Hucurat Suresi Meal ve Tefsir

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Selâmun aleyküm,

Hucurat Suresi 10-18. ayetlerinin mealini ve tefsirini yazabilir misiniz? Teşekkürler

Answers ( 2 )

    0
    2021-03-16T16:54:09+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal
    This answer was edited.

    Hucurat suresi meal ve tefsiri

    MEAL

    10 Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kar­deşlerinizin   arasını düzeltin ve   Allah’tan korkunki esirgenesiniz.

    11 Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir toplu­luğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar   kendilerinden daha iyidirler.   Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tev-be etmezse işte onlar zâlimlerdir.

    12 Ey îman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusuru­nu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştir­mesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşla­nır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan kor­kun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.

    TEFSİR

    1. Mü’minler sadece birbirlerinin kardeşleridir. İman bağı onları birleştirmiştir. Aralannda düşmanlık, kin, buğz ve savaş olması onlara yakışmaz. Tefsirciler şöyle der: Ayetteki edatı hasr ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: Kardeşlik sadece mü’minler arasında­dır. Bir mü’min ile bir kâfir arasında kardeşlik olmaz. Ayette, İslam kardeş­liğinin soy kardeşliğinden daha kuvvetli olduğuna işaret vardır. Öyle ki, İs­lâm kardeşliği olmayınca, soy kardeşliğine itibar edilmez. O halde, mü’min kardeşlerinizin arasım düzeltin. Aralarında ayrılık çıkma­sına ve kinin etkili olmasına fırsat vermeyin. Allah’ın emirlerine sarılarak ve nehiylerinden kaçınarak O’ndan korkun ki, rahmeti sizi kuşatsın cennet ve rızasına nail olmakla mutlu olasınız.

     

    1. Ey mü’min­ler topluluğu! Ey iman sıfatnı taşıyan ve Allah’ın kitabını ve rasulünü tas­dik eden mü’minler! Hiçbir grup başka bir grupla, hiçbir kimse başka bir kimseyle alay   etmesin. Belki, kendisiyle   alay edilen, alay edenlerden Allah katında daha iyidir. “Nice saçı başı dağınık, toz toprak içinde, yırtık elbiseli kişi vardır ki, Allah’ı şahit göstererek yemin etse, Allah onu doğru çıkarır. Kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesin. Umulur ki, kendisiyle alay edilen, Allah katında, alay eden­den daha üstündür. Birbirinizi ayıplamayın ve birbirinizi kötü lakapla çağırmayın. Müslümanlar bir tek şahıs gibi ol­dukları için, Yüce Allah, “kendinizi” buyurdu. Daha önce mü’min iken, insanın sonradan fâsık olarak isimlendirilmesi ne kötüdür. Beyzâvî şöyle der: Bu âyette, müslumanların birbirlerini kötü lakapla çağırmalarının fâsıkhk olduğuna ve fâşıklıkla imanı bir arada bu­lundurmanın çirkin görüldüğüne delâlet vardır. Kim yaptığı ayıplama ve kötü lakap ile çağırmadan tevbe etmezse, işte on­lar, kendilerini azaba attıkları için zâlimlerin kendileridir.

     

    1. Ey mü’minler! Aile efradınızı ve insanları itham etmekten, hainlikle suçlamaktan ve haklarında kötü zanda bulunmaktan sakının. Yüce Allah âyet-i kerimede “birçoğundan sakı­nın” buyurdu ki, insan, her türlü zanda ihtiyatlı olsun, hemen ona karar ver­mesin, aksine iyice inceleyip tahkik etsin, Kuşkusuz, bazı zanda, sahibinin azaba müstehak olacağı bir günah vardır. Hz. Ömer (r.a) demiştir ki: Mü’min, kardeşinin söylediği bir sözü, hayra yorumlayabiliyorsan, sakın o söz hakkında hayırdan başka bir zanda bulunma” Müslümanların mahrem konularını araştırmayın, onların ayıplarının peşine düşmeyin. Birbirinizi arkadan, hoşlanmayacağı kötü bir şeyle anmayın. Bu âyet, gıybetin adiliğini ve çirkinliğini öyle bir benzetme ile anlatmıştır ki, gıybetin çirkinliği, bundan daha etkili bir şeyle ifade edilemez. Yani, sizden biri, ölü haldeki müslüman kardeşinin etini yemek ister mi? Tabîî olarak bundan hoşlan­madığınız gibi, dinin emrine uyarak da gıybetten hoşlanmayın. Çünkü gıy­betin cezası, ondan daha şiddetlidir. Yüce Allah, gıybet etmeyi, Ölü halde bulunan kardeşin etini yemeğe benzetti. Bırakın kardeş olmasını, bırakın Ölü halde bulunmasını, insan, insan etini yemekten hoşlanmayınca, onun, gıybetten de bu şekilde veya daha fazla hoşlanmaması gerekir. Allah’tan korkun, emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle azabından sakının. Yüce Allah, kendisinden korkan, tevbe eden ve O’na dönenler için tevbeyi çok kabul eden ve rahmeti bol olandır. Bu âyette, insanın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemesi için, hatayı itirafa, tevbe etmeye ve yapılan hatadan hemen pişmanlık duymaya teşvik vardır
    En iyi cevap
    0
    2021-03-16T16:56:58+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    MEAL

