahip oluşu,

Eksik sıfatlardan uzak ve beri oluşu,

Peygamberlikle ilgili meseleler,

Kitaplar, melekler,

Ahiretin varlığı,

Kaza ve kader…

Ve bunlarla ilgili ayrıntılar, hep iman ve itikad esaslarına girer. Bir insanın müslüman olabilmesi için bütün bunlara Allah’ın bildirdiği şekilde inanması gerekir.

Kelime olarak mü’min; “inanan, tasdik ve kabul eden” demektir.

Bugün artık İslâm dininin esaslarına ve prensiple rine candan inanan insanlara mü’min diyoruz. Allah’ın insanlardan istediği de inanmaları ve mü’min olmalarıdır. Çünkü Rabbimiz insanları inanmak ve ibadet etmek için yaratmıştır.

Yeryüzünün en şerefli sıfatı da mü’min olmaktır. Bundan daha büyük kıymet düşünülemez.

Bütün varlıkları dilediği gibi hareket ettiren, onla ra yaşama gücü veren, herşeyin sahibi Allah’a ve O’nun mukaddes dinine inanmak… Yaratılışın gayesi ve meyvesi işte budur. İnsanlığın en üstün derecesi mü’min olmak, yani yaratılışın hakkını ve gereğini yerine getirmektir.

İmanla geçen her gece gündüz gibi aydın Bir taze bahar âlemi her ânı hayatın

Kâfir

“Şüphesiz ki onlar, âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir ola rak ölmüşlerdir. İşte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanla rin lâneti onların üzerinedir.” (Bakara, 161)

İnanmayan, kabul etmeyen, inkâr ve red eden insan lara kâfir denir. İslâm’ın iman esaslarına inanmayıp on lara karşı çıkanlar kâfir olurlar.

Dinin temel esasları birbirleriyle sıkı sıkıya bağlıdır lar. Birbirinden ayrılamaz ve ayrı düşünülemezler.

Bunun için de Allah’ın dinini bütünüyle kabul etme yen insanlarla, onların bir kısmına inanıp bir kısmını yalanlayan insanlar arasında fark yoktur. İman bakı mindan her iki sınıfa da “kâfir” denir.

Bir kimse Allah’a inanır da, peygamberleri veya imanın diğer şartlarından birini kabul etmez ise, yine kâfir olur. Çünkü İslâm bir bütündür, parçalanamaz.

Akla uygun olan da budur. Yani Allah’a inandığını söyleyen bir insan, O’nun gönderdiği peygamberlere de, bu peygamberlerin bildirdiklerine de eksiksiz inan malıdır. Aksi taktirde Allah’ın yalan söylediğini ileri sürmüş olur ki, Kâinatın yaratıcısı bu türlü eksiklikler den yüce ve münezzehtir.

Alemlerin Rabbi olan Allah, yalandan ne kadar da beridir! O, yalan söyleyenleri sevmez, onların cehen neme gireceklerini bildirirken -hâşâ- kendisi yalan söyler mi?

İslâm’ın iman esasları konusu oldukça ciddi bir ko nudur. Bundan dolayı çok dikkatli davranmak gerekir. İnanç konusuna giren bir meselede şaka yapmak, alay etmek de son derece tehlikelidir. Imanı temelinden sarsar!

Ayrıca insanlar, bilmedikleri konularda söz söylemekten kaçınmalıdırlar. Sormadan, araştırmadan dinin inanç esasları hakkında gelişigüzel konuşmak Allah korusun, inancı zedeler.

Bir örnek verelim:

Bir insan bazı ibadetleri yerine getirmeyebilir. Bu, onu dinden çıkarmaz. Allah indinde büyük günah işlemiş olur. Çünkü ibadet Allah’ın emridir. Ama kendi

yapmıyor diye, o ibadeti küçümsemek, ya da onu inkâr etmek, insanı imanın dışına iter. Bu türlü konularda ileri geri konuşmak doğru değildir. Mü’minler bu mevzularda titiz davranmak zorundadırlar.

