Paylaş
Tevbe Suresi 128 129. âyet Fazileti
Question
Ayet ve dua
tevbe suresinin 128 ve 129 ayetlerini kendim için okuyorum istediklerimide katabilirmiyim yoksa herkese ayrı ayrımı okumalıyım. yani bir kere okuyup herkesi katabilirmiyim yoksa herkese ayrı ayrı bir kere mi okumalıyım
Cevap:
128. Ey kavim! Size kendi ırkınızdan Arap, Kureyşli, kadri yüce bir peygamber geldi. Allah’ın risâletini size tebliğ ediyor. Sizin meşakkat çekmeniz ve zorluklara katlanmanız ona ağır gelir. Sizin hidayete ermenizi çok ister. Mü’minlere şefkatli ve günahkarlara merhametlidir. Onlara karşı şefkat ve merhameti fazladır. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, Peygamberi (s.a.v.) kendi sıfatlarından iki sıfatla niteledi.
129. Ey Muhammedi Eğer onlar sana imandan yüzçevirirlerse, de ki: “Rabbim bana yeter, Ondan başka mabud yoktur. Sadece ona güvenirim. Ondan başka hiç kimseden ne korkarım, ne de bir şey beklerim. O, eşyanın en büyüğü olar ve her şeyi kuşatan Arş’m Rabbidir. Arş’ın ne kadar büyük olduğunu “Allah’tan başka kimse bilmez
Cevap:
Tevbe Suresi 128 129. âyetlerin Meali:
128— And olsun ki size sizden bir Peygamber geldi. Meşakkat ve sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; (doğru yolu bulup imân nimeti içinde hayra yönelmenizi) çok arzu eder, mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
129— Buna rağmen yüzçevirirlerse, de ki: Allah bana yeter; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur; ancak O’na güvenip dayanırım. O, büyük Arş’ın sahibidir.
İlgili Hadisler
«Âdemoğulları kuşağının en hayırlısından seçilip gönderildim. Bu hayırlı kuşaklar birbirlerini izleyip durdu, tâki mensup olduğum kuşağa kadar sürüp geldi,»
«Şüphesiz ki Allah Kinane’yi İsmail oğullarından seçti; Kureyşi de Ki-nâne’den seçip çıkardı. Kureyş’ten de Hâşim oğullarını seçip çıkardı. Beni de Hâşim oğullarından seçip çıkardı.»
«Benim beş ismim vardın Ben, Muhammed’im, Ahmed’im. Ben, Allah’ın (beni vasıta kılarak) küfrü mahvettiği Mâhiy’im; ben, Allah’ın beni insanların önünde hasredeceği Hâşır’im; ben benden sonra (beni) takip edecek peygamber olmayan Âkim’im (peygamberler zincirini tamamlayan en son halkayım).»
«Bâtıldan uzak, hakka yönelik koskolay bir din ile gönderildim.»
«Şüphesiz ki bu din kolaylıktır; onun şeriatının tamamı da kâmil anlamda kolaylık ve esenliktir; Allah’ın müyesser ettiği kimseler için de kolaylığın kendisidir..»
«Âdem’den tâ babam-anam beni doğuruncaya kadar hep nikâhtan (doğup) çıktım, zinadan (doğup) çıkmadım. Cahiliye sifah (zina ve haya-sizlığı)ndan bana bir şey dokunmadı.»
«Sizi Cennet’e yaklaştıracak ve Cehennem’den uzaklaştıracak ne varsa hepsini açıklamış bulunuyorum, geriye bir şey kalmamıştır.»
