İslam’da Boşanma

Question

Islamda Bosanma

BOŞANMA

الطلاق

Boşanma, Evlilik birliğinin sona erdirilmesidir.

İslam dini evliliği teşvik eder ve evlilik birliğinin karşılıklı sevgiye ve saygıya dayalı olarak devam edebilmesi için gerekli tedbirleri de öngörür. Bu çerçevede, eşlerin aile içindeki hakları ve görevleri ana hatlarıyla belirlenmiş, birbirlerine karşı adalet ve iyilik üzere muamelede bulunmaları istenmiştir. İslam’da eşlerin hayatın sıkıntılarına karşı birlikte mücadele etmeleri, sevinç ve üzüntülerinde birbirlerine destek olmaları, sıcak bir aile ortamında hayatı paylaşmaları, dünya ve âhiret mutluluğunu birlikte elde etmeye çalışmaları esas alınmış; ilke olarak evliliğin ömür boyu sürmesi benimsenmiştir. Bununla birlikte evlilik sürecinde yaşanabilecek ve evlilik bağı içerisinde çözüm bulunamayan olumsuzluklar karşısında, boşanma da meşru kılınmıştır (mesela bk. el-Bakara 2/228-232, 236-237, 241; et-Talâk 65/1-2; Buhârî, “Talâk”, 1-4).

Fıkıhta boşama veya boşanmanın karşılığı olarak kullanılan ve evlilik birliğinin sona erdirilmesini ifade eden talak, sözlükte “serbest kalmak / serbest bırakmak, bağından kurtulmak / bağını çözmek” anlamlarına gelir. Terim olarak dar anlamda talak, “eşlerden birinin tek taraflı irade beyanıyla gerçekleşen boşama”yı ifade eder. Geniş anlamda ise, bu dar anlamın yanı sıra eşlerin belli bir bedel karşılığında anlaşması yoluyla (muhâlea) veya hâkim kararıyla (tefrik) evliliğin sona erdirilmesini de kapsar.

Evlilik bağının önemli bir sebep bulunmadıkça keyfi şekilde sona erdirilmesi tasvip edilmemiştir. Nitekim Hz. Peygamber, “Helal şeyler içerisinde Allah’a en sevimsiz geleni boşamadır” (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 3) ve “Herhangi bir kadın, geçerli bir sebebi olmaksızın kocasından boşanma talep ederse, cennetin kokusu ona haram olur!” (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 17, 18) buyurmuş; “Kadını kocasına karşı kışkırtan bizden değildir” (Ebû Dâvûd, “Talak”, 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 352) diyerek de evliligi bitirmeye götürecek dış müdahalelerden sakındırmıştır.

İslam’da evlilik sürecinde anlaşmazlıklar söz konusu olduğunda hemen boşanma yerine problemlerin çözülmesine yönelik adımlar atılması önerilmiştir. Öncelikle çözümün aile içinde aranması istenmiş, bu çerçevede eşlere, özellikle erkeğe eşiyle iyi geçinmesi ve diğer tarafın kusurlarını değil olumlu yönlerini görmeye çalışması öğütlenmiştir (en-Nisâ 4/19; Müslim, “Radâ””, 61). Tahammül edilemeyecek seviyeye ulaşan ve evlilik birliğini tehdit eden sorunların, nasihat etme, bazı hakları ve yükümlülükleri gündeme getirip birbirine hatırlatma ve fedakârlık (bazı haklardan feragat etme veya fazla sorumluluk üstlenme) yoluyla da olsa karşılıklı anlaşmayla çözülmesi ikinci aşamadır. Bir sonraki aşamada hak ve sorumlulukların düşünülmesini sağlamak üzere yatak veya odayı ayırma, bunun ardından ise -cezalandırma ve eziyet etme amacı taşımaksızın islah etmeye ve aileyi dağılmaktan kurtarmaya yönelik olarak- belli ölçüler içinde tedip etme yolu izlenebilir (en-Nisa 4/34, 128). Aile içinde anlaşma arayışı netice vermediğinde eşlerin ailelerinden ilmi, ahlakı ve tecrübesi ile saygınlık kazanmış birer kişinin hakem tayin edilerek onların Allah’ın ve resulünün getirdiği ilkeler çerçevesinde duruma el koymaları istenmiştir (en-Nisa 4/35).

Her türlü iyi niyet ve girişime rağmen anlaşmazlık çözülememiş ve evlilik birliğinin devam etmesi imkânsız hale gelmişse uygun boşama yollarından biriyle boşanmaya izin verilmiştir. Boşanmaya karar verildikten sonra da tarafların konuyu yeniden düşünmeleri ve kusurlarını düzeltmeleriyle beraber evlilik ortamına yeniden dönebilmelerine imkân tanınmıştır.

Bununla birlikte boşanma yasaklanmamış veya tamamen üçüncü tarafların yahut kamu otoritesinin kararına bağlamak suretiyle zorlaştırılmamıştır. Bununla, kendi iç dünyalarında evliliklerini bitirmiş ve eziyet çeker duruma gelmiş eşlerin bu sıkıntıdan bir an önce kurtulması ve yeni bir hayata başlayabilme yolunun açılması hedeflenmiştir.

Boşanma sürecinde tarafların birbirlerine haksızlık ve zulüm etmeksizin iyilikle ayrılmaları istenmiş (el-Bakara 2/229, 231; el-Ahzâb 33/49; et-Talâk 65/2), boşanmak durumunda kalmış ve bu süreçte ilahi ilkeleri gözetmiş kişilerin Allah’ın lütuf ve nimetleri ile yardıma mazhar olacakları dile getirilmiştir (en-Nisa 4/128-130; et-Talâk 65/1-5).

I. Hükmü

Boşama/boşanma duruma göre farklı hükümler alabilir. Nitekim eşine yaklaşmayacağı konusunda yemin edip (ila) dört aylık bekleme süresinin ardından eşine dönmeyi reddeden kocanın karısını boşaması çoğunluğa göre vâcip, kocanın geçimsizlik yüzünden kendisini boşamasını isteyen karısını boşaması mendup, kocanın kötü huylu, kendisiyle geçinmek zor olan eşini boşaması mübah, sebepsiz yere boşaması iki farklı yaklaşıma göre mekruh veya haram, ayrıca Kitap’ta ve sünnette belirlenen kurallara uymayan boşama (bidi talâk) haram sayılmıştır.

II. Evliliğin Sona Erme Şekilleri

İnsanlık tarihine bakıldığında evliliği sona erdiren hususlar, eşlerden birinin ölümü, boşanma (tarafların iradesi veya yetkili bir merciin kararıyla) yahut -sınırlı hallerde- kanun hükmüne dayalı olarak doğrudan sona ermesi türlerinden oluşur. Boşanmayı meşru kılan hukuki düzenlemelerde, eşlerin her ikisinin anlaşması, tek taraflı olarak boşanmayı gerçekleştirebilmesi veya boşanmanın hâkimin kararına bağlanması şeklinde farklı uygulamaların bir
veya birkaçının tercih edildiği görülür. Kural olarak boşanmaya cevaz veren İslam’a göre boşanma, tek taraflı irade beyanı (dar anlamıyla talak), karşılıklı anlaşma (muhâlea) ve hâkim kararıyla (tefrik) olmak üzere temelde üç farklı şekilde gerçekleşebilir. Bunların dışında nikâh akdinin feshini gerektiren haller ise, evliliği sona erdirmekle birlikte boşanma kavramı dışında kalır. İslam’da ilke olarak tek taraflı irade beyanı veya karşılıklı anlaşma ile boşanma yolu tercih edilmiş, kamu otoritesinin müdahalesi sınırlı tutulmuştur. İslam’da evliliğin sonlandırılmasında üçüncü taraflara veya devlet müdahalesine olan ihtiyacın asgari düzeyde tutulması temelde şu gerekçelere dayanır:

1. Boşanmanın mahrem yönleri bulunan özel bir durum olarak kabul edilmesi.

2. Genel olarak hukukun formel kurallardan çok inanç ve samimiyetle tâbi olunan bir yol olarak görülmesi.

3. Aile sırlarının ve eşlerin gizli hallerinin ifşa edilmesinin önlenmesi.

4. Eşlerin toplum önünde birbirlerini itham edip düşman olarak ayrılmaları yerine iyilikle ayrılmalarının sağlanması.

5. Boşanmanın gerekçesi olan birçok şeyin ispatının zor olması.

6. Toplumda ne kadar yaygınlaşırsa eşlerin birbirine karşı işledikleri hatalardan dönmeleri o kadar zor olacağından, kolay bir şekilde evliliğe dönme yolunun açık tutulması. Ailenin bir tür ibadet boyutu da taşıyan bir kurum olarak kabul edilmesi, başta akrabalar olmak üzere toplumun hakkaniyete riayet konusunda denetim görevini üstlenmesi, özel olarak boşanmada taraflara ait dinî, ahlakî ve vicdani sorumluluk düzeyinin yüksek olması gibi birçok şartın oluşturduğu koruyucu zemine dayalı olarak, İslam hukukunda devletin aileye müdahale alanı sınırlı tutulmuştur.

