Tasavvuf ve Tarikatlar

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Tasavvuf ve Tarikatlar

Soru: Yeşil giysiler giyen topluluklar var. Bunların söylediklerine göre cemaatlerinin kendilerine Öğrettiği şeyler gizlidir. Bu cemaate giren kimse -aile bireyleri dahil olmak üzere- yolunun sırrım kimseye söylememek üzere yemin edermiş. Bunlardan biri ölürse cam bir şişe içine Kur’an’dan bir ayet koyup bunu ölünün kefenine koyuyorlar. Bunlardan ölen birinin Müslümanların mezarlığına konulmasının caiz olup olmadığı tartışma konusu olmaktadır. Bunlar hakkında ve ayrıca tasavvufun prensipleri hakkında bilgi verir misiniz?

Cevap: Önce şunu bilmeliyiz: Günümüzde bildiğimiz tarikatlar ve bu tarikatlarda var olan şekiller, giysiler, işaretler, (bazılarında çalınan tefler) ve İslâm dünyasında pek çok beldede çeşitli özellikler arz eden tarikatlara mal edilen haller Hz. Peygamber zamanında da, sahabe ve râşid halifeler zamanında da mevcut değildi.

Bundan dolayıdır ki herhangi bir tarikata bağlanmak farz değildir. Farz olmadığı gibi dini yönden gerekli de değildir. Şu kadar ki tarikat İslâm prensipleri üzerine kurulmuş, dini hükümlere bağlı, öğrenmek ve öğretmek üzere faaliyet gösteriyor, ahlâk ölçülerine uyuyor ve Kur’an’ın gösterdiği yönde hareket ediyorsa böyle bir tarikattan hoşnut olmak mümkündür.

Fakat bir tarikat, bid’at ve hoş olmayan şeyler ile meşgul oluyorsa, dini bir hükme yahut ilâhi bir emre ters düşüyorsa, veya dinin farzlarından birini ihmal ediyorsa buna sessiz kalmak, Allah’ın hakkı olan bir meselede ilgisiz kalmak demektir.

Bu konuda uzman olanlar bu kabil problemleri azimle ve usulüne uygun olarak çözümlemelidirler. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Sizden her kim kötü bir iş görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer (buna) gücü yetmezse diliyle düzeltsin, eğer (buna da) gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır.

Yeşil bir kumaştan giysi edinmek veya sarık sarmak hususunda İslâm’da bir engel yoktur. Hz. Peygamber’in ashabının yeşil giysiler kullandıkları rivayet edilmiştir. Fakat yeşil giysi kullanmayı veya yeşil sarık sarmayı dinin esası veya dinin emirlerinden biri saymak doğru değildir.

Buna göre bir tarikat (bağlıları arasında) yeşil kıyafeti bir işaret veya kendileri için belirgin bir emare olarak giyiyorsa bundan dolayı ayıplanmamalıdır. Şu kadar ki böyle bir kıyafetin Kur’an veya hadislerin emrettiği bir şey olduğunu ileri sürmemeleri gerekir.

Hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüğe engel olan hiç bir İslâm topluluğu veya cemiyeti arasında öğretileri sır olan bir topluluk yoktur. Niçin olsun ki İslâm gün gibi, güneş gibi apaçıktır. Kur’an (dünyanın) doğusunda batısında her tarafta okunup dinlenilmektedir. Hz. Peygamber’in hadisleri onlarca kitaplarda yer almıştır, bilinmektedir. Cenab-ı Hak Kur’an’m nur ve hidayet olduğunu, yol gösterici olduğunu bildirmektedir. Yol gösterici olmanın tabiatı ise açık olmaktır. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

…Gerçekten size Allah’tan bir nûr, apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı, Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir. (Maide/15-16)

Hz. Peygamber de getirdiği dini, sünnetini ve davetini şöyle tanımlıyor:

Ben size berrak hanif bir din ile geldim. Benim getirdiğim dinin gecesi de gündüzü gibidir.

Bu şunu ifade ediyor ki İslâmiyet’in her şeyi apaçıktır. Ortada her hangi bir eğri büğrülük ve gizlilik yoktur. Bu itibarla akıllı ve basiretli kimselerin İslâm dini hakkında herhangi bir şüpheye düşmesi yaraşmaz.

Şayet İslâmiyet’te sır olan gizli kapaklı bir durum olsaydı bu gizli öğretileri ilim adamları ve fıkıh bilginleri mutlaka bilirlerdi. Kur’an böyle bir şeyden mutlaka söz ederdi. Fakat 14 yüzyıldan beri ahlâk, ibadet, muamelât ve itikat hususlarında İslâm daveti bilinip öğrenilmektedir. Tüm bunlar dosdoğru ve açık bir şekilde olmaktadır. O halde ortaya çıkmayan, gizli tutulan İslâm Öğretileri nerededir?

