Peygamberimizin tebliğ görevi ve aşamaları

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Peygamberimizin tebliğ görevi nedir kısaca

Peygamberimizin teblig gorevi ve asamalari

peygamberimizin tebliğ metodu

HZ.MUHAMMED (s.a.s.)’İN NÜBUVVETTEN ÖNCEKİ YAŞANTISI ve İLK VAHİY

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in esas tebliğ ve daveti hakkında kanaat sahibi olabilmek için, onun nübüvvet öncesindeki yaşantısına kısaca göz atmakta yarar vardır. Zira her ne kadar onun tebliğ sorumluluğu, Peygamberlikten sonra başlamışsa da, önceki yaşantısı da bu tebliğ ve daveti kolaylaştıracak özelliklere sahiptir. Bu husus bir hadiste şöyle anlatılmaktadır: “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.”

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in babası Abdulmuttalib oğlu Abdullah; annesi ise, Abdumenaf oğullarından Vehb’in kızı Amine’dir. Babası ile annesinin nesebi altinci cedleri olan İbn-i Kilab’da birleşmektedir.295 Böylece Hz. Muhammed (s.a.s.)’in nesebi en şerefli bir neseb zinci riyle 24. göbekte Hz. İbrahim (a.s.)’e ulaşmaktadır.296 Resûlullah’ın nesep zincirini teşkil eden bu ailelerin tamamı İslâm’daki nikâh akdi gibi bir akidle evlenen soylu kişilerin neslinden gelmiştir. Babası onun doğumundan birkaç hafta önce vefat etmişti. Bu yüzden anne si Âmine ve dedesi Abdülmuttalib onunla meşgul oldular. Her Pey gambere nübüvvet verilmeden önce bazı olağanüstü olaylar ihsan edilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.) için de nübüvvetten önce yaşan tısıyla iç içe olan şu mucizelerin verildiğini görüyoruz: Doğumunda annesinin sancı çekmemiş olması, sünnetli doğması, melekler tara findan yıkanması, sağ omzunda nübüvvet mührünün bulunması, sü tannesinden emerken bir memeyi diğer sütkardeşine bırakması, bir bulutun onun üzerinde dolaşarak gölgelemesi ve göğsünün melekler tarafından açılarak hikmet ile doldurulması.

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Ebû Kasım ve Ebû İbrahim gibi kün yeleri vardı. Ayrıca çok övülen anlamında Ahmed, Allah’ın kendisi sebebiyle küfrü yok ettiğinden Mahi, ondan sonra Peygamber gelmeyeceğinden Akib, bütün insanlar onun huzurunda haşrolunacakları için Haşir, Rahmet Peygamberi, Tevbe Peygamberi, Fatih, Taha, Yasin ve Hatemü’n- Nebiyyîn gibi isimleri de vardır.

Peygamberimiz (s.a.s.)’in doğduğu günlerde Mekke’de geçerli olan âdete göre, yeni doğan çocuklar bir sütanneye verilirdi. Hz. Muham med (s.a.s.) de Sa’d bin Bekr kabilesinden Halime isminde bir kadına verildi. Halime, geleceğin Peygamberi olan bu çocuğu emzirmekten ve ona hizmet etmekten çok memnun kalmıştı. Evinde bolluk ve bereket meydana geldi. Böylece sıkıntılı olan ailevi hayatı bile düzelmiş ti. Nihayet dört yaşına girince Halime onun başına bir olay geleceğin den endişe ettiği için, tekrar Hz.Amine’ye teslim etmeye karar verdi.  Altı yaşına kadar annesi Âmine ile dedesi Abdulmuttalib’in himaye sinde kaldı. Bir müddet sonra annesi onu yanına alarak, Medine’de bulunan dayıları Beni Neccar oğullarını ziyarete gitti. Ne yazık ki bu ziyaret esnasında annesi Âmine de rahatsızlanarak Ebva köyünde vefat etti. Böylece Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında bir çocuk iken anne ve babadan yetim kaldı. Tekrar Mekke’ye döndüğünde dedesi nin himayesine girdi. Dedesi Abdülmuttalib onu çok seviyor ve her türlü iyilikte bulunuyordu. Kâbe’nin gölgesinde bulunan ve kendisine ait hiç kimsenin üzerinde oturamadığı minderde onu ağırlar ve severdi. Oysaki o kendi çocuklarını bile buraya oturtmazdı. Allah Kur’ân’da bu durumu Hz. Muhammed (s.a.s.)’e nübüvvet geldikten sonra şöyle hatırlatmıştı. “O. Seni yetim bulup barındırmadı mı?”