Günümüzde Batı hukuklarının etkisiyle ve tek taraflı boşamadaki suistimalleri engelleme gerekçesiyle mahkemelerin müdahalesi gündeme getirilmiş, tek taraflı irade beyanıyla boşamanın hâkimin huzurunda gerçekleştirilmesi veya boşama yetkisinin tamamen hâkime bırakılması şeklinde iki temel yaklaşım ileri sürülmüştür. Bu yaklaşımlardan ilki boşamanın kayıt altına alınması açısından makul görülebilirse de ikincisi İslam’ın hükümleriyle bağdaşmamaktadır. Çünkü aileyi ilke olarak devlet
müdahalesine kapalı ve mahrem bir alan olarak gören fikıh anlayışında, evlilikte olduğu gibi boşamada da devlet otoritesinin müdahalesi ancak haksızlık ve zulüm halinde gerekli görülmüştür. Boşanma kamu otoritesinin kararına bağlandığında, yukarıda bahsedilen mahzurların yanı sıra evlilikteki nimet-külfet dengesinin bozulması, devam etme imkânı kalmamış evliliklerin kamu gücüyle zorla devam ettirilmeye çalışılması, boşanma davalarının yıllarca sürmesi sebebiyle tarafların yeni bir hayat kuramamaları gibi birçok sorun ortaya çıkmaktadır. Oysa kamu otoritesine düşen, tarafları birbirine esir etmek değil, evliliği sona erdirirken ve sonrasında birbirlerine zulmetmelerini, maddi ve manevi haklarının zayi olmasını engellemektir. Kamu otoritesi, evliliğin üçüncü tarafı gibi hareket etmemeli; bunun yerine kayıt altına alma, nafaka ve çocuk bakımı gibi hususlarda tarafların haklarının ifasını denetleme gibi işlemleri yerine getirmelidir.

III. Tek Tarafh İrade Beyanıyla Boşama

Evlilik birliğinin hâkim veya mahkeme kararına ihtiyaç duyulmadan koca ve bazı durumlarda kadın tarafından tek taraflı irade beyanıyla sona erdirilmesi şeklinde gerçekleşir.

İslam’da ilke olarak boşama yetkisi kocaya verilmiştir. Boşamanın âyetlerde erkeklere nispet edilmesi (mesela bk. el-Bakara 2/228, 230-232, 236-237, 241; el-Ahzâb 33/49; et-Talâk 65/1-2), Hz. Peygamber’in, “Boşama yetkisi, ancak zifaf hakkını elinde bulundurana (koca) aittir” (İbn Mâce, “Talâk”, 31) şeklindeki açıklamalarıyla Hz. Peygamber’den günümüze kadar gelen uygulama bunu destekler.

Boşama yetkisinin temelde hâkimin hükmüne gerek kalmaksızın erkeğe bırakılmasının gerekçeleri arasında şunlar zikredilebilir: 1. Erkeğin aile birliğinin temsilcisi ve koruyucusu olarak görülmesi. 2. Ailenin maddi külfetlerini üstlenen taraf olarak erkeğe evlilikten vazgeçme hakkının verilmesi.

3. Boşama ile birlikte doğacak olan iddet (kadının evliliğin bitişinden sonraki bekleme süresi) nafakası, ertelenmiş mehrin hemen ödenme yükümlüğü, evlilik sona erdiği halde karşılamaya devam edeceği çocuklarına ait bakım masrafları gibi maddi külfetleri üstlenecek olan erkeğe bu külfetleri üstlenme kararını alabilme imkânı tanınması.

4. Kimi kadınların alacağı mehri ve diğer maddi ödemeleri düşünerek evlenip boşanmayı bir tür gelir kapısı haline dönüştürmesinin engellenmesi. 5. Yaratılışı gereği erkeğin daha soğukkanlı davranırken kadının daha duygusal ve aceleci davranması.

Boşama hakkına sahip olan koca, bu hakkını bizzat kendisi kullanabileceği gibi vekili aracılığı ile de kullanabilir. Aynı şekilde koca, boşama hakkını gerek nikâh esnasında gerekse evlilik birliği içinde eşine verebilir; buna “tefvîz-i talâk” adı verilir. Tefvîz, kocanın boşama hakkını iptal etmediği gibi kadın tarafından kullanılmadıkça boşama sayısını da eksiltmez. Koca eşine bir, iki veya üç defa boşama yetkisi tanıyabilir. Koca vermiş olduğu boşama yetkisini geri alamaz. Kadın, bu yetkinin herhangi bir kayda bağlı olarak verilmiş olup olmamasına göre hemen veya istediği zaman tek taraflı bir beyanla evlilik birliğini sona erdirebilir. Kadın bu yetkiyi kullandıktan sonra boşamadan geri dönemez.

A. Şartları

Tek taraflı irade beyanıyla boşamanın meydana gelebilmesi için bazı şartlar aranır:

1. Taraflarda Aranan Şartlar

a. Sahih nikâh bağı. Taraflar sahih bir nikâh bağı ile evlenmiş olmalıdır. Taraflar arasında zaten sahih bir nikâh bağı yoksa boşamadan değil evliliğin feshedilmesinden söz edilir (aş.bk.).

b. Boşama ehliyeti. İrade beyanında bulunan taraf, akıl sahibi ve ergenlik çağına ulaşmış yani tam ehliyetli olmalıdır. Buna göre tam ehliyetsizler (küçükler ve akıl hastaları) ve eksik ehliyetliler (mümeyyiz küçükler gibi) boşama yetkisine sahip değildir. Velilerin bu kimseleri evlendirebilme yetkisi olsa da boşama yetkileri yoktur; bu kimselerin boşanması ancak mahkeme kararıyla olabilir. İslam âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre rüşt sahibi olmayan yani sefih olan (mal varlığını gereksiz yere saçıp savuran) kişilerin boşaması geçerlidir. Kişinin aklî melekesini etkilemeyen her türlü hastalık esnasında eşini boşaması geçerlidir.

Kişinin akli melekesini etkileyen sarhoşluk ve öfke haline gelince; mübah bir yolla (mesela tedavi amacıyla aldığı bir şeyden dolayı, zor ve tehdit altında veya zarureten alkollü içki kullanma sebebiyle) sarhoş olan kişinin boşaması geçersizdir; zira böyle bir kişinin dinî ve hukuki sorumluluğu yoktur. Haram bir yolla sarhoş olan kişinin boşaması, İslam âlimlerinin çoğunluğu tarafından geçerli kabul edilmiştir. Burada sarhoşluğun mazeret kabul edilmemesi, harama olumlu hüküm bina etmeme ve haramı işleyeni cezalandırma düşüncesine dayanır. Bazı âlimler ise neticede sarhoşlukla aklın ve iradenin ortadan kalkmış olmasını esas alarak bu kimsenin de boşamasını geçersiz saymıştır. 1917 tarihli Osmanlı Hukūk-1 Äile Kararnâmesi’nden itibaren İslam ülkelerindeki kanunî düzenlemelerde genellikle son görüş tercih edilmiştir. Öfke ile boşama, boşayan kişi aklını ve şuurunu kaybetmiş, normalde kendisinden beklenmeyen ve alışılmış olmayan söz ve fiiller ortaya koymuşsa geçersiz olur. Nitekim Hz. Peygamber “Iğlak (aklın kilitlenmesi, işlemez hale gelmesi) halinde boşama ve âzat etme yoktur” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 276; İbn Mâce, “Talâk”, 16) buyurmaktadır. Bununla birlikte aklı ve şuuru etkilemeyen, sözlerde ve davranışlarda bozukluk oluşturmayan öfke halinde boşama sonuç doğurur.

c. Irade hürriyeti. Kişi boşama esnasında canını tehdit eden bir baskı (ikrâh-ı mülci) altında olmamalıdır. Ağır tehdit altında eşini boşamaya zorlanan kişinin (mükreh) boşaması, iradesi sakatlandığı için İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre geçersizdir. Hanefîler’e göre ise geçerlidir; zira bu kişinin rızası yoksa da iradesi ve ihtiyarı (tercih yetkinliği) vardır. Osmanlı Hukūk-ı Aile Kararnâmesi’nde çoğunluğun görüşü benimsenmiştir (ayrıca bk. İKRAH).