Peygamberimizin (A.S.) Hoşgörüsü
Ebû Hüreyre (R.A.) anlatıyor:
— Bedevilerden biri. Peygamber {A,S.) Efendimize gelerek, kendisine yardım edilmesini istedi. Peygamber (A.S.) Efendimiz bir şeyler verdikten sonra ona : «Sana iyilikte bulunabildim mi?» diye sordu. O da : «Hayır, ne iyilikte bulundun, ne de iyi davrandın», diyerek sert bir cevap verdi. Bunun üzerine Müslümanlardan bir kısmı o bedevinin üzerine yürümek istedilerse de Resûlüllah (A.S.) onlara engel oldu ve kalkıp evine gitti, az sonra da o bedeviyi çağırıp ona : «Sen bize gelip bir şeyler istedin. Biz de sana verdik, bununla beraber dediğini dedin!» buyurduktan sonra bir miktar daha ona yardımda bulundu ve arkasından ona şöyle buyurdu: «Sana iyilikte bulundum, değil mi?» O da, «evet, Allah seni de, ev halkını da, aşiretini de mükâfatlandırsın!» diye duâ etti. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ona : «A bedevi! önce böyle demedin. O yüzden arkadaşlarım sana kızdılar. Kalk da onlara gidelim, burada dediğin sözleri onların yanında da söyle ki, sana karşı kalblerindeki soğukluk kalkmış olsun», diyerek tavsiyede bulundu. Bedevi kabul etti ve ashabın yanına gelerek aynı şeyleri tekrarladı. Bunun üzerine Peygamber (A.S.) Efendimiz ashabına dönerek şöyle buyurdu : «Doğrusu benimle o bedevinin durumu, devesi ürküp kaçan adamın durumuna benzer. Halk ona yardımcı olmak için deveyi izleyince, deve büsbütün ürküp kaçmış. Sahibi onlara: «Benimle devemi baş-başa bırakıp siz aradan çekilin. Çünkü ben ona daha şefkatliyim ve huyunu da daha iyi bilirim», demiş ve kendisi bir tutam ot alıp devesine seslenmiş; böylece devesi ona dönüp gelmiş; o da nevalesini ona yükleyip (yoluna devam etmiştir). Eğer o bedevinin sözüne karşı size uymuş olsaydım, herhalde o Cehennem ateşine girerdi.»
Sizden Size Bir Peygamber Gönderdi
«And olsun ki, size sizden bir peygamber geldi…»
Allah’ın insanlara ilâhi buyruklarını tebliğ ve onları doğruya irşat etmedeki câri sünnetlerinden biri de, onların içinden lâyık gördüğünü seçip risalet göreviyle görevlendirmesidir. Bunun birçok sebep ve hikmetleri söz konusudur ki, onları şöyle özetliyebiliriz :
- a) İnsan aklının ve idrâkinin ölçüsünü belirleyip ortaya çıkarmak,
- b) Daha iyi anlaşıp kaynaşmalarını sağlamak,
- c) Ruhlardaki cevherin ölçü ve değerini izhar etmek için peygamberler insanlardan seçilip gönderilmiştir. Meleklerden seçilip gönderilseydi, gaybe imânın gerçek değeri anlaşılmaz, bir bakıma o değer ortadan kalkar; beşer aklının kıymeti belirsiz olurdu.
O bakımdan, ölenlerin ruhlarıyla mülakatta bulunmaya kapı acık tutulmamış, Peygamberler ve yüksek derecedeki velîler dışında kimselere böyle bir yetki verilmemiştir. [368]
Peygamberler, En Asil Ve En Şerefli Ailelerden Seçilirler
Âyette, Peygamber’in (A,S.) insanlardan ve aynı zamanda ruhlarındaki ezelî mayalarıyla Allah’a dosdoğru imân etme yeteneğini kendinde taşıyan asil kişilerden gönderildiği açıklanıyor. Cenâb-ı Hakk’ın bu konudaki bir diğer sünnetine işaret edilerek insanlar arasından peygamber seçilirken, en asil, en şerefli ve en iffetli, dürüst, ahlâklı ve faziletli ailelere o rahmetin yöneldiği haber veriliyor. Böylece gönderilen peygamber, içinde doğup büyüdüğü çevrenin güvenini kaybetmesin ve geçmişiyle kınanıp ayıplanmasın diye ilâhî tedbir ve takdir uygulanır. O bakımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Allah’ın bu ezelî sünneti gereği, Mekke’nin en asil kabilesi Kureyş’ten ve en iffetli, soylu ve faziletli hanedanı sayılan Hâşim oğul-
larından seçilmiştir. Onun için hiçbir Mekkeli Ona soy, şeref, asalet, fa-zîlet ve doğruluk hususlarında dil uzatamamış ve ayıplayacak açık bir tarafını bulamamıştır. Kur’ân’ın 10. sûresi, 16. âyetinde bu inceliğe temasla şöyle buyurulmuşîur: «Elbette bundan önce aranızda bir ömür bulundum; artık aklınızı kullanmaz mısınız?»
Konunun baş kısmında naklettiğimiz ilgili hadîslerle de gönderilen peygamberin şerefli ve iffetli bir aileden seçildiği açıklanmış bulunuyor.
Peygamberimizin Mü’minlere Karşı Sınırsız Sevgi Ve İlgisi..
