İslâm Ve İtaat

Question

İslâm Ve İtaat

SORU: İslâm’da itaatin sınırı nedir?

CEVAP: Evlilik aktinin mühim bir yeri vardır ki o diğer akitlerde yoktur. Kur’an-ı Kerîm, evlilik akti için “birbirinizden ağır söz” aldınız derken fikirlerimizi ve gözümüzü buna çeviriyor. Çünkü evlilik âk-ti bir şirket değildir. O bir alışveriş ve geçici bir arkadaşlık da değildir.

Evlilik aktinde aslolan hayatın sonuna kadar devam etmesidir. Ona bir kısım arızalar peyda olsa dahi, onu devam ettirmek, tehlike zamanında dahi zararların en hafifini tercih etmek ve böylelikle karı-ko-ca hayatına devam etmek lazımdır. Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Bu ayet gösteriyor ki, evlilik akti maddi, manevî, ahlâkî ve insanî birçok şeyi de beraberinde getiriyor. Eşlerden herbiri diğeriyle yaşıyor, onun sırlarına vakıf oluyor, onun gizli yönlerini öğreniyor yemede, meskende ve yatakta ona ortak oluyor, sıhriyette, neseb ve mirasta, şöhret ve keramette ona ortak oluyor v.s.

İslâm evliliğe giriş için bir çok şartlar Öne sürmüş onların en mühimi rıza ve ihtiyardır. Sonra da tanışmak ve anlaşmaktır. İslâm bu konuda kocanın rağbetini, kadının rızasını arar. Kocanın, karısının ihtiyarını hoş karşılaması, devamlılığı tercih etmesi gerekir ki o da dindar olmak ve iyi ahlâklı olmakla mümkündür. Kocanın geçici şeylere kapılmaması lazımdır. Bunlar mal, güzellik ve mevki gibi şeylerdir. Çünkü bunlar geçici şeylerdir. Ama dindarlık, güzel ahlâk, iyi huy devamlı olan şeylerdir.

Bir konu daha vardır ki, biz ondan habersiziz: O da kadının kocasını seçememesidir. Bu çoğu zaman böyle olmaktadır.

Evlilik aktinin salimen devam edebilmesi için bazı temel şeylerin bulunması lazımdır.

Evlilik akti, sevgi, şefkat, iyi geçim üzerine kurulup devam etmelidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

En hayırlınızfehline hayırlı olanınızdır. Ben ehlime en hayırlı olanımzım.

Onlara (kadınlara) ancak iyi olanlar iyilikte bulunurlar. Yine onlara ancak kötüler ihanet ederler.

Evliliğin temel direklerinden bazıları da şualardır: İslâm kadına da erkeğe de bazı görevler yüklemiştir. Bazı görevleri de aralarında müşterek kılmıştır. Kadının vazifelerinden biri, kocasına itaat etmesidir. Erkeğin karısına karşı görevi ise, onun nafakasını temin etmesidir.

Fukahanın çoğunluğu, kadının nefsini kocasına vermesiyle nafakanın kendisine vacib olduğunu söylüyorlar. Çünkü o ondan başkasıyla evlenemez. Taat kelimesi karı-koca hayatında İslâm’ın istemediği bir mana kazanmıştır. Kur”‘an-ı Kerîm itaat konusunda şöyle buyurmaktadır:

Size itaat ederlerse artık başka yollar aramayın. İyi olan kadınlar kocalarına ilaat eden kadınlardır. Hz. Peygamber ise şöyle buyurmuştur:

Kadınların en hayırlısı kocası kendisine baktığında sevinen, emrettiğinde emri yerine getiren, kocasının yokluğunda onun malını ve ırzını koruyan kadınlardır.

Ancak “taat” karı-kocalık hayatını bozarsa, başka bir manaya gelir ki, İslâm onu kabul etmez. Din kadının kocasına itaat etmesini vacib kılmıştır. Şöyle ki karı-kocalık ilişkilerinde, ev işlerinde iffet ve fazilette, gıyabında onun malını ve ırzını korumada, izin almadan evden ayrılmamada v.s. Ancak şeriatın cevaz verdiği ve çıkmak için izin verdiği yerlere çıkabilir. Şartlarıyla beraber eda edilen farz hac, ebeveyni ziyaret ve buna benzer şeyler gibi.