2. İrade Beyanında Aranan Şartlar

Kişinin boşama niyetini gösteren bir beyanda bulunması gereklidir. Boşamada kullanılan sözler sarih ve kinayeli olmak üzere iki kısma ayrılır:

a. Sarih (açık) sözler. Kendisinden boşama iradesi açık bir şekilde anlaşılan, boşama dışında başka bir anlama gelmeyen ve örfen özellikle boşama için kullanılan sözlerdir. Mesela Arapça’da “talak” ve bu kökten türeyen ifadelerle Türkçe’deki “Boş ol”, “Boşsun”, “Seni boşadım” gibi ifadeler böyledir. Sarih sözler, kişinin boşama niyetini açıkça gösterdiğinden ayrıca niyet araştırması yapılmadan boşamaya hükmedilir.

b. Kinayeli sözler. Hem boşamaya hem de başka anlamlara delalet edebilen sözlerdir. Mesela “Sen benden ayrısın”, “Seni terkettim”, “Çık git”, “Annenin evine git” gibi sözler böyledir. Bu tür sözler boşama dışında başka anlamlara da gelebileceğinden dolayı hangi anlamda kullanıldığının netleştirilmesi ve ona göre karar verilmesi gerekir. Hanefiler’e göre sözün sahibinin niyetine ve halin delaletine (tartışma esnasında veya boşanma konusu konuşulurken söylenmiş olması gibi) bakılır. Şâfiiler’e göre ise sadece sözün sahibinin niyetine bakılarak kinayeli ifadelerin anlamı netleştirilir. Sarih ve kinayeli kullanımlar her dile, hatta bir dilde farklı zamanlara göre değişebilir. Bu sebeple dili konuşanların kullanımına ve örfüne bakılarak sözün anlamı tespit edilir.

Sarih veya kinayeli sözlerin telaffuz edilmeden sadece akla gelmesi, düşünülmesi veya tasarlanmasıyla boşama meydana gelmez. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dile getirmedikçe veya fiiliyata dökmedikçe, akıllarından geçirdikleri hususlarda Allah ümmetimi sorumlu tutmamıştır” (Buhârî, “Talâk”, 11; Müslim, “Imân”, 201). Mânasını bilmeden boşama ifadelerini kullanmanın boşama sayılmayacağı hususunda görüş birliği vardır. Hataen boşama yani boşama sözlerinin yanlışlıkla söylenmesi durumunda İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre hata olduğu karinelerden anlaşılıyorsa boşama geçersizdir.

Hanefiler ise normal boşamaların da hataen yapıldığı iddia edilerek suistimal edilmesi riskinin bulunduğu düşüncesiyle bu tür boşamayı diyâneten (dinî sorumluluk açısından) olmasa da kazaen (yargı açısından) geçerli kabul etmişlerdir. Şaka yoluyla boşama ifadelerinin kullanılması ise İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre boşamayı meydana getirir. Kur’ân-1 Kerim’de, “Allah’ın âyetleriyle eğlenmeye kalkmayın” (el-Bakara 2/231) buyurulmuş, Hz. Peygamber de, “Üç şeyin ciddisi de ciddidir, şakası da ciddidir:

Nikâh, boşama ve dönülebilir (ric’i) boşamada eşine dönme” (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 9; Tirmizî, “Talâk”, 9) hadisiyle şaka ile boşamaya karşı uyarmıştır. Rol icabı, eğitim öğretim gereği veya önceden meydana gelmiş bir olayın aktarılması amacıyla boşama ifadelerinin kullanılması boşamayı ortaya çıkarmaz; zira ifade edilme şekli sebebiyle boşama iradesinin olmadığı açık, kullanılan ifadenin boşama anlamına hamledilmesi yolu kapalıdır.
Boşama iradesinin beyanında söz asıl olmakla birlikte bazı durumlarda yazı ve işaret kullanılabilir. Boşamanın yazı ile ifade edilmesi halinde çoğunluğa göre boşama sözlerini yazan kişinin niyetine bakılır. İşaretle talakın geçerli kabul edilebilmesi için çoğunluğa göre kocanın dilsiz olması şarttır; Hanefiler buna yazmayı bilmemesi şartını da eklemişlerdir.

Koca boşamaya ilişkin irade beyanını kayıtsız ve şartsız (müneccez) olarak yapabileceği gibi bunu bir şarta (tâlikî şart) veya vadeye de (zamana izafe) bağlayabilir. Mesela kocanın eşine “Falanca kişi evimize gelirse boşsun” demesi şarta bağlama iken, “Önümüzdeki ayın ilk günü geldiğinde boşsun” demesi vadeye bağlamadır. Dile getirilen şart veya vade gerçekleşene kadar evlilik bütün hükümleriyle devam eder. Boşamanın gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şarta bağlanması hükümsüz olup herhangi bir sonuç doğurmaz (bk. ŞART).

“Bir daha çocuğu döversen boşsun” ve “Beş ay sonra borcumu ödemezsem eşim boş olsun” ifadelerinde olduğu gibi boşamanın şarta bağlanması, bir şeyi yaptırmak veya engellemek yahut bir haberin doğruluğunu tekit etmek için yemin kastıyla yapılmış olabilir. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre burada da şart yerine geldiğinde boşama meydana gelir. İkrime, Kâdî Şüreyh, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi bazı âlimlere göre ise şart yerine geldiğinde kocanın gerçek niyeti boşama olmadığından boşama gerçekleşmeyip sadece yemin kefareti gerekir. Ancak yemin kastı olmadan şarta bağlanan boşama geçerlidir (bk. KEFÂRET; YEMİN).

B. Türleri

Tek taraflı irade beyanıyla boşama, Kur’ân-ı Kerim ve sünnete uygun olup olmaması açısından “sünnî” ve “bid’i”; yeni bir nikâh akdi ve mehire ihtiyaç olmadan evliliğe dönülebilir olup olmaması açısından “ric’î” ve “bâin” kısımlarına ayrılır. Ayrıca “kocanın eşine belli bir süre yaklaşmayacağına yemin etmesi, şart koşması veya adaması yoluyla ifade etmesi” (ilâ) ve “eşini dinen kendisiyle evlenmesi haram olan bir kadına benzetmesi” (zıhâr) de tek taraflı irade beyanıyla boşamanın özel şekilleri sayılabilir.

1. Sünnî talak. Gerçekleşme şekli ve süreci Kur’ân-ı Kerim ve sünnetin getirdiği ilkelere ve esaslara uygun olan boşamadır. Buna göre bir boşamanın sünni olabilmesi için şu nitelikleri taşıması gerekir:
a. Boşamanın, içinde cinsel ilişkinin bulunmadığı temizlik döneminde gerçekleştirilmesi (et-Talâk 65/1). Hz. Peygamber de karısını hayız halinde boşayan oğlunun durumunu soran Hz. Ömer’e, “Ona emret, karısına dönsün; karısı temizlenip hayız görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu nikâhında tutsun. Bundan sonra dilerse onu tutar, dilerse cinsel ilişkide bulunmadan boşar. İşte Allah’ın kadınların boşanmasında gözetilmesini emrettiği iddet budur” (Buhârî, “Talâk”, 1) buyurmuştur. Boşamada böyle bir yol izlenmesini istemenin sebebi şu şekilde özetlenebilir: Kadının ay hali döneminde genellikle vuku bulan bedensel ve ruhsal değişiklikler eşler arasındaki geçimsizliği etkileyebileceğinden, boşama gibi ciddi sonuçları olan ve soğuk kanlılıkla düşünülüp kararlaştırılması gereken bir tasarrufun bu devrede gerçekleştirilmesi uygun değildir. Temizlik döneminde olmakla birlikte cinsel ilişkiden sonra vuku bulan boşamanın ise, evlilik birligine son verme iradesinden ve kararlılığından ziyade ârızî bir sebepten kaynaklanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bu şekilde belli bir zaman bekleme yükümlülüğü getirilerek hem tarafların psikolojik ve bedenî açıdan uygun olmadıkları durumlardan sakınılması hem de anlık öfkeyle, geçici duyguların ve düşüncelerin etkisiyle sonradan pişmanlık duyacakları adımlar atmalarının önlenmesi hedeflenmiştir. Bununla birlikte, tefviz yoluyla kadının boşaması, anlaşmalı boşanma (muhâlea) ve hâkim kararıyla boşanmada (tefrik) bu şart aranmaz.