Dedesinin himayesinde iki yıl kaldıktan sonra, dedesi de vefat etti. Böylece sekiz yaşından sonra amcası Ebû Talib’in himayesine girdi. Esasen dedesi vefat etmeden önce Ebû Talib’e vasiyet etmişti. Ebû Talib de bu tavsiyeye uyarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’i yanına aldı. Onu seviyor ve koruyordu. Onunla birlikte bazı gezilere katıldı. Ömrünün her döneminde ve gittiği her yerde İslâm ahlâkının en güzel örneğini gösterdi. Çünkü Rabbi, onu en güzel şekilde terbiye etmişti. Bu ör nek ahlâkından dolayı “Muhammedü’l-Emin” lâkabini almıştı. Daha sonra İslâm’ı tebliğ esnasında bu unvanın çok faydasını görmüştür.

Hz. Muhammed (s.a.s.), 25 yaşına varınca Hatice ile evlendi. Hz. Hatice ile birlikte nübüvvetten önce on beş yıl devam eden bu aile hayatı güzel örneklerle doludur.

İşte Allah tarafından ilâhî tebliğ görevinin kendisine verildiği 40 yaşına kadar nasıl hareket ettiğini en yakını olan eşi Hz. Hatice şöyle anlatmıştır: “O, yakınlarına yardım ederdi. Ailesini korurdu. Ha yatını şerefi ve alın teriyle korurdu. Başkalarını doğru yola sevk ederdi. Yetimleri himaye ederdi. Sözün doğrusunu sever ve desteklerdi. Emanete hiyanet etmezdi. Acı ve felakete uğrayanların yardımına koşardı. Fakirlere iyilik eder ve herkese şefkatli ve merhametli davranırdı.

Hz. Peygamber (s.a.s.), nübüvvet mesajını kırk yaşında iken al mıştır. Bunun için Allah ona nübüvvetten önce yalnız başına kalıp inzivaya çekilmeyi sevdirmiştir. O da yalnız başına kalmayı tefekkür ve tezekkür etmeyi tercih ediyordu. Geçtiği güzergâhlarda bulunan ağaç, taş ve cansız varlıklar ona selam veriyorlardı. Hz. Âişe (r.a.)’nin rivayetine göre Resûlullah sık sık rüyalar görüyordu. Bu rüyaları sa bahin gün ışığı gibi ortaya çıkıyordu. Evinden dışarıya çıktığı zaman Kâbe’ye uğrayıp yedi kez tavaf yapmadan eve dönmezdi. 300 Önceden var olan cömertliği daha da artmıştı. Karşılaştığı ve gördüğü herkese ikramda bulunurdu.

Yine bir Ramazan ayında yanına azığını alarak inzivada Allah’a iba det, itaat ve O’nu tefekkür amacıyla Hira mağarasına gitmişti. Onun bu hali devam ederken Cebrail (a.s.), bir gece ona şu ilâhî vahyi ge tirerek Peygamberliğini müjdeledi “Yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile) oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku ve öğren! İnsana bilmedik lerini öğreten ve kalemle yazdıran Rabbin ekremdir (en cömerttir). ”

Hz. Muhammed (s.a.s.) bu emir karşısında heyecanlanarak, o ana kadar duymadığı ve görmediği böyle bir emri okuyamayacağını söyle miştir. Fakat Cebrail (a.s.)’in israrlı teklifi ve üç kez tekran sonucunda o da aynısını okudu. Ancak bu olay karşısında duyduğu heyecan ne ticesinde hemen Mekke’ye dönmeye karar verdi. Eşi Hatice’den bir yatak hazırlamasını ve dinlenmek istediğini bildirdi. “Ya Hatice! Beni sıkıca örtünüz!” dedikten sonra istirahate çekildi. Daha sonra olup biten bu olaylardan, önce, en yakını Hz. Hatice’yi haberdar etti.