Eşler için haklar ve vazifeler vardır. Erkeğe ayrıca müstakilen bazı vazifeler vardır. Kur’an buna şöyle işarette bulunmuştur:

Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. (Bakara/228)

Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucu su dur. (Nisa/34)

Çünkü aile bir yöneticiye muhtaçtır, yöneticisiz olmaz. Yoksa dağılır ve çözülür gider. Ya bu yöneticilik kadına ve erkeğe beraber verilecek, bu da çelişkilere sebebiyet verecek, ya kadına verilecektir ki bu da vaziyeti ters çevirmek demektir. Ve hayatın tabiatına ters bir vaziyet olur. Çünkü erkek hayatın meşakkatlerini yüklenmeye daha uygundur, aile ismini taşımaya daha layıktır.

Ancak “erkeğin yöneticiliği” dini manasından saptırılmıştır. Bazı erkekler yöneticiliği bir inat sanıyorlar, bir sefih tahakküm, bir zalimce hakimiyet zannediyorlar. Yönetici olmakla kadını eziyor, onun mali hukukuna el kokuyor, onu bir takım seri haklarından alıkoyuyor.

Nasıl ki itaat yanlış anlaşılmışsa, yöneticilik de öyle yanlış anlaşılmıştır. Bunlar yanlış tatbik ediliyor. İnhirafçılar bunu dine bir iftira olarak kullanıyorlar. Din bundan beridir. Çünkü bu kötü bir tatbikatın neticesidir. Halbuki eşler birbirlerini anlayıp sevince, hayat çok güzel ve kolay olur. Ancak ihtilaf olur, nefisler bozulursa, kadın eşinin evini terkeder, babasının evine gider, orada bir zaman kalır, sonra kocasının aleyhine nafaka davası açar, şahit ve avukatlara başvurur, haklı veya haksız düşmanlıklar başlar, mahkeme uzar, hüküm verenlerin hileleri işi daha da düğümler.

Kadın nafaka davasını kazanır, fakat bununla yetinmez, onu kocasına karşı zehirli bir silah gibi kullanır. O, o hükümle kocasını aşağılamak veya onu hapse attırmak ister.

Buna karşılık koca da “itaat” kuralını kadına karşı bir koz olarak kullanıyor. Böylece kadını aşağılamak ister. Kadını kuvvet zoruyla geçici olarak evde tutuyor. Bu evde karı-kocalık hayatının devam etmesi mümkün değildir. Sanki o sadece kadının hile ve planlarına karşı plan kurmaktadır.

Ve işte böyle… kadın kocasını nafaka için hapse attırabilirse, bunu yapar, koca da karısını kerhen polis zoruyla koca evine sevkedebi-lirse, o da onu yapar.

İslâm’ın koyduğu kural ise şudur: Koca evinde, kadın için keramet, hürriyet ve istiklal vardır. Onu orada kocanın yakını da olsa hiç kimse rahatsız edemez. Hiç bir yönüyle kadın zarara uğratılmaz. Bu iyi suret maalesef kötü tatbikata terkedilmiş ve buna “itaat hükmünün tatbikatı” denilmiştir.

O zaman karı-koca hayatının bir an önce İslâm’ın getirdiği temellere göre yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunlar da anlayış, sevgi ve iyilikle muaşerette bulunmaktır. Bunlardan sonra da ihtilaf olursa, hüküm gayet açıktır. Koca nafaka temin ettiği müddetçe, kadına itaata etmek düşer, kadın itaat etmediği zaman kocadan nafaka temin etme mecburiyeti kaldırılır.

Farzedelim ki kadın baş kaldırdı, koca da nafaka vermekten imtihan etti. Bu uzun bir müddet devam etti, aralarında bir uzlaşma olmadı, o zaman hulû yoluna müracaat edilir. Hulû ise kadının ayrılmak için kocasına mal vermesidir. Bu kocanın verdiği mala benzer. Çünkü bu durumu istemeyen kadındır. Öyle ise, kadın kendini mal mukabilinde kurtarmalıdır.

Karı-kocalık hayatının, ayette geçen muhabbet ve şefkatin zıddına devam etmesi mümkün değildir. İki taraf, aralarındaki nefrete rağmen bir araya gelirlerse karı-kocalık hayatı devamlı bir inada binecek, nihayet fatura müslümanlara çıkarılacak. Birileri de İslâm adına fetva verecek. Evladlanna kötü bir sonuç ve acı bir meyve kalacak.