b. Bir defa boşama. Gerek boşama ile ilgili âyetlerin işareti (mesela el-Bakara 2/229-232; et-Talâk 65/1) gerekse Hz. Peygamber’in sözleri ve uygulamaları (mesela bk. Müslim, “Talâk”, 2; Ebû Dâvûd, “Talâk”, 36, 38) dikkate alındığında dinin ruhuna en uygun boşama şekli, içinde birleşmenin olmadığı bir temizlik döneminde bir ric’i (dönülebilir) boşama gerçekleştirilmesi ve iddet boyunca bir daha boşama yapılmamasıdır. Bununla birlikte bir bâin (dönülemez) boşama da sünni boşama olarak kabul edilir. Hanefiler’e göre iddet bitene kadar her temizlik döneminde ayrı ayrı birer ric’î boşama da sünni boşamadır; İslam âlimlerinin çoğunluğu ise bunun sünni boşama olmadığı kanaatindedir. Cinsel birleşme ve sahih halvetten (yeni evlenenlerin yanlarında başka kimse bulunmaksızın yalnız kalmaları) önce yapılan bir boşama (ki bu, bâin boşamadır), hayız döneminde de yapılmış olsa sünni boşamadır.

c. Şahit bulundurma. Kur’ân-ı Kerim’de boşama esnasında iki âdil kişinin şahit tutulması istenmektedir (et-Talâk 65/2). Hz. Peygamber ve sahabe dönemindeki uygulamaya bakan İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, bu talebin tavsiye niteliğinde (mendup) olduğu sonucuna ulaşmıştır. Buna karşılık bazı âlimler, söz konusu talebin zorunluluk (vücûb) ifade ettiği, buna bağlı olarak şahit bulundurmanın taraflara ait hakların ve menfaatlerin korunması için gerekli olduğu kanaatindedir.

2. Bid’î talak. Gerçekleşme şekli ve süreci Kur’ân-ı

Kerim ve sünnette açıklanan ilkelere ve esaslara uygun olmayan boşamadır. Buna göre şu tür boşamalar bid’î olur:

a. Kadının hayız (aybaşı hali) veya nifas (lohusalık) dönemlerinde boşama.
b. İçinde cinsel ilişkinin meydana geldiği temizlik döneminde boşama.

c. Aynı mecliste veya ayrı meclislerde aynı temizlik dönemi içinde birden fazla boşama. Birden fazla boşamanın bid’i oluşu çoğunluğa göredir; Şâfiîler’e göre birden fazla boşama bid’i değil sünnidir.

d. Şahitsiz boşama.

Müslüman bir kimsenin her şeyde olduğu gibi boşamada da dinin koyduğu esaslara göre hareket etmesi beklenir. Bid’î boşama gerçekleştiren kişi, dinin istediği şekilde hareket etmediği için günah kazanmış olur ve tövbe etmesi gerekir. Böyle bir kişinin eşine dönmesi Hanefiler’in çoğunluğuna göre zorunlu (vâcip) iken, bazı Hanefiler ile Şâfii’ye göre dinen tavsiye edilmiştir (mendup). İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre bid’i boşama gerçekleştiren kişi günah kazanmış olsa da boşama hukuken geçerlidir ve hukukî neticelerini doğurur.

3. Ric’i (dönülebilir) talak. Kocanın yeni bir nikâh ve mehire gerek kalmadan iddet süresi içinde boşadığı eşine dönebilme imkânı veren boşamadır. Bir boşamanın ric’î olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

a. Boşamanın cinsel birleşmenin fiilen meydana gelmesinden sonra olması.

b. Boşamanın eşten alınacak bir bedel karşılığında yapılmaması.

c. Boşamanın üçüncü boşama olmaması veya bir mecliste üç boşama şeklinde olmaması.

d. Boşamanın sarih sözlerle yapılmış olması yani kinaye veya şiddet ve mübalağa ifade etmeyen bir tarzda yapılmış olması. Bu son şart Hanefiler’e göredir; İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre diğer şartlar mevcutsa hem sarih hem de kinayeli sözlerle yapılan boşama ric’idir.

Dönme, sözle yani kocanın eşine döndüğünü açıkça söylemesi şeklinde olabileceği gibi, fiille yani kocanın evlilik hayatına fiilen dönmesi şeklinde de olabilir. Şâfiiler’e göre dönme sadece söz ile olur, ayrıca dönmenin şahitlerle tespit edilmesi şarttır. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise şahit tutma şart olmayıp tavsiye edilmiştir (müstehap).

Ric’i boşama gerçekleştiğinde şu hükümler ortaya çıkar:

a. Üç boşama hakkından biri eksilmiş olur.

b. Kadın kocasının evinde iddet beklemekle yükümlüdür; iddet süresi içinde kadının barınma (süknâ) ve nafaka ihtiyacının karşılanması kocaya aittir (bk. İDDET; NAFAKA).

c. İddet süresi içerisinde koca yeni bir nikâh akdine ve yeni bir mehir ödemeye gerek kalmaksızın eşine dönebilir.

d. Kadın iddet bitmeden başkasıyla evlenemez, başkaları da ona doğrudan veya üstü kapalı evlilik teklifinde bulunamaz.

e. İddet süresi içinde evlilik bağı devam ettiği için eşlerden biri vefat ederse diğeri ona mirasçı olur.

f. Koca iddet süresi içinde eşine dönmezse sürenin bitmesiyle ric’i boşama bain boşamaya dönüşür.

4. Bâin (dönülemez) talak. Kocanın boşadığı eşine, yeni bir nikâh akdi yapılmaksızın dönme imkânı vermeyen boşamadır. Şu hallerde yapılan boşama, bâin sayılır:

a. Boşamanın cinsel birleşmeden önce meydana gelmiş olması (Bu durumda kullanılan sözün sarih veya kinayeli olması boşamanın bâin olmasını etkilemez).

b. Boşamanın eşten alınacak bir bedel karşılığında yapılması.

c. Ric’i boşamada kocanın eşine dönmeden iddet süresinin bitmesi.

d. Hanefîler’e göre boşamanın kinayeli lafızlarla yapılması yahut sarih lafızların yanında kesin ayrılık (bâin talâk) veya şiddet ve mübalağa ifade eden lafızların da kullanılmış olması. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise, son maddede zikredilen boşama ile ric’i boşama gerçekleşir.

Bâin boşama kendi içinde ikiye ayrılır: Küçük ayrılık (el-beynûnetü’s-suğra), yukarıda zikredilen şartlar altında gerçekleşen bir veya iki boşama ile vuku bulur. Büyük ayrılık (el-beynûnetü’l-kübra) ise, ister ric’i ister küçük ayrılık şeklindeki bâin olsun boşamaların sayısı üçe ulaştığında veya bir anda üç boşama gerçekleştirildiğinde meydana gelir. Büyük ayrılık denmesi, üç boşamadan sonra kadının bir başkasıyla yeni bir evlilik hayatı yaşayıp boşanmaksızın önceki kocasına dönememesi sebebiyledir.

