Dördüncü asra kadar bir kimsenin, dinî hayatında bir mezhebe bağlanmasının gerekli olduğu söylenmemiştir. Tatbikatta, müçtehit olmayanlar, herhangi bir müçtehitten karşılaştığı problemini sorar, aldığı fetvaya uyabilirdi; fakat artık bütün meselelerini aynı müçtehide sormaya mecbur olduğunu aklına bile getirmezdi. Ancak mezhep taassubu başladıktan sonra, bir mezhebe bağlılığın gerekliliği de gündeme gelmiştir.
Müteahhirûndan olan mutaassıp mezhep mukallitleri, her mükellefin dört mezhepten birine bağlanmasının vâcip olduğunu ve mezhebini terk edene ta’zir tatbik edilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Buna mukabil çoğunluk diyebileceğimiz başka bir grup usulcüler ise, belirli bir mezhebe bağlanmanın şart olmadığını; kişilerin dilediği müçtehidi taklit edebileceğini söylemişlerdir. Hatta bu konuda icma’ meydana geldiği söylenebilir.
Halkın bir mezhebi iltizam etmesinin ilmî ve dinî hiçbir değeri yoktur. Delillerine bakarak tercihte bulunan âlim için bir mezhep veya görüşe ittiba etmenin belki bir anlamı olabilir. Bu sebeple, “avamın mezhebi yoktur; onun mezhebi kendisine fetva veren müftinin mezhebidir.” denilmiştir.
Mezheplerin ancak üçüncü asırdan sonra teşekkül etmesi, müçtehit imamların taklitle ilgili görüşleri ile sahabe ve tabiûn devri uygulamaları göstermektedir ki, bir imam veya mezhebe bağlanmak, onun görüşlerinden ayrılmamak gerektiği iddiası yerinde değildir.
Diğer yandan herhangi bir mezhebe bağlılığın gerekliliğini savunmak ne kadar hatalı ve yanlış ise, “içtihat edemeyen kişinin karşılaştığı bütün meselelerde belirli bir imamı taklit etmesi vacip değildir; dilediği müçtehidi taklit edebilir. Zira ümmetin ihtilafı rahmettir.” demek de doğru değildir.
Zira bir mesele hakkında doğru olan hüküm sadece bir tanedir. Birbirine zıt iki görüşün çatışması halinde her ikisinin de belki yanlış olması muhtemel olmakla birlikte, her ikisinin de doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Bütün müçtehitler bu doğruya ulaşmak, onu bulmak için gayret sarf etmişlerdir. Eğer doğruya ulaşabilmişlerse iki ecir, hata etmişlerse bir ecir kazanmışlardır. Müçtehitlerin doğruyu bulmaya çalıştıkları gibi, fetvâ soran kişinin de, doğruya ulaşmak için gayret sarf etmesi gerekir. Hz. Peygamber, “Pek çok müftü fetva verse de, kalbine danış.” derken (Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, c.1, s.40) buna işaret etmektedir. Bu nedenle vicdanen doğru olduğuna inanmadan bir fetvaya uymak veya telfîk caiz değildir.
Diyanet dini kavramlar sözlüğü
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )
Telfik kelimesinin sözlük anlamı; bir işi talep edip ulaşamamak, kumaşın iki yanını yan yana getirip dikmek, sözü batılla karıştırıp süsleyip püslemek gibi anlamlara gelmektedir. Telfik kelimesi fıkıh terimidir. Bir fıkıh terimi olarak telfik; bir mesele veya amelde birkaç müçtehidin görüşlerini birleştirerek taklid etmek demektir.