Bazıları şöyle diyorlar: İslâm boşama hakkını sadece erkeğe vermekle onu kayırmış, kadına böyle bir hak vermemiştir. Oysa kadına da hak verilmiştir. Buna akti feshetmek veya hulû denir. Kadın kocasında, ahlâkî, tabii veya maddi veya benzer bir kusur görürse, nikahın sona ermesini ve aktin feshini isteyebilir.

Şunu bir daha te’kit etmek istiyorum: Karı-kocalık hayatının, kadının istememesine rağmen devam etmesi mümkün değildir.

Bunca izahtan sonra bir kısım akılsızlar dini bazı hükümlere dil uzatıyorlar veya itirazda bulunuyor. Bu ahlaken çözülmüş olanlar dinin temelini tahrip etmek istiyorlar. Geçen günlerde yayın yapan bir mecmuada kadın ve erkeğin mirasta eşit olmaları isteniyordu. Bir kısım insanlar da bunu fetva heyetinden soruyorlardı. Fetva komisyonu başkanı da bunu benden sordu. Ben bunun mümkün ve doğru olmadığım söyledim. Bildikleri halde iftirada bulunanlara lanet olsun.

Benzeri konular:

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

  1. Muhammed Samir
    1
    2024-12-11T18:16:07+03:00

    İslâm, temel olarak Allah’a inanmayı, O’nun emir ve yasaklarına uymayı gerektiren bir dindir. İtaat, İslâm’ın özünü oluşturan temel bir kavramdır ve bu, Allah’a, Peygamberi Muhammed’e (s.a.v.) ve Allah’ın belirlediği diğer otoritelerle, özellikle de dinî liderlere, dürüst ve samimi bir şekilde bağlılık gösterilmesini ifade eder. İslâm’da itaat, hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluktur.

    İtaat ve İslâm’ın Temel İlkeleri:
    Allah’a İtaat: İslâm, insanların Allah’a tam anlamıyla teslim olmasını ister. Kur’an, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi, O’na itaat etmeyi ve O’na yönelmeyi vurgular. “Allah’a ve Resulüne itaat edin” (Ahzâb, 33/36) ayeti, bu noktada çok önemlidir.

    Peygamber’e İtaat: İslâm’da Peygamber Muhammed (s.a.v.)’e itaat, Allah’a itaat gibi kabul edilir. Çünkü Peygamber, Allah’ın mesajını insanlara iletmekle görevlidir ve onun söyledikleri, Allah’ın emirlerine dayalıdır. Kur’an-ı Kerim’de, Peygamber’e itaat edilmesi gerektiği vurgulanır: “Peygambere itaat eden, aslında Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa, 4/80).

    Dinî Otoritelere İtaat: İslâm’da toplumsal hayatta, İslâmî değerleri ve hükümleri uygulamak için dini otoriteler de önemli bir rol oynar. Bu otoriteler, imamlar, alimler veya liderler olabilir. İtaat, toplumda düzeni sağlamak, sosyal huzuru korumak için gereklidir.

    Ebeveynlere İtaat: İslâm, ebeveynlere itaatin çok önemli olduğunu belirtir. Kur’an’da, “Ana-babaya güzel bir şekilde davranmak” (Lokman, 31/14) emri verilmiştir. Ebeveynlere olan itaat, Allah’ın rızasına ulaşmak için bir vesiledir.

    İtaat ve Adalet: İslâm’da itaat sadece körü körüne bir teslimiyet değil, aynı zamanda adaletin ve hakkın korunmasıdır. İtaat edilen otoritelerin, adaletli olması, doğru ve dürüst yönetmesi beklenir. İtaat, haksızlık ve zulümle sınırlı olmamalıdır.

    İtaat ve Bireysel Sorumluluk:
    İslâm’da itaat etmek, kişisel sorumlulukları yerine getirmekle de ilgilidir. Her bireyin Allah’a, Peygamber’e ve toplumun düzenine karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluk, sadece bireysel değil, toplumsal huzuru sağlamak açısından da önemlidir.

    Sonuç:
    İslâm’da itaat, yalnızca dini vecibelerin yerine getirilmesi değil, aynı zamanda adalet, hakkaniyet ve toplumsal sorumluluk bilinciyle yapılan bir davranıştır. İtaat, bireylerin ve toplumların huzur içinde yaşamaları için bir gerekliliktir ve bu itaat, insanı Allah’a daha yakın kılar. Ancak bu itaatin, sadece Allah’ın ve Peygamber’in yolunda, doğru ve adil bir şekilde olması gerektiği unutulmamalıdır.

    En iyi cevap

Cevapla