Paylaş
Hucurat suresi Allah’ın emir ve yasakları
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Hucurat suresinde Allah’ın koymuş olduğu yasakları
Hucurat suresindeki emir ve yasaklar nelerdir madde madde
1- İnsanlarla alay etmenin yasaklanması.
“Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasın. Belki (alay edilenler) kendilerinden daha hayırlıdır.” Yani ey Allah ve Rasulüne (s.a.) iman edenler! Erkeklerden oluşan bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki alay edilenler Allah katında alay edenlerden daha hayırlıdır. Yahut Allah nezdinde hakir görülenin kadri, kendisini hakir görüp alay edenden daha büyüktür. Belki Allah onu daha çok sevmektedir. İşte bu hareket kesin olarak haramdır. Şu sözde olduğu gibi bu ayette de yasaklama ve haram kılma hükmünün illeti zikredilmiştir:
Şiir: Fakiri küçük görme sakın, belki zaman yükseltirken onu, eğilir diz çökersin sen.
“Belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdır.” sözü yasaklama hükmünün illet ve sebebini ortaya koymaktadır.
Hakim ve Hilye’de Ebu Nu’am’m Ebu Hüreyre’den rivayet ettikleri bir hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Saçı başı dağınık, toz içerisinde, elbisesi yırtık ve insanların gözlerinden ırak nice insanlar vardır ki Allah için bir şey yapacağına yemin etse (Allah) onu muhakkak yerine getirir.”
Ahmed ve Müslim’in rivayetinde hadisin lafzı şöyledir: “Kapılardan kovulmuş, saçı başı dağınık nice insanlar vardır ki Allah için bir şey yapmaya yemin etse (Allah) onu mutlaka yerine getirir.”
Normalde kadınlar da erkeklerle birlikte buradaki hitabın şümulüne girseler de söz konusu yasaklamanın onlara şamil olmadığı vehmini gidermek için yasaklama onlar için de ayrıca zikredilmiş ve böylece yasaklamanın manası kadınlar için de vurgulanmıştır. Bu yapılırken şöyle bir üslûp kullanılmıştır. Önce erkekler hakkındaki yasaklama nass olarak zikredilmiş, kadınlar hakkındaki yasaklama ise ona atfedilmiştir. Alay etmek çoğunlukla bir topluluk içinde yapıldığı için burada çokluk kipi kullanılmıştır. Ayette kadınlar da kadınlarla alay etmesin denilmiştir. Belki onlardan alaya maruz kalanlar alay edenlerden daha hayırlıdır.
Buradaki yasaklama hükmü sadece erkek ve kadın topluluklarına tahsis edilmiş değildir. Tek tek fertlere de şamildir. Zira yasaklamanın illeti geneldir. İllet umumi olduğu için hükmün de umumi olması gerekir.
Müslim İbni Mace Ebu Hüreyre’nin şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:
Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Tealâ sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.” Dolayısıyla ayrıcalık ancak kalbin ihlâsı, gönül temizliği ve amellerin sadece Allah için yapılmasıyla elde edilebilir. Ne dış görünüş ve servetle, ne renk ve suretle, ne de soy ve cinsle bir ayrıcalık kazanılabilir.
2- İşaretle ve sözle ayıplamanın yasaklanması.
“Birbirinizi ayıplamayın.” Yani insanları ayıplamayın, birbirinize kötü söylemeyin, söz ve fiille veya işaretle alay etmeyin. Allah Tealâ kaş göz hareketleriyle veya söz ve fiille müminlerin ayıplanmasını, insanın kendisini ayıplaması gibi kabul etmiştir. Zira müminler tek bir nefis gibidirler. Bir mümin kardeşini ayıpladığında sanki kendisini ayıplamış gibidir.
Bunun bir benzeri de şu ayettir: “Nefislerinizi öldürmeyin.” (Nisa, 4/29). Yani birbirinizi öldürmeyin.
Ahmed ve Müslim Numan b. Beşir’den O da Rasulullah (s.a.)’dan şöyle rivayet etmişlerdir: Rasulullah (s.a.) buyurmuştur ki: “Müminler bir insan gibidirler. Baş acı çektiğinde hepsi acı çekerler, göz acı çektiğinde yine hepsi acı çekerler.”