Bunun içindir ki soruda sözü geçen müslüman topluluğunun bu sır konusunda ısrarlı olmaması gerekir. Zira ne Kur’an’da ne de hadislerde böyle bir şey olmadığı gibi bunu gerektirecek bir şey de yoktur. Bu itibarla İslâm’da olmayan bu adeti, yani Kur’an üzerine yemin edip aile bireyleri dahil olmak üzere hiç kimseye sır vermeyeceğine dair yemin etme eylemini terk etmeleri gerekir.

Gerçekte böyle bir eylem garip bir şeydir. Varsayalım ki bir kimse böyle bir topluluğa girdi. Zamanla topluluğun prensipleri hoşuna gitti diyelim. Bu durumda meselâ kardeşini de aynı topluluğa katmak isetese bunu nasıl gerçekleştirecek? Bir kere sır vermeyeceğine dair Kur’an üzerine yemin etmiştir!

Böyle esrarengiz tutumlar, pek çok hatalara, zaman zaman güçlüklere yol açar, sapmalara, kötü şeyler yapmaya veya fırsatçılığa yol açan durumalara düşmeye sebep olur. En azından kendi çevresinde ve bu topluluğa giren dostlar çevresinde şek ve şüphelerin oluşmasına sebep olur. Oysa İslâmiyet’in, hepsi insanlar için olmak üzere ihtiva ettiği değerli ve yüce prensipleri apaçık ortadadır. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi içindir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.

Ayrıca soruda değinildiği üzere bir Kur’an ayetini cam şişeye koyarak bunu ölü ile beraber gömmenin İslâmiyet’te, Hz. Peygamber’in sünnetinde yeri yoktur. Böyle bir uygulama Hz. Peygamber’in yolundan gidenlerce bilinen bir şey değildir. Böyle bir şeyin yapılmasına cevaz ve yol da yoktur. Kur’an’ı (veya onun bir parçasını) cenaze ile birlikte defnetmenin yasak olduğunu ilim adamları bildirmişlerdir.

Çünkü böyle bir durumda, ceset bozulduktan sonra necaset haline gelir. Böylece hem Kur’an necaset yanında kalır, hem de insanlar ondan istifade etmekten mahrum kalırlar.

Bununla beraber soruda ifade edilen şeyleri yapanları İslâm’dan çıkıp kâfir olmuş sayamayız. Bunlardan vefat edenlerin, müslümanların mezarlığına defnedilmesine de engel olmayız. Zira bunlar kâfir değil, ancak günahkâr kimselerdir. Bir müslümani kâfir saymak tehlikeli bir iştir. İslâm dininden çıktığını kesin olarak bilmedikçe herhangi bir kimşeyi kâfir saymak hiçbir kimse için caiz değildir. İslâm dininden çıkmak ise, dinin zorunlu olarak esaslarından sayılan bir şeyi inkar etmekle meydana gelir. Bir kimse, Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed’in O’nun Peygamber’i olduğuna ve İslâm esaslarına inanıp Allah’ın kitabından ve Peygamber’in sünnetinden olduğu kesin olarak bilenen bir şeyi inkar etmedikçe müslümandır ve kâfir sayılması caiz değildir.

Tüm müslümanlan üzen bir durum vardır ki sorunuzda sözü edilene benzer konularda birbirlerine giren gruplar öyle bir dereceye varıyorlar ki bunlardan ölen birinin müslüman mezarlığına defnedilmesine engel olmaya başlıyorlar.

Nerede olurlarsa olsunlar müslümanların görevi Hz. Allah’ın “Mü’minler ancak kardeştir” (Hucurat/10) ayetini hatırlamaktır.

Gene müslümanların görevi aralarındaki buğz ve anlaşmazlık sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Çünkü onların Peygamberi şöyle buyurur:

Müslümanların sevgi, şefkat ve merhamette misali, bir bedene benzer. Bedenin organlarından biri rahatsız olsa, diğer organlar da (hasta organla beraber) ateşlenir ve uykusuz kalırlar.

İşin uzmanı olan, halkı aydınlatan ve yönlendiren kimseler, insanlara öğüt vermeli, hata ve sapmaları bırakmalarını yumuşak ve hikmetli bir üslupla söylemelidirler. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

(Rasûlüm!) Sen rabbi’nin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir. (Nahl/125)

Tasavvufun prensiplerine gelince, bunları inşallah başka bir yerde ele alacağız.

Bir tarikata veya cemaate mensup olmak şart mıdır?

Cevapla