Davet ve Tebliğin Başlangıcı

Hz. Muhammed (s.a.s.), Hira’da nazil olan ilk vahiyden sonra Mekke’ye dönerek bir müddet beklemeye başladı. “Rabbinin adıyla oku mealindeki ayet, bütün irşat, tebliğ ve hayrın başlangıcıdır. Artık insanları sapıklıktan, cehaletten, küfürden ve batıl inançtan; tevhide, nura, hakka ve kesin bir teslimiyete çağırma düşüncesi hâkim olmaya başlamıştı.

Semavi dinlerden birine mensup olan bilginler, Peygamberimiz (s.a.s.)’in ilâhî bir emirle mücehhez kılındığını ve bütün beşeriyete hidayet kaynağı olacağını ispatlayan sıfatları tanımaya ve görmeye başladılar. Bunlardan Rahib Cercis şöyle diyordu: “Bu gelen kişi, in sanların efendisidir. Âlemlerin Rabbinin elçisidir. Allah, onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir.” Kureyş’ten bazı kimseler, Rahib’e bunu nasıl bildiğini sorduklarında şu cevabı aldılar: “Onun geçtiği güzergâhın çevresinde bulunan bütün taşlar ve ağaçlar secdeye va nyorlar. Bunlar ancak bir Peygambere secde edebilirlerdi. Ayrıca iki omzunun arasında bir de “Nübüvvet mührü” vardır.” Yine o tarihte yaşlı, aynı zamanda dinler konusunda büyük bir otorite sahibi olan Varaka bin Nevfel ise Hz. Muhammed (s.a.s.)’in risaleti hakkında şöy le konuşmuştu: “Ey Muhammed, sana müjde olsun. Şehadet ederim ki sen Meryem oğlu İsa’nın haber verdiği Nebi’nin ta kendisisin. Sana gelen melek. Hz. Musa’ya gönderilen Namus-u ekberdir. Sen insan lara gönderilmiş bir Peygambersin, sen gelecekte risaletini tebliğ et mek için cihat ile emredileceksin. Eğer o güne kavuşmuş olsaydım seninle birlikte mutlaka cihat etmek isterdim. Kadi Iyad ise; Peygambere, Allah’tan nazil olan vahyi nübüvve tin: ayni vahyin tebliğ edilmesini de risaletin bir gereği olduğunu bildirmiştir. Nübüvvet ve risalet bir insanın bedenindeki sağ ve sol elleri gibidir. Biriyle alır, diğeriyle verir. Bu yüzden risaletin tebliğinde temkinli ve dikkatli olmak esastır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de davet ve tebliğin başlangıç noktasini tespit ettikten sonra, Kur’ân Kerim’in ayetlerinden de anlaşıldığı gibi, onu dört safhada gerçekleştirmeyi uygun görmüştür:

1- Davet ve tebliğe başlamadan önce, sevk ve idare yönünden ruhen hazır olma safhasıdır. Zira tebliğ ve davet için emir ve yetki almak, temiz ve arındırılmış bir ruh üstünlüğüne kavuşmayı gerektirir. Hz. Muhammed (s.a.s.), bu ilâhî görevi aldıktan sonra Kur’ân’in em riyle davet ve tebliğ konusunda hazırlık merhalesini tamamlamıştır. “Ey örtünüp bürünen (Resûlüm)! Geceyi, tamamen değil de, yarısını yahut yarıdan az eksiğini veya fazlasını yatmadan (ibadetle) geçir ve Kur’an’t tanetane oku. ”

Yüce Allah, bu ayetlerle Hz. Peygamber (s.a.s.)’e risaleti verdikten sonra, görevi icra etmeye davet ederek ilk vahyin şiddetinden duydu ğu korku ve heyecanı teskin etmek istemiştir. Bu, Allah’ın bir lütuf ve ihsanidir  Daha sonra Yüce Allah’ın şu emriyle, tebliğ görevi tevdi ediliyor. “Kalk, artik (insanları) uyar.