«Meşakkat ve sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; (doğru yolu bulup imân nimeti içinde hayra yönelmenizi) çok arzu eder; mü’mînlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.»
Kur’ân ilgili âyetle, savaş ve açlığın verdiği sıkıntı ve meşakkate dikkatleri çekerek, Peygamberin (A.S.) mü’rninlere olan sınırsız merhamet ve şefkati karşısında o sıkıntı ve meşakkatin pek önemsiz kalacağına işaret ediyor ve böylece Rahmet Peygamberinin üç önemli vasfını açıklıyor:
1— Mü’minlerin meşakkat ve sıkıntıya uğraması Ona cok ağır gelir.
Bu, savaş ve benzeri sıkıntıların ferahlık getireceğine ve külfetsiz nî-met olmayacağına işarettir.
2— Mü’minler üzerinde titreyip durur; onların imân doğrultusunda hayır ve iyiliğe, güzel ahlâk ve fazilete yönelmelerini çok arzu eder.
Bu, Allah yolunda atılan her adımın hayra, iyiliğe, saadete ve mutluluğa yönelik olduğunu hatırlatır. Hz. Peygamber’in (A.S.) sünnetinde de bu hikmetin yattığına işaret edilir.
3— Mü’minlere karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.
Bu, Hz. Peygamberin (A.S.) söylediği her sözde, başlattığı her işte, attığı her adımda şefkat ve merhamet mayasının hâkim bulunduğuna işarettir.
Bunca yüce hasletlere, ilâhî inayetlere rağmen Hz. Peygamberi (A.S.) anlayamadıkları. Onun kutsi âlemden getirdiği ilâhî rahmeti idrâk etmeyip yuz çevirdikleri takdirde, Allah (c.c.) Peygamberine elverir. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her hâl-ü kârda yalnız Rabbına güvenip dayanır. O bakımdan, Ona inanıp İslâm’a giren kendi lehine inanmış olur; yüz çeviren de kendi aleyhine bir sonuç doğurur. Resûlüllah (A.S.} ise, görevini kusursuz yapmanın huzur ve mükâfatını görür. Çünkü O, her zaman azizdir, Allah katında değerlidir ve şereflidir; üstündür ve ilâhî te’yide mazhardır. Nitekim bazı kıraatlerde «aziz» ayrı bir sıfat, «aleyhi ma anittüm» de ayrı bir sıfat olarak belirlenmiştir.
Hz. Fatıma (R.A.)dan yapılan rivayette ise, «enfüsiküm» yerine «enfe-siküm» okunmuştur. O takdirde mana şöyle olur: «Size sizin en nefisinizden bir peygamber geldi ki, O azizdir. Sıkıntıya uğramanız onun aleyhine bir sonuç doğurur, onu üzer.»
Böylece Allah’a ait REÛF, RAHÎM ve AZÎZ sıfatları, az değişik bir mana atmosferi içinde Cenab-ı Resûlüllah (A.S.) hakkında kullanılmış oluyor ki, bu onun Allah katındaki derece ve yüceliğini, yakınlık ve itibarını en güzel şekilde ifade eder. Allah dilediğini aziz kılar; dilediğine geniş rahmet kapılarını açar. Çünkü ilâhî rahmet ve inayetten maksat, insan unsurudur. Peygamberlerin bu rahmet ve inayete mazhar olarak görevlendirilmelerinden de maksat yine insan unsurudur. Önemli olan o rahmet ve inayetten nasıp almaktır. [370]
Tarihî Bir Olay
Ashab-ı Kiramdan Zeyd bin SâBit (R.A.). Kur’ân’ın sûre ve âyetlerini indiği ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz tarafından tertiplenip belirlendiği gibi toplayıp mushaf haline sokarken, Haris bin Huzeyme (R.A.), Tevbe sûresinin sonundaki bu iki âyetle Hz. Ömer’e (R.A.) geldi. Hz. Ömer (R.A.) ona, «Seninle beraber bu iki âyeti bilen başka biri var mı?» diye sorunca, o, «Bilemiyorum, ancak Allah’a yemin ederim ki, bu iki âyeti Resûlüllah (A.S.) Efendimizden işittim, kulak verip ezberledim!» Diyerek bir yanlışlık yapmadığını anlatmak istedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) şöyle dedi: «Şeha-det ederim ki, bu iki âyeti ben de Peygamber (A.S.) Efendimizden işittim. Eğer iki değil, üç âyet olsaydı, onları başlıbaşına bir sûre sayardım!» Hz. Ömer (R.A,), bu sözleriyle hem Hâris’i tasdik etmiş, hem sözü edilen iki âyetin önemine parmak basmış, hem de onların Tevbe sûresinden iki âyet olduğunu belirtmiştir.