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde kâfirlerin cehennem ehli olduğunu, onların orada sonsuz olarak kalacakla rini açıklamıştır.

Kafirler için yaşasın cehennem!

Münafık

“Bazı insanlar vardır ki; «Allah’a ve Ahiret gününe inandık» derler. Oysa hiç inanmamışlardır.” (Bakara, 8)

Allah’ın dinini kabul etmiş gibi göründüğü halde kalbiyle inanmayan kimseye “münafık” denir. Münafıkların içleri başkadır, dışları başka. Bu yüz

den de kâfirlerden daha tehlikelidirler. Münafık her şeyden önce iki yüzlü bir insandır. Ya ni insanlara başka türlü görünür, oysa kendisi görün düğü gibi değildir. Başlıca özelliği de insanlar arasın da fitne ve fesat çıkarmaktır.

Kafir, inanmadığını açıkça söyleyen, münafık ise bunu içinde saklayandır. Küfrünü içinde sakladığı için, insanlar onun gerçek durumunu bilemezler ve onun kötülüklerinden kendilerini kolayca kurtaramazlar.

İslâm tarihinde müslümanlara en büyük düşmanlığı da münafıklar yapmışlardır.

Yüce Kur’an bunu ne güzel anlatır:

“Müslümanların yanına geldiklerinde,

– Biz de sizin gibi inanıyoruz, derler.

Şeytanlarıyla başbaşa kaldıkları zaman ise, -Şüphesiz biz sizdeniz (müslümanlarla) alay ediyoruz derler.” (Bakara, 14)

Meşhur münafık Sebe oğlu Abdullah, Peygamberi miz devrinde hep bozgunculuk çıkarmaya çalışmış, İs- lâm Tarihine “lånetli” bir insan olarak geçmiştir.

Münafıklar kalplerindeki inkârı ne kadar gizleseler de, Allah onların durumunu apaçık bilmektedir. Çün kü Allah, kalplerde gizleneni de, açıkça söyleneni de bilir. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

Bazen insanlar, dünya menfaatleri için inanır gözü kürler. Oysa kalplerinde olan sadece inançsızlıktır. Belki bu dünyada iki yüzlülüklerinin geçici faydaları m görürler.

Ama öbür dünyada,

Yapılanların açıkça ortaya döküleceğini gördükleri anda,

İyilik ve kötülüklerin açılıp saçılacağı zamanda,

O büyük hesaplaşma vaktinde şaşıracak ve hayret ten donup kalacaklardır. Bütün yaptıkları bir bir göz lerinin önüne getirilecektir! O zaman: – “Ah… ne olurdu, keşke toprak olsaydık, diyeceklerdir!

İnsanlar bu dünyada ne ekerse öbür dünyada onu biçeceklerdir.

Münafıklar da yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. “Onları şiddetli bir azap beklemektedir!”

Ya olduğun gibi görün, Ya da göründüğün gibi ol!

Müşrik

Allah’a ortak koşan, O’nun birliğini kabullenmeyen insanlara müşrik denir. Kelime olarak müşrik, “şirk” kökünden türemiştir. Şirk ise; benzetme, eş ve ortak tut ma anlamına gelir.

Kâinatın hakiki yaratıcısı olan Allah, bütün varlık lar üzerinde şüphesiz bir kudret sahibidir. Yarattığı her şeye dilediği gibi yön verir. Ve hiçbir şey, O’nun emrinden çıkmaz!

Ama insanları imtihan etmek için, onlara bu dünya ya ait bir izin vermiş, görevlerini de ayrı ayrı bildirmiştir.

İnsanlar bazen Allah’ın kendilerine verdiği bu izni kötüye kullanmış, O’nun yolundan sapmış, hatta O’na ortak koşma cahilliğine kadar düşmüşlerdir.