2- En yakın akraba ve hısımlarına davet ve tebliğde bulunması safhasıdır. “Önce en yakın hısımlarını uyar. ” Tebliğin yakınlarına ulaş tırılmasının başlangıç noktası olarak kabul edilen bu emirden sonra Resûlullah önceki Peygamberler gibi, sabah-akşam, gece-gündüz, uzak-yakın, harp ve sulh ani demeden davette bulundu.

3- Mekke ve bütün Arap âlemini içine alan davet ve tebliğ safhası. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’ân vahyettik. ” Mekke’de Kâbe bulunduğu için burası şani büyük bir şehirdir. Orada ve çevresinde yaşayanların çoğunluğu Arap kavmi idi. Böylece davet ve tebliğe Mekke’nin merkezinde başlayarak diğer Arap kabilelerine doğru açılması daha uygundur.

4-Tebliğin bütün insanlığa ulaştırılmaya çalışıldığı safhası. Kur’ân-ı Kerim ayetleri nazil oldukça tebliğin halkası o ölçüde genişliyordu. Bu husus Kur’ân’da şöyle açıklanmaktadır: “Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.”

İslâm’in tebliğ devrelerini teşkil eden bu dört merhaleden ilki aile, akraba ve dostlarını içine alan gizli tebliğ devresidir. Diğer iki merhale ise açıktan yapılan tebliğ devreleridir. Her tebliğ dönemi, bir önceki ne göre daha kapsamlı olmuştur.

Gizli Tebliğ Devresi

Hz. Peygamber (s.a.s.)’e Hira’da ilk vahiy gelince derhal Mekke’ye döndü. Karşılaştığı bu olayı korku, heyecan ve merak içinde, sade ce eşi Hatice’ye anlattı. Hatice ise; bir yandan onu teskin etmeye çalışırken, diğer yandan da amcası oğlu Varaka bin Nevfel’e giderek durumu ona aktardı. İki yakın akraba, meseleyi ciddi olarak değer lendirdikten sonra bu durumun risaletin bir başlangıcı olduğunu müjdelemişlerdi. Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.), maruz kaldığı bu olayın heyecanını ve ağırlığını henüz üzerinden tam atamamıştı. Korku, en dişe, hayret ve meraklı bekleme devam etti. Bu ilk vahiyden sonra bir fetret dönemi başladı.

Hz. Muhammed (s.a.s.), bu fetret döneminde gelişmeleri gizlilik içinde takip etti. Hz. Hatice’nin aile içinden verdiği destek, özellikle amcası oğlu Varaka bin Nevfel’den aldığı haber ile onu teselli etme ye çalıştı. Cebrail (a.s.)’in yeniden şu vahyi getirmesiyle nübüvvetini tekrar teyit ederek onu davet ve tebliğ ile vazifeli kıldı:

“Ey bürünüp sarinan (Resûlüm)! Kalk artık (insanları) uyar. Sadece Rab bini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terk et. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbin için sabret.” Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi Yüce Allah artık Hz. Peygamberin insanlara imani tebliğ etmesi ni emretmektedir. Çünkü Resûlullah ikinci kez vahyi getiren Cibril-i Emin ile daha iyi ünsiyet temin etmiştir. Böylece tebliğ. Allah tara findan verilmiş bir görev oldu. Bunu tatbik etmekten vazgeçemezdi. Örtüsüne bürünüp istirahat etmek yerine, uyanmak, kalkmak ve halkı irşat etmek daha uygundu.

Tebliğin gizlilik döneminde nazil olan ayetlerle Resûlullah’in uhde sine görev ve sorumluluk olarak verilen şu hususlar tavsiye edilmiştir:

1- İnsanların içine düştükleri küfür, şirk ve cahiliyye alışkanlıkları nin çirkinliğine dikkat çekilerek bu duruma mani olmak için çalışma ya başlaması.