Sözle ve fiil ile alay edenler kötülenmişlerdir. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
“Sözle ve fiille alay edenlere yazıklar olsun.” Hemz fiille, lemz ise sözle olur. Allah Tealâ “Çokça ayıplayan ve durmadan laf götürüp getiren kimselerden hiçbirine itaat etme.” (Kalem, 68/11) ayetinde bu vasıfla muttasıf olan kimseleri ayıplamıştır. Bu ayetin manası şöyledir: Bunlar insanları hakir görüp kötü söz söyler ve onlarla alay ederler ve sözle ayıplama manasına gelen koğuculuk için insanlar arasında koşuştururlar.
“Suhriyye” kelimesi ile “lemz” kelimeleri arasında şöyle bir fark vardır: Güldürücü bir şekilde bir şahsı onun yanında mutlak olarak hakir görmek suhriyyedir. Lemz ise ister onun yanında ister arkasından olsun güldürücü veya başka bir tarzda bir kimsenin kusurlarına dikkatleri çekmektir. Buna göre lemz, suhriye kelimesinden daha geneldir. Genellik ifade etmesi için âmm (umumi) olan şeyin hâss (özel) olan şeye atfedilmesi kabilinden lemz, suhriye kelimesine atfedilmiştir.
3- Bir şahsı işittiğinde hoşlanmayacağı kötü lakaplarla çağırma.
“Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.” Yani bir müslümanın kardeşine fasık, münafık diye hitap etmesi veya müslüman olan birine Yahudi veya Hristiyan demesi yahut bir kimseye köpek, eşek, domuz diye hitap edilmesi gibi birbirinize kızdırıcı kötü lakaplar takmayın. Sözü geçen ifadelerle hitap eden kişi tazir cezasına çarptırılır. Âlimler ister kendisinin veya babasının, isterse annesinin veya kendisine nispet edilen herhangi bir şahsın bir vasfı olsun, bir insana hoşlanmadığı bir lakabın verilmesinin haram olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Ayette geçen tenabüz bu ad takma fiilinin birden fazla kişi arasında olduğunu gösterir. Bu kelimenin kullanılmasının sebebi şudur: Onlardan her biri diğerine hemen kötü bir lakapla mukabelede bulunur. Yani bir kimseye kötü lakapla çağırma onun da aynı şekilde mukabelede bulunmasına yol açar. Sözlü ayıplama böyle değildir. Zira çoğunlukla bir taraf böyle bir davranışta bulunur.
Bu genel hükümden bir kimsenin kendisinin kötü kabul etmediği bir lakapla meşhur olması durumu istisna edilmiştir. Bu durumda böyle lakapların bir şahıs için kullanılması caizdir. Hadis ravilerinden A’meş (şaşı) ve A’rac (topal) isimleri buna misal gösterilebilir.
Övgü ifade eden lakapların verilmesi haram ve mekruh değildir. Nitekim Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) eski manasına gelen “Atik” lakabı, Hz. Ömer’e (r.a.) hakla batılı ayıran manasına gelen “Faruk”, Hz. Osman’a iki nur sahibi manasına gelen “Zünnureyn”, Hz. Ali’ye de toprak sahibi manasına gelen “Ebu Türab[43] Halid b. Velid”e Allah’ın kılıcı manasına gelen “Seyful-lah”, Amr b. Assa İslâm’ın dahisi manasına gelen “Dahiyet’ül-İslâm” lakabı verilmiştir.
“imandan sonra faşıklık ne kötü bir isimdir.” Yani iman ettikten ve tevbe ettikten sonra bir kimseye fasık, kâfir veya zinakâr denilmesi veya imana girdikten sonra fasık diye zikredilmesi çok çirkin bir vasıftır. Buradaki fasıklıktan maksat, cahiliye ehlinin İslâm’a girdikten ve İslâm’ı iyice anladıktan sonra yaptıkları gibi çirkin lakaplarla insanların birbirlerini çağırmalarıdır. Burada özellikle bir kimseye çirkin lakaplarla hitap edilmesinden hasıl olan fasıklık sıfatının imanla bir arada bulunması zemme-dilmiştir. Söz konusu davranış fasıklık kabul edilerek bunun kötülüğü ortaya konmuş ve bu davranış çok iğrenç gösterilmiştir. Böylece söz konusu yasaklamanın illet ve sebebi ortaya konmuştur.
“Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” Allah’ın yasak kıldığı bu üç davranıştan dolayı (alay etme, ayıplama, kötü lakaplarla çağırma) tevbe etmeyen kimseler zalimlerdendir. İtaattan sonra isyan etmeleri ve kendi nefislerini azaba maruz bırakmaları yüzünden başkaları değil de nefislerine zulmedenler bizzat onlardır.
Asilerin burada zulüm sıfatıyla vasfedilmelerinin sebebi şudur: Bir kimsenin yasak olan şeyi yapmada ısrar etmesi küfürdür. Zira yasaklanan bir hususu emredilen bir şeymiş gibi yapması sebebiyle bir şeyi konulması gereken yerin dışında başka bir yere koymuş olmaktadır.
4- Suizannın yasaklanması ve haram kılınması:
“Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” Yani Ey Allah ve Rasulünü (s.a.) tasdik edenler! Zannın çoğundan uzak durun. Çünkü bunlar arasında hayır sahibi kimseler hakkında suizanda bulunmak gibi bazıları vardır ki işte bizzat bunlar kötüdür. Zira bu, dış görünüş itibariyle doğru, salih ve emin olan bir kimseyle alâkalıdır.
Açıktan sarhoş olan veya fahişelerle zina edenler gibi açıktan günah işleyen kimseler hakkında onlardan uzak durmak ve onların tuttuğu yoldan sakınmak ve sakındırmak için suizan beslemek caizdir. Ancak bu zannın sözle ifade edilmesi gerekir. Çünkü içteki zannın söylenip açığa vurulması günahtır.
Sonra Allah Tealâ hayır yapan kimseler hakkında suizanda bulunmak veya mümin bir kimse hakkında kötü bir düşünceye sahip olmak gibi bir kısım zanlann günaha düşürmesini zanda bulunma yasağının illeti olarak göstermiştir. Nitekim Allah Tealâ başka bir ayette de şöyle buyurmuştur: “Böylece siz kötü bir zanda bulundunuz ve helak olmayı hak eden bir kavim oldunuz.” (Fetih, 48/12).
Mümin kimseler hakkında suizanda bulunulmasını haram kılan birçok hadis-i şerif varid olmuştur:
İbni Mace Abdullah b. Ömer’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasu-lullah’ı (s.a.) Kabe’yi tavaf ederken gördüm. Şöyle diyordu: “Sen ne hoşsun, kokun da ne kadar hoş. Sen ne büyüksün, hürmetin de ne kadar büyük. Muhammed’in nefsini kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki müminin hürmeti onun mal ve canı Allah katından senin hürmetinden daha büyüktür.” Bir mümin hakkında ancak hüsnüzanda bulunmak gerekir.
İbni Abbas bu ayet hakkında şöyle demiştir:
Allah Tealâ bir müminin bir mümin hakkında hüsnüzan dışında bir düşünceye sahip olmasını yasaklamıştır.
İmam Malik, Buhari, Müslim ve Ebu Davud Ebu Hüreyre’nin şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Rasulullah (s.a.) buyurmuştur ki: “Zandan sakının ha. Çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır. Birbirinizin mahrem hallerini araştırıp soruşturmayın, birbirinizle çekişmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kızmayın ve birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.”
Müslim ve Tirmizi’nin başka bir rivayeti de şöyledir: “Birbirinizle alâkanızı kesmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinize kızmayın, birbirinize haset etmeyin. Kardeş olun ey Allah’ın kulları! Bir müslümana diğer bir müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.”
5- Mahrem hallerin araştırılmasının haram kılınması:
“Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın.” Yani müslümanların mahrem hallerini ve kusurlarını araştırıp da onların gizlediği şeyleri açığa çıkarmaya çalışmayın. Onların sırlarına muttali olmak istemeyin. Tecessüs, gizli olan kusurların ve mahrem şeylerin araştırılmasıdır. Tahassüs ise haber araştırmak, hoşlanmadıkları halde bir topluluğun sözlerini dinlemek veya kapı arkasından konuşulanlara kulak vermektir.
Ebu Davud, Ebu Berze el-Eslemi’nin şöyle dediğini nakletmiştir: Rasulullah (s.a.) bize bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu: “Ey kalplerine iman girmediği halde dilleriyle mümin olduklarını söyleyenler! Müslümanların mahrem hallerini araştırmayın. Müslümanların mahrem hallerini araştıran kimseyi, Allah, kendi evinde rezil rüsvay eder.”