    13 Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.   Ve birbirinizle tanışmanız için   sizi mîlletler ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah ya­nında en değerli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberi olandır.

    14 Bedeviler, “İnandık” dediler. De ki: Siz îman etmediniz, ama “İslâm olduk” deyin. Henüz îman kalb-lerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat eder­seniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

    15 Mü’minler ancak Allah’a ve ResûPüne îman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolun­da mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte doğru­lar ancak onlardır.

    16 De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

    17 Onlar İslâm’a girdikleri için sana minnet edi­yorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakma­yın. Eğer doğru kimselerseniz bilâkis sizi îmana erdir­diği için Allah size minnet eder.

    18 Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.

     

    ————TEFSİR———-

    1. Bu hitap bütün insanlaradır. Yani, ey insanlar! Biz sizi kudretimizle bir tek asıldan yarattık ve bir anne ve babadan meydana getirdik. Bu sebeple, ne baba ve atalarla övünmek ne de soy-sop saymak yoktur. Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem ise topraktandır. Sizi milletlere ve çeşitli kabilelere ayırdık ki, aranızda tanışma ve kaynaşma meydana gelsin, düşmanlık ve ayrılık ol­masın. Mücâhid der ki: İnsan, nesebini tanısın da, “falan kabileden falan oğlu falan” denilsin diye böyle yaptık. Buradaki şeklinde idi. Hafiflik sağlamak için o lerin biri hazfedildi. Şeyhzâde şöyle der: yani, sizi millet ve kabilelere ayırmasmdaki hikmet, babalar ve atalarla övünmeniz değil, birbirinizin nesebini tanımanız ve onu babasından başkasına nisbet etmemenizdir. Neseb, soylu bir kadının halktan birisiyle evlendirilmeyecek derecede, her ne kadar örf ve şeriat bakımından muteber ise de, ondan daha büyük ve şerefli olan iman ve takva ortaya çıktığında ne­sebe itibar edilmez. Nitekim, güneş doğduğunda yıldızlar görünmez. İnsanlar soy ve sopla değil, ancak takva ile birbirlerinden üstün olur. Kim, dünyada şeref, âhirette makam isterse, Allah’tan korksun. Nitekim1 Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kimi, insanların en değerlisi olma vasfı sevindiriyorsa, Allah’tan korksun” Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur: “İnsanlar ikidir. Biri, iyi ve takva sahibi, Allah katında da değerli bir adam. Diğeri ise kötü, bedbaht ve Allah katında değersiz bir adamdır. Kuşkusuz Allah, kullarını bilen ve on­ların gizli ve aşikâr işlerini görendir. O, takva sahibi ve günahkârı, iyiyi ve kötüyü bilir: “Kendinizi temize çıkarmayın. Allah, kötülükten sakınanı daha iyi bilir”

     