2- İnsanların bu tehlikeli durumdan kurtarılması için öncelikle iman ve hidayet yoluna davet edilerek herkesin uyarılması.
3- İman ve hidayete karşı koyarak şirk ve küfürde israr edenlerin ilahi bir korku ve azap ile ikaz edilmesi.

4- Halkın inanmaya davet edildiği Yüce Allah’ın anılmasını kalp ve dil ile ikrar edilerek imanın hakikatinin herkese duyurulması.

5- Tevhid akidesi gönüllere yerleşip ruh temizliğine kavuştuktan sonra; beden, elbise ve çevresini ilgilendiren diğer bedenî ve fiziki temizliğe önem verilmesi.

6- Azap ve sorumluluk gerektirecek her türlü isyan, günah ve haramın terk edilmesi.

7- İnsanlara yapılan bu tebliği ve hizmeti çok görerek vazgeçil memesi.

8- Tebliğ ve davet görevi yerine getirilirken zorluklar ve sıkıntılarla karşılaşmak mümkün olduğundan, her zaman sabir gösterilmesi, düş manların haksız eza ve cefaları karşısında tahammül gösterilmesi.

Hz. Peygamberin Tebliğine İlk Muhatap Olanlar

Gizli tebliğ dönemi, yaklaşık üç yıldır. Hz. Muhammed (s.a.s.) bu sürede, kendisine gelen vahyi en yakınlarına tebliğ etmeye hazırlanıyordu. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde taptıkları putların ve tabi oldukları babalarının örf ve âdetlerinin yanlış olduğunu açıklayarak ortağı ve benzeri olmayan tek Allah’a inanmaya çağırıyordu. Tebliğin bu ilk döneminde İslâm nurunun üzerine doğduğu ilk insanlar, eşi Hz. Hatice, amcası oğlu Hz. Ali ve Hatice’nin azadlı kölesi Zeyd bin Haris’tir. Bunların dışında iman şerefiyle ilk tanışan ise, Hz.Ebu Bekir’dir. Aslında Ebû Bekir nübüvvetten önce de Hz. Peygamberin dostu idi. Puta tapmak ve içki içmek gibi cahiliyye devri alışkanlık larından uzaktı. Resûlullah’ın tebliğini duyunca tereddüt etmeden huzura gelip kelime-i şehadeti okuyarak hemen iman etti. Hz. Mu hammed (s.a.s.) onun hakkında şöyle buyuruyor: “İmanı tebliğ ettik lerimin her biri önce tereddüt eder, benden mühlet isterdi. Fakat Hz.Ebubekir müstesnadır. O, hiç tereddüt etmeden iman etti.” Daha sonra Resûlullah’in gizli tebliğ döneminde; Osman bin Afvan, Zübeyr bin Avvam, Abdur rahman bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkas ve Talha bin Ubeydullah gibi sahabiler de iman etmişlerdir. Burada hatırlatılması gereken önemli bir husus, Resûlullah’ın tebliğ ettiği bu insanların hiçbirine karşı baskı ve zor kullanmadığı gibi onları memnun edecek maddî bir servete de sahip değildi. Aksine bunlardan bazıları Hz. Muhammed (s.a.s.)’den daha zengin idiler. İman edince sıkıntıları daha da artacaktı. Fakat onlan bu hayırlı yola sevk eden, Allah’ın hidayetinden başka bir şey değildir.

Gizli tebliğ devresinde Hz. Peygamberin üzerinde durduğu tevhid akidesi, iman esaslarının bir özeti şeklindedir.

1- Ulühiyyet: Yüce Allah’ın varlığının tebliği,

2- Vahdaniyyet; Allah’in tek olduğu, ortağı ve benzerinin bulunmadığının tebliği.

3- Risalet; yani Peygamberin Allah tarafından gönderilmiş bulunması.