Yeryüzünde gelmiş geçmiş en büyük aptallık, Allah’a ortak koşmadır! Çünkü o, başlangıcı ve sonu ol mayan sonsuz bir kudrete sahiptir. Ve hiç kimsenin yardimına da muhtaç değildir. Kudreti de bütün varlıkla n içine almıştır.

O’nun izni olmadan bir karınca adımını atamaz! Bir örümcek ağını öremez! Bir arı vızıldayamaz!

Güneşler, aylar, yıldızlar ve bütün yaratılmışlar onun emrindedirler, O’nun hükmüyle hareket ederler! Böyleyken insanların bir kısmı Allah’ın sonsuz kudret sahibi olduğunu unutur, O’na bir takım yardımcılar uydururlar. Halbuki Allah, bütün âlemlerin Rabbidir.

Ortak Koşma Çok Çeşitli Olabilir

Melekleri O’na yardımcı saymak,

Birkaç tane ilah kabul etmek, Baba, oğul, ruh gibi düşünmek,

Tabiat olaylarını gerçek kudret sahibi olarak tanı mak,

Geçici ve ölümlü insanlara tapınmak veya onlardan yardım ummak…

Allah Teala bütün bunlardan yücedir. O şanı yüce olan kudret ve azamet sahibidir.

Putlara tapan insanlar hakkındaki Kur’an-ı Ke rim’deki şu tablo ne kadar derin ve ne kadar çarpıcıdır:

“Allah’ı bırakıp da tapındığınız putlarınız şimdi nerede?” (A’raf, 37)

“Putlar da onlara şu cevabı vereceklerdir:

– Siz şüphesiz yalancısmız! Biz sizi kendimize ibadete ça Šırmadık.” (Nahl, 86)

“Sizin Allah’tan başka taptıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine…” (A’raf, 197)

Allah’a ortak koşma açık olduğu gibi, gizli de ola bilir. Mesela bir insan Allah’a ibadet ederken insanla. rin gözüne girmeyi, onların yardımlarından fayda lanmayı amaç edinirse, şirk koşmuş olur. Buna “gizli şirk” denir.

Çağımızda bir hastalık derecesine varan, Aşırı mal-mülk sevgisi,

Aşırı para ve servet hırsı,

Aşırı şöhret sevdası gibi kötü duygular da gizli şirk sayılmışlardır.

Çünkü İslâm’da ibadet bile “sadece Allah’ın rızası için” yapılır. Yukarıda saydıklarımız da Allah’ın ri- zasına ulaşmak için istenirse iyidir. Ama yalnızca bun lar için delicesine çalışılırsa, çok tehlikelidir. Farkına varmadan insanı şirke götürebilir!

Şirke düşen ne büyük sapıklığa düşmüştür! Mü’min: Yaradılış gayesini anlayan,

Kâfir: Allah’ın verdiği nimeti yalanlayan, Münafık: Allah’ı aldatmaya çalışan,

Müşrik: Putlara ve fani şeylere tapınan insanlardır.

Ne mutlu inananlara!

İmanın Esasları:

İslâm’ın inanç esaslarına candan inanan insanlara mü’min dendiğini öğrenmiştik. Şimdi de kısaca bu inanç esaslarını gözden geçirelim.

Altı ana maddeden meydana gelen bu esaslara “imanın şartları” da denir.

İmanın altı şartı vardır ve bunlar Amentü’de özetlenmiştir. Sırası geldikçe geniş bilgi vereceğimiz imanın şart ları şunlardır:

1. Allah’a inanmak,

2. O’nun meleklerine inanmak,

3. Kitaplarına inanmak,

4. Peygamberlerine inanmak,

5. Ahiret gününe inanmak,

6. Kaza ve kadere inanmak.

Dinimizin iman temelleri işte bu altı şarttan meyda na gelmiştir. Bir müslüman bunların hepsine Allah Teala’nın ve peygamberimizin bildirdiği şekilde inanır.