Bâin boşama gerçekleştiğinde şu hükümler ortaya çıkar:

a. Küçük ayrılık ile üç boşama hakkı eksilmiş, büyük ayrılık ile üç boşama hakkı tamamen kullanılmış olur.

b. Her iki türüyle bâin boşamada evlilik derhal sona erdiği ve evlilik hayatına doğrudan dönme imkânı olmadığı için eşler birbirine yabancı hale gelirler; bu sebeple eşler, iddet süresi dahil artık mahremiyet ilkelerine dikkat etmelidirler.

c. Hanefiler’e göre her iki türüyle de bâin boşama sonrasında kadın kocasının evinde iddet beklemekle yükümlüdür; iddet süresi içinde kadının barınma (süknâ) ve nafaka ihtiyacının karşılanması kocaya aittir. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise iddet bekleyen kadın hamile ise koca hem barınma hem de nafaka, hamile değilse sadece barınma ihtiyacını karşılamakla yükümlüdür. Yine Hanefîler’e göre cinsel birleşme öncesi boşama şeklindeki bâin boşama, sahih halvet meydana gelmişse iddet ve nafaka gerektirirken sahih halvet meydana gelmemişse iddet ve nafaka gerektirmez (bk. HALVET).

d. Küçük ayrılıkta taraflar, ister iddet süresi içinde ister iddet bittikten sonra, ancak yeni bir nikâh akdi yaparak (ve kocanın yeni bir mehir ödemesiyle) tekrar bir araya gelebilirler. Büyük ayrılıkta ise şu süreç yaşanmadıkça taraflar bir araya gelemezler: Kadının büyük ayrılıktan kaynaklanan boşama iddetini doldurması; ardından kendisini boşayan eşinden başka bir erkekle sahih bir evlilik yapması; bu evlilik içinde fiilen cinsel birleşmenin meydana gelmesi; ikinci evliliğin ölüm veya kocanın boşaması gibi bir sebeple sonra ermesi; kadının ikinci evliliğin bitmesinden kaynaklanan iddetini doldurması.

Bu süreçlerden sonra eğer taraflar isterse yeni bir nikâh akdiyle bir araya gelebilirler. İkinci evliliğin anlaşmalı, göstermelik ve kadının ilk kocasına helal kılınması amacıyla yapılması dinen yasaklanmıştır (bk. HÜLLE). Kadının başkasıyla yaptığı evlilik bir veya iki boşamadan sonra olursa, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf a göre önceki kocayla evlenmesi halinde yeniden üç boşama hakkı doğarken Hanefiler’den İmam Muhammed de dahil İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre sadece ilk evlilikten geriye kalan boşama hakkı bulunur.

e. Kadın her iki türüyle bâin boşamada iddet bitmeden başkasıyla evlenemez. Hanefiler’e göre bâin boşama iddeti bekleyen kadınlara doğrudan veya üstü kapalı şekilde evlilik teklifinde bulunulamaz; İslam âlimlerin çoğunluğuna göre ise üstü kapalı evlilik teklifinde bulunulabilir.

f. Her iki türüyle bâin boşamada iddet süresi içinde eşlerden biri vefat ederse diğeri ona mirasçı olamaz. Ancak kocanın ölüm hastalığında eşini -onun rızası bulunmaksızın-bâin talak ile boşaması durumu tartışılmıştır. Bu şekilde boşanan kadın Ebû Hanife’ye göre koca iddet içinde vefat ederse, Ahmed b. Hanbel’e göre kadın başkasıyla evlenmedikçe, İmam Mâlik’e göre ise her hâlükârda mirasçı olur. Ölüm hastalığında eşi tarafından boşanan kadının mirasçı kılınması, kocanın mirastan mahrum etme niyeti taşıdığı ve boşama hakkını kötüye kullandığı düşüncesine dayanır. İmam Şâfiî, evlilik bittiği için bu durumdaki kadının mirasçı olamayacağı kanaatindedir.

g. Ölüm veya talak hadisesine bağlanan vadeli mehir, bâin boşama ile peşin (muaccel) hale gelir; peşin olması için iddetin bitmesi gerekmez.
Geriye dönülebilir boşama (ric’i talak) iddeti içindeyken tekrar boşamanın geçerli, üç boşamadan (beynûnet-i kübra, büyük ayrılık) sonra beklenen iddet içinde yeniden boşamanın geçersiz olduğu konusunda ittifak vardır; zira ilkinde hükmi evlilik bağı varken ikincisinde herhangi bir evlilik bağı yoktur. Geriye dönüşsüz bir veya iki boşama (beynûnet-i suğrâ, küçük ayrılık) sonrasında beklenen iddet içinde yeniden boşama, İslam âlimlerinin çoğunluğu tarafından geçersiz kabul edilirken Hanefiler tarafından geçerli görülür; zira çoğunluk bu durumda evlilik bağının sona erdiği, Hanefiler ise hükmi evlilik bağının devam ettiği kanaatindedir.

5. Îlâ. Îlâ, tek taraflı irade beyanıyla kocanın yemin, adak veya bir şarta bağlamak suretiyle eşiyle cinsel ilişkide bulunmayı kendisine yasaklamasıdır. Îlâ sarih sözlerle olabileceği gibi kinayeli sözlerle de olabilir. Bu boşama türünden caydırmak ve sınırlandırmak üzere Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Hanımlarıyla ilişkide bulunmayacaklarına dair yemin edenlere dört ay bekleme süresi vardır. Şayet bu süre içinde yeminlerinden cayip eşlerine geri dönerlerse, elbette Allah çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir. Şayet boşanmaya karar verirlerse, şüphe yok ki her şeyi duyan, her şeyi gerçek mahiyetiyle bilen Allah’tır” (el-Bakara 2/226-227). Îlânın gerçekleşebilmesi için kadın kocasının nikâhı altında veya ric’î boşama iddeti içinde olmalıdır; bâin boşama iddetinde yapılan îlâ hükümsüzdür. Eşinden ayrı kalma süresi dört aydan kısa süreli olduğunda ilâ değil sadece yemin söz konusu olur; buna göre koca süre dolmadan önce eşine dönerse yeminini bozmuş sayılacağı için sadece yemin kefâreti gerekir; süre bittikten sonra dönerse yemin bozulmadığı için herhangi bir şey gerekmez.

Îlânın mutlak olması veya dört ay yahut daha fazla bir süreyi kapsaması durumunda koca dört ay dolmadan önce her an eşine dönebilir. Kur’ân-ı Kerim’de eşlerin birbirine dönmesi teşvik edilmiş, Hz. Peygamber de, “Kim bir şeye yemin eder de başka bir davranışı ondan daha hayırlı görürse hayırlı olanı yapsın ve yemini için kefâret ödesin” (Müslim, “Eymân”, 11-13) buyurmuştur. Eğer koca dört ay dolmadan eşine dönerse şu üç durumdan biri gerçekleşir: Îlâ, yemin şeklindeyse eşine dönen koca yeminini bozmuş sayılacağından kendisine sadece yemin kefâreti gerekir, adak şeklindeyse kocanın adadığı şeyi (hac, oruç, kurban gibi) yerine getirmesi zorunlu (vācip) hale gelir (bk. ADAK); şart şeklindeyse şarta bağlanan şey dinen ve hukuken gerçekleşmiş olur.
Eğer koca eşine dönmeden dört ay dolarsa Hanefiler’e göre hâkime başvurmaya gerek olmaksızın bir bâin boşama meydana gelir. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise dört ayın geçmesiyle boşama meydana gelmez. Bu durumda kocanın eşine dönmesi veya onu boşaması gerekir. Koca bunlardan birini seçmezse kadının başvurusu üzerine hâkim evlilik birliğine son verir. Kocanın boşamayı seçmesi veya hâkimin evlilik birliğine son vermesi bir ric’i boşamadır.

6. Zıhar. Zıhar, kocanın, -evlenmesi ebediyen haram olan bir kadına benzeterek- eşini kendisine haram kılmasıdır. Kocanın eşine, “Sen bana annemin sırtı gibisin” diyerek onu kendisine haram kılması gibi. Araplar’da Câhiliye döneminde yaygın olan bu uygulama yalan ve iftira niteliği taşıdığı için dinde yasaklanmıştır (el-Ahzâb 33/4; el-Mücâdile 58/2).

Bununla birlikte zıhar yapan kimseye kefâret ödeme veya eşini boşama şeklinde bir yaptırım getirilmiştir (el-Mücâdile 58/3-4). Koca kefâret vermediği gibi eşini de boşamazsa yetkili merciler ikisinden birini tercih etmesini ister ve duruma göre evliliğe son verebilir (ayrıca bk. ZIHAR).