Nitekim Zeyd b. Sabit (R.A.) de bu konuda diyor ki :
«Berat (Tevbe) sûresinin son iki âyetini Huzeyme b. Sabit veya Ebû Huzeyme’nin yanında buldum.»
Abdullah b. Zübeyr’in (R.A.) rivayetinde Hz. Ömer’e gelen zatın Haris b. Huzayme olduğu, diğer rivayette ise, Zeyd b. Sâbit’in (R.A.) sözü edilen iki âyeti Huzayme b. Sabit veya Ebû Huzayme’nin yanında bulduğu belirtilmektedir. Böylece farklı isimler rivayet edilmiştir. Allah daha doğrusunu bilir. Ancak olayın sıhhatında şüphe yoktur. Zira ashab-r kiramdan önemli bir cemaatin de bu iki âyeti ezbere bildikleri kesinlik kazanmıştır.
el-Hasen diyor ki:
«Kur’ân’dan en son inen, bu iki âyettir. Bunlardan sonra âyet inmemiştir.»
Übey bin Kâb (R.A.) diyor ki :
«Kur’ân’ın Allah’tan en son gelen parçası, bu iki âyettir.»
Tabiinden Saîd b. Cübeyr de aynı görüştedir. Diğer ilim adamlarına göre, Kur’ân’ın ne son inen âyeti. Bakara sûresinin 281. âyetidir;
Tevbe sûresine, yaptıkları andlaşmaları bozan müşriklere Allah ve Resulü tarafından ültimatom mahiyetinde verilen dört aylık süre ilân edilerek başlandı ve her türlü kolaylaştırıcı şartlara ve imkânlara rağmen Hak’tan yüzcevirenler olursa, Allah’ın Hz. Muhammed’e (A.S.) yeterli yardımcı olduğu, O’ndan başka hiçbir ilâhın olmadığı açıklanarak noktalandı.
Benzer Konular:
Answer ( 1 )
Tevbe Suresi’nin 128. ve 129. ayetleri, İslam’da önemli bir fazileti ifade etmektedir. Bu ayetlerde şöyle buyrulur:
“Rabbinin mağfiretine ve cennetine koşun. Hem o, genişliği göklerle yer kadar olan cennetin hazırlanmış olduğunu size duyurdu. Nitekim Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.”
Bu ayetlerde, Müslümanlara Rablerinin bağışlamasına ve cennetine yönelmeleri emredilmektedir. Cennet, Allah’ın müminlere vaat ettiği sonsuz mutluluk ve nimetlerle dolu olan ebedi yaşam mekânıdır. Bu ayetler, müminlere dünya hayatındaki geçici zevk ve hırslardan sıyrılarak ahiret hayatına odaklanmaları gerektiğini hatırlatır.
Bu ayetlerdeki fazilet, müminlerin Allah’ın mağfiretine ulaşmak ve cennetini kazanmak için gayret göstermeleri gerektiğini vurgular. Mağfiret, Allah’ın günahları affetmesi ve rahmetini esirgememesi anlamına gelir. Müminler, tevbe ve istiğfar yoluyla günahlarından tövbe edip Allah’ın mağfiretini umarak ve iyi işler yaparak bu fazilete ulaşabilirler.
Bu ayetler, müminlerin dünyadaki hayatlarını sadece maddi hırslara odaklamayıp ahiret hedefini göz önünde bulundurmaları gerektiğini hatırlatır. İslam inancına göre, bu dünya geçici bir imtihan yeridir ve gerçek hayat ahirettedir. Bu nedenle, müminlerin ibadetlerini yerine getirerek, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışarak ve iyi davranışlar sergileyerek ahiretteki ebedi mutluluğu elde etmeye çalışmaları önemlidir.
Tevbe Suresi’nin 128. ve 129. ayetleri, müminlere ahirete yönelmeleri, Allah’ın mağfiretini ummaları ve cenneti kazanmaları için bir teşvik ve hatırlatmadır. Bu ayetler, müminlerin manevi hedeflerini korumalarına ve İslam’ın temel prensiplerine uygun bir şekilde yaşamalarına yardımcı olur.