İnancı Dil İle Söyleme

İmanın özünün kalple kesin olarak kabul etmek olduğunu söylemiştik. Yani insanın bütün kalbiyle inan ması imanı meydana getirir. Bundan da anlaşılıyor ki, inancı dil ile söylemek şart değildir. Bir insan diliyle mü’min olduğunu söylemez ise, bu onun inancına zarar vermez.

Ancak Allah’ın dinine bütün kalbiyle inanan insanınnin, bu inancı dili ile de söylemesinde büyük faydalar vardır. Böylece mü’minler birbirlerini tanımış, aralarındaki sevgi ve kardeşlik duygularını daha fazla geliştir. miş olurlar.

Şayet imanı dil ile söylemekte büyük bir zarara uğ. ramak korkusu var ise, insan inancını gizleyebilir. Bu yük bir tehlikeden kurtulmak için, dil ile inkâr edip, imanı kalpte saklamaya izin verilmiştir.

Bir Örnek

Peygamberimizin saadet devrinde Ammar adında bir mü’min vardı. Ammar, Allah’a ve Rasulüne karşı olan inancını açıkta söylerdi. Bunu duyan müşrikler Onu yakaladılar ve

-“Muhammed’e küfretmediğin sürece seni serbest bırakmayacağız” dediler.

Ammar onların isteklerini yerine getirdi. Dedikle. rini yapınca onu serbest bırakırlar. Ama diliyle onların dediklerini söylerken kalbi kan ağlıyordu. Çünkü kal bi Allah Rasulüne karşı sevgiyle doluydu.

Serbest kalınca hemen Allah Rasulünün yanına koş tu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Çünkü Peygamberi mize karşı müşriklerin dediklerini söylemişti.

Peygamberimiz:

– “Ne haber ya Ammar?” diye sordu.

Ammar’ın gözleri yaşlıydı:

– “Çok kötü ya Rasulullah” dedi. “Seni kötüledim ve müşriklerin ilahlarını hayırla andım.”

Efendimiz yine sordu:

. “Kalbin, kalbin nasıl?”

Ammar kalbinin sesiyle cevap verdi:

-“Kalbim imanla dolu!”

Kainatın efendisi (sav) Ammar’ın gözlerini sildi ve bu yurdular: – “Sana yine eziyet ederlerse, sen yine aynı şekilde hareket et.”

Bu olay, büyük güçlükler karşısında imanın kalpte saklanabileceğini, ortaya koyar.

İman ile Amel Arasındaki İlgi

Dil ile söylemek nasıl iman için şart değilse, amel de şart değildir.

Amel: Dinin güzel emirlerini yapmak, çirkin olan yasaklarından da kaçınmaktır. Yani amel deyince, İs lâm’ın emirlerini ve yasakların, gözetmek, bunlara uygun hareket etmek akla gelir.

İbadetler her ne kadar imandan birer parça değilse de, onların birer Allah emri olduğunu kabul etmek imanın ayrılmaz bir bölümüdür. Yani insan, namaz ve oruç gibi ibadetlerin birer Allah emri olduğunu ka bul etmedikçe, iman etmiş sayılamaz.

Bütün ibadetlerin hayırlı, dinen yasaklanmış olan bütün işlerin de zararlı olduğuna inanmalıdır.

İman ettiği halde, İslâm’ın gereklerini yerine getirmeyen insan, dinden çıkmaz, ama günah işlemiş olur. İşlediği günahın cezasını öbür dünyada çeker.

İşlediği günahtan ötürü tevbe eden mü’mini Allah dilerse affeder. Çünkü O, tevbeleri kabul edendir.

Şurası bir gerçek ki mü’min, dinin gereğini yerine tirmelidir. Amel imandan bir parça değildir diye, ibad lere önem vermeyen insanın hareketi doğru değildir. İmanın kuvvetli bir dereceye yükselmesi için, iba. detlerde titizlik göstermek gerekir.

İbadetler İnancı Kuvvetlendirir Allah’ın emrettiği her güzel hareket imanı kuvvetlendirir.