IV. Karşılıklı Anlaşma ile Boşanma (Muhâlea)

Evlilik hayatı çekilmez hale geldiğinde evlilik sürecinde ve boşanma ile doğan külfeti üstlenen kocanın kendisi veya onun yetkilendirmesine bağlı olarak kadın, tek taraflı irade beyanıyla evliliğe son verebilir. Bunun dışında kadın, evliliğin bitirilmesi karşılığında bir kısım külfetleri üstlenme konusunda kocasıyla anlaşabilir. Kadının belli bir bedel vermesi karşılığında kocanın ayrılmaya razı olması şeklinde karşılıklı anlaşmaya dayalı olarak evliliğe son verilmesine “muhâlea” adı verilir. Konuyla ilgili olarak Kur’ân-1 Kerim’de, “Karı ve kocanın Allah’ın sınırlarını hakkıyla muhafaza edememelerinden korkarsanız kadının evliliğin sona ermesi için -erkeğe bir meblağ vermesinde taraflara vebal ve günah yoktur” (el-Bakara 2/229) buyurulmaktadır.

Kadının ödeyeceği bedel birikmiş nafaka, mehir, iddet nafakası gibi bazı alacaklarından vazgeçmesi veya kocasına herhangi bir mal veya menfaati sağlaması şeklinde olabilir. Bedelin mehir miktarından fazla alınması Hanefiler’e göre dinen câiz olmamakla birlikte kazaen (yargi nezdinde) geçerlidir; Şâfiîler ise güzel ahlaka uygun olmasa da bunu câiz görmüşlerdir. Geçimsizlik kocadan kaynaklanıyorsa, kocanın daha önce verdiği mehiri geri alması mekruhtur. Ayrıca kocanın, kendisine bir bedel ödemesini sağlamak amacıyla eşini sıkıştırması ve ona sıkıntı vermesi haram olduğu gibi bu yolla aldığı bedel de haram olur (bk. en-Nisa 4/19).

İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre muhåleanın hâkim huzurunda olma zorunluluğu yoktur. Muhalea ancak sahih bir evlilikte veya ric’i boşama iddeti içinde gerçekleştirilebilir; båtıl (fasit) evlilikte veya bâin boşama iddeti içinde muhâlea geçersizdir. Muhâlea yoluyla meydana gelen ayrılık bain boşama hükmündedir ve onun doğurduğu neticeleri doğurur.

V. Hâkim Kararıyla (Kazai) Boşanma (Tefrik)

Tefrik, eşlerden birinin belirli sebepler bulunduğunda boşanma talebinde bulunması, hâkimin de bunun üzerine evlilik birliğine son vermesi şeklinde gerçekleşir. Bu tür boşanma talebi genelde kadından gelmekteyse de erkekten de gelebilir; erkeğin tek taraflı irade beyanıyla boşamayıp hâkime gelmesi, kadının suçlu-kusurlu olduğu durumlarda erkeğin bazı yükümlülüklerden (mehir, iddet nafakası gibi) kurtulmasını sağlar. Bu, İslam âlimlerinin çoğunluğuna göredir. Hanefiler’e göre ise sadece kadın böyle bir talepte bulunabilir; koca tek taraflı irade beyanıyla eşini boşayabileceği için ona bu hak tanınmamıştır.

Tek taraflı irade beyanıyla boşama ve muhâleadan farklı olarak burada tarafların talebi yeterli olmayıp hâkimin kararı gereklidir ve bu karar da belirli sebeplere dayanmalıdır. Hâkimin boşama kararını dayandırabileceği sebepler şunlardır:

1. Hastalık ve kusur.
Boşama kararına dayanak olabilecek hastalıklar temelde iki grupta ele alınabilir: Cinsel birleşmeyi engelleyen veya beraber yaşamayı zararlı/meşakkatli hale getiren hastalıklar. Erkek için iktidarsızlık, tenasül uzvunun bulunmaması, cinsiyetin belirsiz olması (hünsâ), kadın için cinsel uzvunda cinsel birleşmeye engel ve devamlı bir kusurun bulunması gibi cinsel birleşmeyi engelleyen hastalıkların kazai boşanma sebebi olduğu konusunda görüş birliği vardır. Akıl hastalığı, cüzzam gibi beraber yaşamayı meşakkatli hale getiren hastalıklar ise, Hanefiler’den İmam Muhammed ve diğer mezhep âlimleri tarafından boşanma sebebi olarak kabul edilmiştir. Öte yandan körlük, sağırlık, topallık gibi fizikî engeller kazai boşanma sebebi olarak görülmemiştir. Kısırlık ise bazı âlimler tarafından boşanma sebebi olarak görülürken bazıları tarafından görülmemiştir.
İslam âlimlerinin zikrettiği hastalık türlerine bakıldığında neslin devamını ve karşılıklı sevgiyi ve saygıyı engelleyen, karşı tarafta nefret uyandıran ve beraber yaşamayı katlanılamaz kılan hastalık ve kusurların öne çıktığı ve bu çerçevede sınırlı sayıda hastalığın sayıldığı görülür. Zikredilen nitelikleri taşıyan her türlü hastalık ve kusur, boşanma talebine dayanak kılınabilir. Öte yandan evlilik anında bilinen veya öğrenildikten sonra razı olunan hastalık veya kusurdan dolayı boşanma talebi geçersizdir. Bir hastalık veya kusur sebebiyle boşanma talebi geldiğinde hâkim hastalık iyi olabilecek gibiyse boşanmayı bir yıl tecil eder, iyi olma ümidi yoksa derhal evliliğe son verir. Hastalık ve kusur sebebiyle gerçekleşen tefrik, bir bâin boşama hükmündedir; İmam Şâfiî böyle bir ayrılığı fesih olarak
değerlendirmektedir.

2. Nafakanın temin edilmemesi.

Kocanın nafakayı temin etmemesi konusunda iki durum söz konusudur: Koca zengin olduğu halde nafakayı temin etmiyorsa, doğrudan veya mahkeme vasıtasıyla kocasının malından nafakasını temin etme imkânı olduğu için kadının tefrik talebinde bulunma hakkı yoktur. Kocanın fakir olması veya bilinen malının olmaması durumunda da Hanefiler’e göre kadın tefrik talebinde bulunamaz; hâkim, kadının nafaka miktarınca başkasından borç almasını sağlar; borç verecek kimse bulunmazsa kadının kocası olmasaydı nafaka yükümlülüğünü üstlenecek olan akrabasına nafakasını yükler; borç veren veya nafakayı ödeyen kişi, kocaya rücû eder. Hanefiler, görüşlerini kocanın nafaka yükümlülüğünün kendisine verilen imkânlara göre olacağını ifade eden (et-Talâk 65/7) ve darlık içinde olana eli genişleyinceye kadar mühlet verilmesini emreden (el-Bakara 2/280) âyetlerle Hz. Peygamber’in fakirlik yüzünden tefrike hükmettiğine dair bir bilginin bulunmamasına dayandırmışlardır. Çoğunluğa göre ise böyle bir durumda kadının tefrik talep etme hakkı vardır. Nafakası temin edilmeyen kadının nikâh altında tutulması, “Haksızlık ederek ve zarar vermek için kadınları nikâhınız altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine yazık etmiş olur” (el-
Bakara 2/231) àyetinin kapsamına girer ve kocanın eşini ya iyilikle tutması veya güzellikle bırakması emriyle (el-Bakara 2/229) çelişir. Bazı âlimler, kadının tefrik talebinde bulunabilmesi için kocasının fakirliğini bilerek onunla evlenmiş veya fakirlik ortaya çıktığında buna razı olmuş olmamasını şart koşarken, Şâfiîler ve Hanbeliler bu şartı kabul etmemiştir.

Nafaka temin edilmediği için gerçekleşen tefrik, Şafiiler ile Hanbelîler’e göre fesih, Mâlikiler’e göre bir ric’î boşama niteliği taşır. Ancak bu son görüşte kocanın eşine geri dönüş hakkını kullanabilmesi için karısına karşı nafaka yükümlülüğünü yerine getirecek durumda olması gerekir.

3. Terketme ve kaybolma.

Evini terketmiş olsa da yaşadığı bilinen kimseye “gaip”, kendisinden haber alınamayan, yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen kimseye “mefkud” denir. Her iki durumda da Hanefiler’e ve Şâfiiler’e göre kadının tefrik talebinde bulunma hakkı yoktur. Eğer kocanın yeri biliniyorsa hâkim o beldenin hâkimine yazı yazarak kocayı nafaka vermeye mecbur eder, yeri veya yaşayıp yaşamadığı bilinmiyorsa ölümüne hükmedilebilmesi için emsalleri ölünceye kadar beklenmesi gerekir.