    1. Bedevîler iman ettiklerini iddia ettiler. Ey Muhammed! Onlara de ki: Şüphesiz, henüz iman etmiş değilsiniz. Çünkü iman, güven ve kalp huzuru içinde tasdik etmektir. Hal­buki bu sizde yok. Öyle olsaydı İslamı kabul etmenizi ve savaş yapma­manızı Rasulullah (s.a.v)’m başına kakmazdamz. Fakat, “öldürülme ve esir edilme korkusuyla müslüman olduk” deyin. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Esedoğullarından bir grup hakkında inmiştir. Bunlar kıtlık yılında Medine’ye gelmiş ve müslüman olduklarını açıklamışlardı. Bunlar Rasulullal (s.a.v)’a: “Mallarımızı ve çoluk çocuğumuzu sana getirdik. Falan ve falar oğullarının seninle savaştığı gibi, biz seninle savaşmadık” diyorlar ve bı davranışlarıyle zekat istiyor ve İslama girmelerini Peygamber’in (s.a.v. başına kakıyorlardı. Bu âyet, imanın, zahiren teslim olma ve boyun eğme­den ibaret olan İslamdan daha üstün bir mertebe olduğunu göstermektedir Oysa ki, iman henüz kalbinize girmedi. Henüz onur hakikatma ulaşamadınız, lafzı, birşeyin olacağını beklemeyi ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: İslamm güzelliklerini gördüğünüz vt imanın tadını tattığınız zaman iman kalbinize girecek. İbn Kesîr şöyle der Bu âyette anlatılan Bedevîler münafık değildi. Onlar ancak kalplerim iman iyice yerleşmemiş müslümanlardı. Ulaştıkları makamdan daha üstür bir makam iddiasında bulundular, dolayısıyle bu hususda onlara edep öğretildi. Eğer, Buhârî’nin dediği gibi, münafık olsalardı, şiddetle kmann ve rezil edilirlerdi. Sadık bir sami­miyet, tam bir iman ve peygamberin başına kakmama suretiyle, Allah’a ve rasulüne itaat ederseniz, Allah size mükafatınızdan hiçbir şeyi eksik ver­mez. Kuşkusuz Allah, mağfireti büyük ve rahmeti bol olandır. Çünkü ve kalıpları çokluk ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah, imanlarında sadık olan kâmil mü’minlerin sıfatlarım anlatmak üzere şöyle buyurdu:

     

    1. İman iddiasında sadık olan mü’minler, ancak, Allah ve Rasulünü tasdik eden, Allah’ın birliğini ve Rasulünün pey­gamberliğini kamil bir iman ve kesin bir inançla ikrar edenlerdir. Sonra imanlarında şüpheye düşüp sarsıntı geçirmeyen, bilakis tasdik ve ke­sin iman üzerine kalanlar, Allah yolunda ve onun rızası uğruna mallarını ve canlarını feda edenlerdir. İşte, iman iddiasında doğru olanlar onlardır. Yüce Allah kâmil müminleri üç sıfatla niteledi. Birincisi, Allah ve Rasulüne kesin iman. İkincisi, şek ve şüpheye düşmemek. Üçüncüsü, mal ve can ile cihâd etmek. İşte kim bu sıfatları kendinde toplarsa, o gerçek mü’mindir.

     

    1. Bu soru, inkâr ve kınama ifade eder.Yani, Ey Muhammed! Onlara de ki: Kalplerinizde ve içinizde olanı Allah’a haber mi veriyorsunuz? Oysa Yüce Allah, kulların bütün hallerini bilir. Göklerde de, yerlerde de hiçbir şey O’na gizli kalmaz. Allah, ilmi geniş olan ve herşeyi gözetleyendir. Ne bir zerre ağırlığı ne de bundan daha küçük veya daha büyük hiçbirşey O’ndan uzak kalmaz.

     

    1. Ey Muhammed! Müslüman olmalarım sana yapılmış bir ihsan sayıyorlar. O ihsana karşılık Övgü ve senayı gerekli görüyorlar. Onlara de ki, “Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Çünkü onun faydası size aittir. Eğer iman iddianızda doğru iseniz bilin ki, sizi imana er­dirdiği ve onda sabit kıldığı için, size en büyük minnet Allah’ın hakkıdır.

     

    1. Kuşkusuz Allah, göklerde ve yerlerde gözlere görünmeyeni bilir. Allah, kulların amellerinden haberdardır. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz. Yüce Allah bütün kâinatı bil­diğini ve bütün mahlukatı ilmiyle kuşattığını tekrar haber verdi ki, ilminin, genişliğini gizli ve açıkta, zahir ve bâtında büyük küçük her şeyi kuşattığı­nı göstersin
  1. Anonim avatarı
    0
    2021-03-18T21:28:37+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Allah (c.c) razı olsun ama tefsiri okurken gözüme çarpan harf ve kelime hataları oluyor, müsait bir zamanınızda düzeltmenizi rica ederim.

Cevapla