Sulanmayan bir ağacın günün birinde kuruması mümkün ise, güzel amellerle bezenmeyen bir inan. cin yok olması da mümkündür.

Kalpte iman nurunun parıldaması için, Allah’ın buyruklarına itaat etmek gerekir.

Bir elektrik ampulü düşünelim:

Düğmesini çevirsek de çevirmesek de ampul yine ampuldür. Ama içinde bir ışık görülemez ve bir bakıma körelmiş sayılır.

Hele gece olduğunda düğmeyi çevirmedikçe ampulün hiç bir faydası olmaz ve oda karanlıkta kalır.

İnsanın kalbinde bir Nur halinde bulunan iman da böyledir. Bir insan gerçekten inandıktan sonra, güzel ameller yapmasa da yine mü’mindir. Ama inancının gerektirdiği ameli yapmadığı için, iman nurunu vücudunun bütün zerrelerine taşıyamaz. Ve günün birinde karanlıkta kalma tehlikesi ile karşılaşmış olur.

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakiki imani elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.”

BENZER KONULAR:

İman Nedir? Diyanet

islam iman ihsan nedir kısaca

Answers ( 2 )

    1
    2020-12-19T23:42:29+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    İman; Rabbimiz (cc)’un emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız insanın kendisini teslim etmesidir. Sonunda o teslimiyetin dışında Rabbimizin emrettiği şeyleri fiilayata geçirmek yani ibadet etmek ve nehyettiklerinden yani yasakladıklarından da kendisini olabildiğince sakındırmaktır.

    Şöyle bir örnek verecek olursak; öğrencinin sadece okula kaydolması ile o okuldan mezun olamaz. O okuldan mezun olabilmesi için derslerinde başarılı olması gerekmektedir.

    En iyi cevap
  1. Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    İman, İslam inancında temel bir kavram olup bir Müslüman’ın sahip olması gereken inanç sistemini ifade eder. İman, kalp, dil ve bedenle tasdik edilen bir inançtır ve Müslümanların Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kaderin hayır ve şerrinin Allah’tan olduğuna inanmalarını içerir. İmanın şartları, İslam inancının temel öğretilerini belirler ve aşağıda sıralanan altı ana maddeyi içerir:

    Allah’a İman: Allah’ın varlığına, birliğine, gücüne, hikmetine ve ilminin sınırsızlığına inanmak. Allah’ın tek ve biricik olduğunu, O’nun yaratıcı ve yönetici olduğunu kabul etmek.
    Meleklerin Varlığına İman: Meleklerin varlığına, görevlerine ve Allah’ın emirlerini yerine getirmek üzere onlara verdiği görevlere inanmak.
    Allah’ın Kitaplarına İman: Allah’ın insanlara gönderdiği kutsal kitaplara, bu kitapların içeriğine ve Allah’ın insanlara rehberlik etmek amacıyla gönderdiği peygamberlere inanmak.
    Peygamberlere ve Elçilere İman: Allah’ın seçtiği peygamberlere, onların getirdiği mesaja ve onları insanlara rehber olarak gönderdiğine inanmak. Bu peygamberler arasında Hz. Muhammed (s.a.v) özel bir yere sahiptir.
    Ahiret Gününe İman: Ölümden sonra dirilişe, hesap gününe, cennet ve cehennem gibi ahiret hayatının gerçekliğine inanmak.
    Kaderin Hayır ve Şerrinin Allah’tan Olduğuna İman: Kaderin, iyilik ve kötülüğün kaynağının Allah olduğuna, her şeyin Allah’ın iradesi ve bilgisi dahilinde gerçekleştiğine inanmak.
    Bu altı şart, İslam’ın temel öğretilerini oluşturur ve bir Müslümanın bu inançları tasdik etmesi beklenir. İman, Müslümanların yaşamlarını şekillendiren bir prensiptir ve bu şartları kabul etmek, İslam inancının temelini oluşturur.

Cevapla