Hz. Peygamberin Açıktan Tebliğe Başlaması

Hz. Muhammed (s.a.s.) ilk üç yılında tebliğ ve daveti gizli yapmış tır. Çünkü birlikte yaşadığı Mekke halkı onun tebliğ edeceği itikadi konuları kabul edecek olgunlukta değildi. Resûlullah’a inanmış, fakat sayıları sınırlı mü’minlere her zaman müşriklerden bir tehlike gelebi lirdi. Bu yüzden ibadet etmek isteyen Müslümanlara Mekke’nin kenar yerindeki bir vadide namaz kılmaları tavsiye edilmişti.

Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisine iman edenlerin sayısı otuz kişiyi aşınca, onları irşat etmek maksadıyla bir araya toplamayı uygun gör müştü. Diğer yandan müşrikler de mü’minlere karşı zulüm ve baskıla rini artırmaya başlamışlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.). mü’minlerin bu tehlikeli durumdan etkilenmemeleri için, onları ilk Müslümanlardan Erkam bin Ebi’l Erkam’in evinde toplayarak İslâm’ın iman esaslarını tebliğ etmeye devam etti.
Daha sonra Kur’ân’daki şu ayetler nazil olunca tedricen de olsa, açıktan tebliğ dönemine girildi. En yakın akrabalardan başlanarak tebliğin açıklanması ve müşriklere karşı açıkça tavır konulması isten di. “Önce en yakın hısımlarını uyar. Sana uyan mü’ minlere kanadını indir. ” “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir. (Seninle) alay edenlere karşı biz sana destek olmaktayız. ” Bu ayetlerin nüzulünden sonra tebliğin ikinci merhalesi olan açıktan ve toplu hâlde tebliğe başlamıştır. Ancak şu kadar var ki ferdi tebliğ ve gizlilik içinde teş kilatlanma bir müddet daha devam etmiştir. Örneğin, hicret olayı nın hazırlıkları bile gizlilik tedbirleri içinde yapılmıştır. Özellikle Hz. Ömer’in Müslüman oluşuna kadar bu durum hissedilir şekilde devam etmiştir. Hz. Ömer’in iman etmesinden sonra ilâhî emirlerin açıktan tebliğ edildiği kesinlik kazanmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s.), bu ilâhî emirlerden sonra müşriklere iti bar etmeden istihza ve dedikodularını önemsemeden ve onlardan korkmadan açıktan tebliğ merhalesini başlattı. Önce Kureyş soylarını Safa tepesine davet ederek, onlara nübüvvetini açıkça duyurmaya karar verdi. Bütün Kureyş soylarına haber verildi. Herkes Safa tepesi ne toplandı. Çağırılanların hepsi geldi. Hasta ve mazereti olanlar yer lerine bir vekil göndermişlerdi. Daha sonra Peygamberimiz (s.a.s.)’e eza ve işkence etmekle tanınan Ebû Leheb bile gelmişti. Bu esnada Resûlullah yüksek bir yere çıkarak bütün Kureyş soylarını tek tek say dıktan sonra şöyle hitap etti: “Ey Kureyş! Ben size şu tepenin arkasında birtakım düşman süvarileri vardır, sizin üzerinize baskın yapmak istiyorlar diye haber versem, bana inanır mısınız?” dedi. Topluluk;

– Evet inanırız. Biz senin yalan söylediğini görmedik. Yapılan her tecrübede doğru sözlü olduğunu gördük dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Öyle ise ben, sizi, şiddetli bir azap ile karşılaşmadan önce uyarıyo rum. Ben, Allah tarafından size gönderilmiş bir elçiyim. O’na hamd eder ve O’ndan yardım dilerim. O’na iman eder ve O’na güvenirim. O, zatında birdir, eşi ve benzeri olmadığına şahitlik ediyorum. Kendisinden başka hiç bir ortağı olmayan O Allah adına yemin ederim ki ben size özel, diğer bütün insanlara da umumi olarak gönderilmiş bir Peygamberim. Allah’a yemin ederim ki siz uykuya dalar gibi öleceksiniz, uykudan uyanır gibi de yeniden dirileceksiniz. Cennet ve Cehennem de daimi ve haktır.” Bu hitabetten sonra Ebû Leheb ayağa kalkarak:

-“Yazık sana! Bundan sonraki günlerde hüsrana uğrayasın! Bizi bu konuşma için mi burada topladın?” dedi. Ebû Leheb’in Hz. Peygamber’in tebliğine karşı söylediği bu yakışıksız, haksız ve galiz sözler üzerine şu âyet nazil oldu: “Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da malı ve kazandıkları onu kurtaramadı. O, alevli bir ateşe girecek. ”

Böylece İslâm’ın tebliğinde yeni bir dönem başladı. Resûlullah Mekke’de bazı kabileleri ziyaret ederek onların sorumlularına ve hal kina, Kelime-i tevhidi tebliğ etmeye başladı.

Tebliğ, İman İle Başlamaktadır

İslâm’in tebliğ ve gelişmesinde iman esasları daima öncelikli ko nular arasında yer almıştır. Çünkü kalbin herhangi bir konuda azim ve sebatla mutmain olması için sağlam bir inançla hakikatı benimsemiş olması gerekir. Bu inancın temeli ise Allah’ın varlığına inanmaktır. Zira Allah’a iman, dinin bütün prensiplerine iman ederek, emir ve yasaklarına riayet etmek demektir.

Kur’ân-ı Kerim’in nüzul sırasına bakıldığında yine ibadetlerden önce insanların gönüllerine iman esaslarını telkin eden ayetlerin nazil olduğu görülmektedir. Mekke’de nazil olan bu tür ayetler: genellikle
Allah’ın varlığına, sıfatlarına, meleklere, kitaplara, Peygamberlere, ha yır ve şer dâhil her şeyin yaratıcısının Allah olduğuna, ahiret gününe ve öldükten sonra yeniden dirilmeye, insanın ve kâinatın yaratılışına, nereden ve niçin geldiğine, nereye gidileceğine, kâinatın ve içindekilerinin kimin tarafından yaratıldığına, bundaki sevk ve idarenin nasıl yapıldığına dair konuları ihtiva etmektedirler. Bu hususta insan zihninde mevcut olan tereddüt ve şüphelerin giderilmesine, şirk, küfür ve nifak alâmetlerinin yok edilmesi gibi önemli konulara dikkat çekilmektedir.  İslâm’da namaz, oruç, zekât ve hac gibi insanlara farz kılınan ibadet lerle, içki, kumar, zina ve faiz gibi toplumun sosyal ve genel ahlakını tehdit eden yasaklar daha sonraki yıllarda, insanların gönüllerine Allah inancı yerleştirilip mü’min bir toplum haline gelmesinden sonra. tedricen tebliğ edilerek tatbikine ve uyulmasına başlanılmıştır.

İnsan, ancak tam anlamıyla iman edip teslim olduktan sonra, Allah’ın razı olduğu fiilleri gerçekleştirmeyi sağlar. Böylece hedefi ne ulaşmak için gönlündeki bütün hayır duygularını harekete geçirir. Çünkü iman; sahibini inandığı şeye ulaştırarak gerçekleştirmek istedi ği hedefine kavuşturur. Nitekim ilk Müslümanların karşılaştıkları bü tün sıkıntılara karşı, azim, sabır ve tahammül göstermeleri bunun en güzel örneğidir. Zira iman öyle bir noktadır ki bütün insani ameller bu noktadan başlar. Hayat dairesi döner dolaşır, yine bu noktada son bulur. Hatta bütün düşünce, duygu ve irade onun sayesinde hareke te geçer. O olmadan hiçbir amelin kıymeti yoktur. Çünkü amellerin maksadı ve gayesi Allah’ın varlığını ikrara, O’na şükretmeye ve rızasını kazanmaya dayanmaktadır. Yoksa iman olmadan, maksat ve gaye tespit edilmeden yapılan ameller, basit gösteriş ve sıradan işler olmaktan başka bir mana ifade etmez. 327 İşte kısaca açıklanan bu konulardan da anlaşıldığı gibi iman ile ilgili hususların, ameli ko
nulardan öncelikli olarak tebliğ edilmesinin zarureti vardır. İslâm’ın tebliğ ve yayılmasında zaman ve mekân değişse bile bu öncelik sırası değişmez.