Taberani Harise b. en-Numan’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin (hoş olmayan) üç huyu vardır: Uğursuz sayma,[44] haset etme ve suizanda bulunma.” Bir adam “Ya Rasulallah! Bu özelliklere sahip kimselerin bunlardan kurtulmalarını sağlayacak şeyler nelerdir?” deyince Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Haset etmişsen Allah’a istiğfar et. Zanda
bulunmuşsan onun zaten hakikati yoktur. Bir kuşun uçmasını uğursuz say-mışsan geç git.”
Yine Ebu Davud, Ebu Ümame ve diğer sahabelerden Rasulullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Bir hükümdar insanlardan şüphe duyarsa şüphesiz onları ifsad eder.”
Ebu Gılabe şöyle demiştir: Hz. Ömer e Ebu Mihcen es-Sakafi’nin evinde arkadaşlarıyla içki içtiği haber verilince derhal oraya gitti. İçeri girince bir de baktı ki onun yanında sadece bir kimse var. Ebu Mihcen Hz. Ömer’e “Senin böyle yapman helâl değildir. Çünkü Allah tecessüsü yasaklamıştır.” deyince Hz. Ömer dışarı çıkıp orayı terketti.
6- Bir kimsenin arkasından hoşlanmadığı şeyleri söylemek manasına gelen gıybetin haram kılınması:
“Birbirinizin gıybetini yapmayın. Hiç sizden bı^nı olu kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksindiniz… Yan: birbirinizin arkasından hoşlanılmayan şeyleri söylemeyin. İster bu arkadan konuşma açıktan ister işaret vb. şeylerle olsun farketmez. Gıybeti yapılan kimse bundan rahatsızlık duyar. Bu hüküm bir kimsenin din ve dünyasında ahlâk ve fıtratında, malı, evlâdı, zevcesi, hizmetçisi, giysisi vb. hakkında hoşuna gitmeyen her sözü içine alır.
Ebu Davud, Tirmizi ve İbni Cerir’in Ebu Hureyre’den rivayet ettikleri bir hadiste Rasulullah (s.a.) gıybetin ne olduğunu açıklamıştır. “Rasulul-lah’a Ya Rasulallah! Gıybet nedir?” denildi Rasulullah (s.a.): “Kardeşini hoşlanmadığı bir şekilde zikretmendir.’ buyurdu. Peki söylediğim şey kardeşimde varsa?” denilince Rasulullah (s.a.) ‘Şayet söylediğin şey onda varsa onun gıybetini yapmış olursun. Yok söylediğin şey onda mevcud değilse ona iftira etmiş olursun.” buyurdu.
Ebu Davud Hz. Aişe’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.)’e “Safiyye’nin şu şu özellikleri (kusur olarak! sana yeter. Yani o kısa boyludur.” dedim. Bunun üzerine Rasulullah s.a. şöyle buyurdu: “Sen öyle bir şey söyledin ki bu sözün deniz suyuna karıştırılacak olsa onu bulandırırdı.”
Sonra Allah Tealâ gıybetten nefret ettirmek için gıybeti ölü insanın etini yemeye benzetmiştir. Sizden birisi hiç ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan nasıl tiksindiyseniz bir kimsenin arkasından kötü konuşmaktan da aynı şekilde kaçının. Allah Tealâ gıybeti ölü insanın bedenini yemeğe benzetmiştir. Bu teşbihi insanları gıybetten tiksindirmek için yapmıştır. Zira insan etinin yenmesinin dinen haram olması bir yana zaten insanın tabiatı buna karşı bir tiksinti duyar.
Bu ayet gıybetin dinen haram ve çirkin olduğuna delâlet etmektedir. Bu sebeple gıybetin haramlığı konusunda icma vardır. Gıybet eden kimsenin Allah’a tevbe etmesi ve gıybet ettiği kimseden de helâllik dilemesi ge-
rekmektedir. Bu hükümden ancak cerh ve tadil ile vaaz ve nasihatte olduğu gibi fayda tarafı ağır basan konular istisna edilmiştir. Buhari’nin Ai-şe’den rivayet ettiği bir hadis buna misal gösterilebilir: Günahkâr bir adam huzuruna gelmek için izin istediğinde Rasulullah (s.a.) “Aşiretinin ne kötü bir mensubudur! Ona izin verin.” buyurmuştur. Aynı şekilde Rasulullah’m (s.a.) Fatıma b. Kays’a söylediği sözü de fayda tarafı ağır bastığında bir kimsenin arkasından konuşulabileceğine misaldir. Rasulullah şöyle buyurdu: “Ebu Cehm’e gelince o sopasını omuzundan indirmez. Muaviye ise malı olmayan bir fakirdir.