Mâlikiler ile Hanbeliler’e göre ise her iki durumda da tefrik talebi hakkı bulunur:

a. Gaiplikte, Mâlikîler’e göre her hâlükârda, Hanbeliler’e göre ise ilim tahsili, ticaret, çalışma, savaş gibi meşru bir mazeretinin olmaması şartıyla kocası gaip olan kadın tefrik talebinde bulunabilir. Tefrik talebinde bulunulabilmesi için asgari gaiplik süresi Mâlikîler’de tercih edilen görüşe göre bir yıl, Hanbeliler’e göre altı aydır. Kocanın tutuklanması, hapsedilmesi veya esir edilmesi durumunda İslam âlimlerinin çoğunluğu tefrik talebinde bulunma hakkı tanımazken, Mâlikiler zikredilen durumlar bir yıl ve daha fazla sürerse kadına bu hakkı vermiş ve gaiplik hükümlerini uygulamışlardır.
b. Kocanın mefkud olması durumunda, Mâlikîler’e göre her durumda, Hanbeliler’e göre ise kocanın ölümü hakkında savaşa gitmiş olma gibi kuvvetli bir karine varsa dört yıl geçince tefrik talebinde bulunulabilir; böyle bir karine yoksa kadın, kocasının ölümüne hükmedilinceye kadar beklemelidir, Kadına tefrik talebinde bulunma hakkı veren Osmanlı Hukük-ı Âile Kararnâmesi’nde, gaiplikte altı ay, mefkud olma durumunda ise -kocanın ölüm ihtimalinin kuvvet derecesine göre dört veya bir yıl bekleme süresi getirilmiştir.

Kocanın gaip olması durumunda şartlar gerçekleşip hâkim tefrike hükmederse Mâlikîler’e göre bâin boşama, Hanbeliler’e göre fesih gerçekleşir. Kocanın mefkud olması durumunda hâkim tefrike hükmederse ölüme dayalı boşanma meydana gelmiş olur. Gerek gaip gerekse mefkud olanın eşi ile ilgili olarak getirilen bekleme süreleri kocanın malından nafaka temin edilebilir olması halindedir. Aksi takdirde nafakanın temin edilmemesiyle ilgili hükümler uygulanır.

4. Kötü muamele ve şiddetli geçimsizlik.

Kötü muamele, taraflardan birinin kötü sözleri ve davranışları ile eşine zarar vermesi, haksız yere ondan ayrı yaşaması, onu Allah’ın yasakladığı bir fiili yapmaya zorlaması, içki ve kumar gibi kotu alışkanlıklara sahip olması türünden durumlardır. Başta kötü muamele olmak üzere degisik gerekçelerle evlilik birliğini sarsan ve birlikte yaşamayı imkânsız hale getiren iletişimsizlik veya çatışma hali de şiddetli geçimsizliği ifade eder. Kötü muamele ve şiddetli geçimsizliğin kaynağı koca ise kadının eşine nasihat etmesi, onunla durumu konuşarak birlikte orta yolu bulmaya çalışmaları tavsiye edilmiştir (en-Nisa 4/128). Kötü muamelenin ve geçimsizliğin kaynağı kadın ise kocanın sırasıyla eşine nasihat etmesi, yatakları ayırması ve uygun bir şekilde tedibe gitmesi, bunları yaparken düşmanlık göstererek eşinin aleyhine olacak şekilde hareket etmemesi üzerinde durulmuştur (en-Nisa 4/34). İlgili âyetle Hz. Peygamber’in sözleri ve uygulamaları dikkate alındığında kocanın eşini tedip etmesi uygulamasıyla, kadına ait kusurun giderilmesi, aile hukuku ve nizamının yeniden tesis edilmesi ve dağılma sürecine girmiş ailenin kurtarılması gibi neticelerin hedeflendiği görülür. Toplumsal örflerin ve şartların değişmiş olmasından dolayı günümüzde bu uygulama kendisinden beklenen neticeleri vermemekte, aksine suistimal edilmekte ve daha kötü neticelerin aracı haline getirilmektedir.

Kötü muamele ve geçimsizlik aile içi girişimlerle çozulemediginde tarafları temsilen birer hakem tayin edilerek onların sorunlara çözüm getirmesi istenmiştir (en-Nisa 4/35). Hakem tayini, aileler veya yargı eliyle olabilir. Tayin edilecek hakemlerin her iki tarafın ailesinden olması, bazı âlimlere göre vacip iken bazılarına göre müstehaptır; her iki görüşe göre de tarafların ailelerinden gerekli şartları taşıyan hakem bulunmadığında dışarıdan hakem belirlenir. Hakemliğe getirilecek kişilerin müslüman, adalet sahibi, ilgili dini-hukuki hükümleri bilen, olgun kimselerden olması gerekir. Hakemlerin öncelikli görevi tarafların arasını islah etmektir. Bu mümkün olmadığında Hanefiler ve Şafiiler’e göre, tarafların vekil kılma yoluyla bir yetki vermeleri şartıyla hakemler boşama kararı verebilir; hakemlerin boşamaya hükmedebilmeleri için erkek boşama, kadın ise suçlu kabul edildiğinde bedel ödemeyi kabul etme konusunda hakemlere yetki vermiş olmalıdır. Hakemlerin arayı bulamamaları durumunda mağdur tarafın yargıya başvurma yolu açıktır. Malikiler ve Hanbeliler’e göre ise tarafların arayı bulma dışında bir yetkilendirmesi olmasa da hakemlerin boşama yetkisi vardır. Buna göre hakemler; kötü muamele ve şiddetli geçimsizlikte koca kusurlu ise boşamaya, kadın kusurlu ise mehrin tamamı karşılığında, her ikisi de kusurlu ise mehrin bir kısmı karşılığında muhâleaya hükmedebilir. Hakemlerin boşama veya muhâleaya hükmetmeleri bir bâin boşama kabul edilir. Hakemler ittifak edemezse hâkim bir başka hakem heyeti belirler. Hâkim, atadığı hakemlerin kararına uymakla yükümlüdür.

Mâlikiler’e göre kadın kötü muamele ve şiddetli geçimsizlik durumunda mahkemeden kocasının cezalandırılmasını veya aralarını ayırmasını isteyebilir. Kadının bu yöndeki iddialarını iki şahitle ispat etmesi veya kocasının ikrar etmesi halinde hâkim aralarını ayırır; kadın zarara uğradığını ispat edememekle birlikte yeniden mahkemeye başvurup tefrik talebinde israr ederse hâkim hakemlik sürecini başlatır. Osmanlı Hukūk-ı Aile Kararnamesi kötü muamele ve geçimsizlik durumunda hâkimin doğrudan boşamasını kabul etmese de hâkim tarafından belirlenen hakemlerin boşama yetkisini ve onların kararının onanması şeklindeki mahkeme kararıyla tefriki, bu tefrikin bir bâin boşama olduğunu kabul etmiştir.

5. İffetsizlik.

İffetli bir hayat yaşama ve eşine sadakat gösterme, genel anlamda dinî ve ahlakî bir sorumluluk olduğu gibi eşler arasında karşılıklı hak ve görev niteliği de taşır. Dolayısıyla bunun ihlal edilmesi ağır bir uhrevî sorumluluk getirdiği gibi dünyevî-hukukî neticeler de ortaya çıkarır. Son derece çirkin ve büyük günahlardan olsa da zina fiilinin eşlerden biri tarafından işlenmesi, İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre doğrudan nikâhı düşürmediği gibi mahkeme de bundan dolayı onları re’sen (doğrudan, otomatikman) ayırmaz. Bazı âlimler ise, “Zina eden bir erkek ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadını nikâhlayabilir. Zina eden bir kadını da ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir erkek nikâhlayabilir. Zina eden ve Allah’a ortak koşanları nikâhlamak müminlere haram kılınmıştır” (en-Nûr 24/3; ayrıca bk. en-Nûr 24/26) âyetinden hareketle bu durumdaki eşlerin evliliğinin sona erdirilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Çoğunluk konuyla ilgili âyetleri, evliliğin devamında haramlık bulunduğu yönünde değil de bunun uygun olmayacağı şeklinde yorumlar.