Sahih-i Buhari’nin şerhi olan “Umdetü’l-Kaari” isimli eserde iman konusunun önceliği ve birçok kitapların tasnifinde ilk bölüm olarak yer almasının sebebi şöyle açıklanmaktadır: “İman, her şeyin temeli ve dayanağıdır. Geri kalan her şey onun üzerine kurulmuş ve şartlandırılmıştır. Bunun için Buhari’nin tasnifinde iman kitabı, diğer bölümlerden önce yer almıştır. Daha sonra “İlim Kitabı” gelmekte dir. Çünkü ondan sonra gelecek olan kitapların hepsinin dönüp dola şacağı konu, ilimdir; hepsi onunla ayrılıp tanıtılacaktır. “ilim kitabı”nın “iman kitabı”ndan sonra getirilmesi, imanın mükellef üzerine ilk vacip olmasından; yahut mutlak olarak işlerin en faziletlisi, en üstünü, en şereflisi olmasındandır. Çünkü iman, ilim ve amelce her hayrın başlangıcıdır. Kemal ve fazilet yönünden de her şeyin zirvesidir.

BENZER KONULAR:

Answer ( 1 )

    1
    2024-01-01T09:28:09+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Peygamberimizin Tebliğ Hayatından Seçmeler

    Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) tebliğ hayatından seçilmiş bazı önemli olaylar ve örnekler bulunmaktadır:

    Hira Mağarası ve İlk Vahiy: Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke yakınlarındaki Hira Mağarası’nda ibadet etmekteyken Cebrail tarafından ilk vahiy ile peygamberlik görevi kendisine verildi. Bu, İslam’ın temelini oluşturan olaylardan biridir.

    İslam’ın İlk Müslümanları: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in tebliğ etmeye başladığı dönemde, ilk Müslümanlar arasında eşi Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir gibi önemli sahabeler bulunmaktadır.

    Mekke Dönemindeki Tebliğ Çabaları: Hz. Muhammed, Mekke döneminde insanlara İslam’ı anlatmış, Allah’ın birliğini vurgulamış ve insanlara iyilik yapmayı, yardımlaşmayı öğütlemiştir.

    Taif Ziyareti: Hz. Muhammed, Mekke’de kabul görmemesi üzerine Taif şehrine giderek insanları İslam’a davet etmiş, ancak orada da reddedilmiş ve zorlu bir süreç yaşamıştır.

    Hicret: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ve Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicreti, İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu olay İslam takviminin başlangıcı olarak kabul edilir.

    Medine Dönemi: Medine’de Peygamberimiz Hz. Muhammed, bir devlet başkanı olarak toplumun yönetimini üstlenmiş, anlaşmalar yapmış ve İslam’ı yaymak için çaba göstermiştir.

    Hudeybiye Antlaşması: Peygamberimiz Hz. Muhammed, Hudeybiye Antlaşması’nı yaparak barış ve uzlaşma yolunu seçmiş, sonradan bu antlaşma sayesinde İslam’ın daha geniş kitlelere ulaşmasına zemin hazırlamıştır.

    Fetih Mekkesi: Mekke’nin fethi sırasında Peygamberimiz Hz. Muhammed, şehri barış içinde fethetmiş, affedici ve bağışlayıcı bir tutum sergilemiştir.

    Peygamberimiz Hz. Muhammed’in tebliğ hayatı, adalet, hoşgörü, sabır, merhamet gibi değerlerin yaşanarak örneklenmesi ve İslam’ın insanlara nasıl anlatılması gerektiği konusunda önemli örnekler sunar. Bu olaylar, İslam’ın yayılmasında ve toplumun şekillenmesinde büyük bir rol oynamıştır.

    En iyi cevap

Cevapla