Gıybetin haram kılınması, insanlık onurunun korunmasıyla yakından alâkalıdır. Bu durum birçok sahih hadiste değişik açılardan ifade edilmektedir.
Buhari ve Müslim’in Ebu Bekre’den rivayet ettikleri bir hadiste Rasulullah (s.a.) veda hutbesinde şunları söylemiştir: “Şu içinde bulunduğunuz gün, şu ay ve şu belde nasıl muhterem ise şüphesiz kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle size muhterem ve mukaddestir.”
Ebu Davud ve Tirmizi Ebu Hüreyre’nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Müslümanın malı, namusu ve canı başka bir müslümana haramdır. Bir müslüman kardeşini tahkir etmesi, bir kimseye şer olarak yeter.”
Yine Ebu Davud, Ebi Bürde el-Belvi’nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Ey kalplerine iman girmediği halde dilleriyle iman ettiklerini söyleyenler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hallerini araştırmayın. Müslümanların mahrem hallerini araştıran kimsenin de Allah mahrem hallerini araştırır. Allah kimin mahrem hallerini anştırırsa kendi evinde onu rezil rüsvay eder.”
“Öyleyse Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul edici ve çok merhamet edicidir.” Yani size emrettiği ve yasak ettiği şeylerde Allah’tan sakının Allah’ı gözetip O’ndan korkun. Gıybetten tiksinip uzaklasın: Şüphesiz Allah Tealâ kendisine tevbe edenin tevbesini kabul eder ve tekrar kendisine yönelen kimseye de çok merhamet eder.
Alimlerin çoğunluğuna göre gıybet eden kimsenin tevbe ederken takip edeceği yol şöyledir:
a) Gıybet etmeyi terketmeli.
b) Bir daha o günaha dönmemeye kesin olarak karar vermeli.
c) Yaptığına pişman olmalı,
d) Gıybetini ettiği kimseden helâllik dilemeli.
Bazı alimler ise şöyle demişlerdir: Gıybet edenin gıybetini yaptığı kimseden helâllik dilemesi şart değildir. Zira gıybetini yaptığını ona bildirmesi halinde belki de öncekinden daha çok o kişiye rahatsızlık vermiş olabilir. Öyleyse gıybet eden kimsenin gıybet ettiği meclislerde aynı şahsı övmesi ve mümkün oldukça gıybete konu olan hususun onda bulunmadığını söylemesi gerekir.
Nitekim Ahmed ve Ebu Davud Muaz b. Enes el-Cüheni’den şöyle rivayet etmişlerdir: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Gıybet eden bir münafığa karşı bir mümini koruyan kimseye Allah kıyamet günü onu cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kötülemek maksadıyla bir mümin hakkında bir şey uyduran kimseyi Allah, söylediği şeyden sıyrılıp çıkıncaya kadar cehennem köprüsünde hapseder.
Diğer Sitelerimiz:
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Hucurat Suresi; adeta adabı muaşeret konularını içermektedir. Hucurat Suresinde bulunan ayetlerden bazılarına örnek verecek olursak;
Allah ve Rasulü’nün önüne geçmeyin, geçirmeyin” ayeti önemi ve değeri ne olursa olsun kişinin hiçbir kimsenin irade ve rızasını, Allah ve Rasulü’nün irade ve rızasının önüne geçirmemesi, onu buna tercih etmemesi önceliği ilahi irade ve rızaya vermesi anlamına gelmektedir.
Yine Hucurat Suresindeki bir diğer ayette şöyle buyuruyor Rabbimiz (cc);
“Herhangi bir fasık size haber getirecek olursa onu iyice tahkik edin doğruluğunu araştırın.” Rabbimiz (cc) fasığın getirdiği haberin araştırılmasını emrediyor. Haberin kabulü için haber getirenin ve ravinin adil yani doğru olmasını şart koşuyor.