Eğer eşin zinası ikrar veya dört şahit ile ispatlanabiliyor durumdaysa konu mahkemeye intikal ettirilir ve ispatlanırsa zina cezası uygulanır (bk. CEZA; ZİNA). Bu durumda ceza verilmiş olsun olmasın, tek taraflı irade beyanı veya muhâlea ile boşanma sağlanmamış ise mahkeme yoluyla boşanma (tefrik) gündeme getirilebilir. Bu durumda mahkemenin boşaması bir bâin boşama sayılır. Eşin zinası bilindiği halde ispatlanamıyorsa, mahkemeye başvurularak lanetleşme (liân; mülâane) uygulaması talep edilebilir. Buna göre hâkim huzurunda hususi bir şekilde tarafların karşılıklı yemin etmeleri gerçekleştirilir (en-Nûr 24/6-9). Böylece Mâlikîler ve Şâfiîler’e göre hâkimin tefrik kararına gerek kalmaksızın evlilik feshedilmiş olur. Ebû Hanîfe’ye ve Hanbelîler’e göre ise ancak hâkimin ayırmasıylav evlilik birliği sona erer ve bu bâin bir boşama sayılır.
Yabancı kişilerle zina yukarıdaki hükümlere tâbi olsa da, Hanefiler’e göre, birinci dereceden hısımlara yönelik zina fiilleri (kişinin, eşinin usul (üst soy) ve fürûundan [alt soy) birisine şehvetle dokunması, öpmesi veya zina etmesi), evliliğin kendiliğinden (şer’an) sona ermesine yol açar. Çünkü bu fiiller, karşılıklı olarak birinci derece akrabalarla evlenilmesini ebediyen yasak hale getirir (hurmet-i müsâhare), dolayısıyla kişinin eşiyle de arasında ebedî haramlık doğar ve aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden ortadan kalkar; bu durumda eşler birbirini terketmezlerse hâkim onları ayırır. Şâfiîler’e göre ise söz konusu fiiller haram ve günah olmakla birlikte hurmet-i müsâhare oluşturmaz ve eşler arasındaki nikâhı etkilemez (bk. SIHRİYET).

6. Din farkının oluşması.

Müslüman bir erkek, müslüman veya Ehl-i kitap olan bir kadınla evlenebilirken (el-Mâide 5/5), bunların dışındaki inanç ve görüş sahipleriyle evlenemez (el-Bakara 2/221). Müslüman bir kadın ise sadece müslüman bir erkekle evlenebilir; müslüman olmayanlarla evlenemez, var olan evliliği de devam ettiremez (el-Mâide 5/5; el-Mümtehine 60/10). Eşler arasında evliliği sona erdiren bir din farkının oluşması ya eşlerden birinin İslam’dan çıkması (irtidat) veya birinin İslam’a girmesi şeklinde olabilir. Allah Teâlâ İslam’dan çıkan kimselerin doğru yoldan sapmış olduklarını, yaptıkları amellerin dünyada ve âhirette geçersiz sayılacağını, dünyada ve âhirette elem verici bir azaba çarptırılacaklarını ifade etmektedir (el-Bakara 2/108, 217; Al-i İmrân 3/86-91; el-Mâide 5/54; et-Tevbe 9/66, 74; en-Nahl 16/106; el-Hac 22/11; Muhammed 47/25-26).

Dinî açıdan bu derece ağır bir tercihin dünyevî neticelerinden biri de evlilik bağına olan etkisidir. Hanefiler’e ve Mâlikîler’de bir görüşe göre eşlerden birinin İslam’dan çıkması ile derhal, Şâfiîler ile Hanbelîler’e göre ise iddet bitiminde ve ancak mahkeme kararıyla evlilik feshedilmiş olur. İkinci görüşe göre kişi iddet içinde tekrar İslam’a dönerse evlilik önceki haliyle devam eder. Mâlikîler’de diğer görüşe göre eşlerden birinin İslam’dan çıkması bir ric’î veya bâin boşama kabul edilirken Hanefîler’den İmam Muhammed sadece kocanın dinden çıkmasını bâin boşama olarak değerlendirmiştir (ayrıca bk. İRTİDAT).

Müslüman olmayan eşlerin ikisinin birden veya eşi Ehl-i kitap’tan olan kocanın müslüman olması durumunda, -eşler arasında kan veya süt akrabalığı bulunması gibi- başka bir evlilik engeli yoksa önceki evlilik devam eder. Öte yandan eşlerden kadın tarafı veya eşi Ehl-i kitap’tan olmayan koca müslüman olursa, eşine müslüman olması teklif edilir; o da müslüman olursa önceki evlilik devam eder; müslüman olmazsa, müslüman olan eşin, artık eşiyle evlilik hayatı yaşamaması ve yargıya başvurarak evliliği sona erdirmesi gerekir. Yargı kararıyla evliliğin sona erdirilmesi, diğer mezheplere ve Hanefîler’den Ebû Yûsuf a göre her durumda fesih kabul edilir. Ebû Hanife’ye ve İmam Muhammed’e göre ise kadının müslüman olmamasından dolayı ise fesih; kocanın müslüman olmamasından dolayı ise bâin boşama sayılır.

VI. Fesih

Evliliğin sona erme şekillerinden biri de fesihtir. Ancak fesih, evlilik birliğinin ortadan kaldırılması anlamı taşısa da yukarıda bahsedilen geniş anlamıyla talak kapsamında yer almaz. Fesih, evlilik birliğinin nikâh akdi esnasında var olan veya sonradan meydana gelen bir eksiklik (fesat) sebebiyle bozulmasıdır yani doğrudan şer’i hukuka dayalı olarak evliliğin sona ermiş sayılmasıdır. Bu eksiklikler, genellikle nikâhın şartlarıyla ilgilidir. Mesela nikâhın şahitsiz yapılması durumunda bu akit fâsittir ve fesih söz konusu olur (bk. NİKAH). Talak yani boşama/boşanma ise evlilik birliğine eşlerden biri, her ikisi veya hâkim tarafından son verilmesidir. Neticeleri bakımından fesih ile talak arasında şu farklar vardır:

1. Fesih evliliği hemen sona erdirir, talak ise ger kleşme şekillerine göre farklı sonuçlar doğurur.

2. Bir evlilikte en fazla üç boşama gerçekleştirilebilir. Fesih bu üç boşama hakkını eksiltmezken talak eksiltir.

3. Cinsel ilişkiden önce fesih gerçekleşirse kadına mehir vermek gerekmez. Buna mukabil cinsel ilişkiden önce talak gerçekleşirse ayrılığa kadının sebep olması durumu hariç mehir belirlenmişse yarısının, belirlenmemişse bir miktar hediyenin (müt’a) kadına verilmesi gerekir. Cinsel ilişkiden sonra fesih gerçekleşirse, kadın misil mehir ile belirlenmiş mehirden az olanını, mehir belirlenmemişse misil mehiri hak eder. Aynı durumda talak gerçekleşirse, kadın belirlenen mehiri, mehir belirlenmemişse misil mehiri hak eder (bk. MEHİR).

4. Fesihte eşler arasında mirasçılık hiçbir şekilde gerçekleşmezken talakta iddet içinde eşlerden biri vefat ederse boşama türüne ve bazı durumlara bağlı olarak diğerine mirasçı olur (bk. MİRAS).

VII. Sonuçları

Boşanma, gerçekleşme şekillerine bağlı olarak hükümleri değişmekle birlikte temelde iki grup sonucu ortaya çıkarır:

1. Şahsî sonuçlar. İddet bekleme, yas tutma / ihdad (bk. YAS), eşler arası cinsel hayatın sona ermesi, eşler arası mahremiyet hükümlerinin başlaması, başkasıyla evliliğin mümkün hale gelmesi, nesebi sabit olan çocukların nesep bağlarının devam etmesi, yeni doğanların nesebinin boşanma süreçlerine bağlı olarak kabul veya reddedilmesi, çocukların bakım ve terbiyesinin (hidâne) üstlenilmesi (bk. ÇOCUK; VELAYET) boşanmanın şahsî sonuçları arasında sayılabilir.
2. Mali sonuçlar. İddet bekleyen kadının mesken ve nafakasının temin edilmesi, vadeli mehirin verilmesi, miras, aileye ait maddi varlıkların tasfiyesi, çocukların nafakasının temin edilmesi gibi haklar, boşanmanın öne çıkan malî sonuçları arasında yer alır.

Ayrıca bk. AİLE.

Dini Siteler

BENZER KONULAR:

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Cevapla