Zekât verilecek mallar ve oranları (Dört mezhebe göre)

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

ZEKATINI VERMEK FARZ OLAN MALLAR

Zekat verilecek mallar ve oranlari

Beş türlü maldan zekât vermek farzdır. Bu mallar da şunlardır: Paralar, madenler, defineler, ticaret malları, ziraf ürünlerle deve, sığır ve koyunlar. Ebu Hanife iki talebesi Ebu Yusuf ile Muhammed’e aykırı olarak atlardan da zekât vermeyi farz olarak görmüştür. Fakat fetva iki imamın görüşüne göredir. Aşağıda bu meseleden bahsedeceğiz:

1- Paraların zekâtı: (Altın, gümüş):

Fakihler) ister külçe, ister basılmış, ister ziynet olsun (Hanefilere göre) zekât vermenin farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu görüşün dayandığı delil Kitap, sünnet ve icmadır. Biz aşağıda bu konudan bahsedeceğiz:

Paraların Nisabı ve Farz Olan Zekât Miktarı:

Altının nisabı, yirmi miskal yahut yirmi dinardır. Bu miktar Osmanlı lirasıyla yaklaşık on dört altın liraya yahut Fransız lirasıyla on beş altın liraya yahut on iki İngiliz lirasına tekabül etmektedir.4) Irak miskali ile yaklaşık 100 grama, Acem miskali ile 96 grama, cumhura göre ise 91. 23/25 grama tekabül eder. Miskalin iki türü arasındaki fark 0.2 gramdır. Çünkü Acem miskali 4.8 gram, Irak miskali 5 gramdır. İhtiyat olarak en azını almalıyız ki, bu da 96 gramdır yahut Arap dirhemi itibariyle 85 gramdır. Her bir dirhemin ağırlığı 2.975 gramdır.

Gümüşün nisabı, Hanefîlere göre, yaklaşık 700 grama eşittir. Cumhura göre ise yaklaşık 642 gramdır.

Şafifler dışındaki cumhura göre: Nisabı tamamlamakta altın ve gümüşten her biri diğerine ilave edilebilir. Alun gümüşe ilave edilebileceği gibi aksini de yapmak caizdir. Bir kimsenin yüz dirhem parası ile, değeri yüz dirhem olan beş miskal parası olsa, bunun zekâtunı ödemesi gerekir. Çünkü bunların maksatları ve zekâtları birleşmektedir. Bunlar tek bir cinsin iki çeşidi gibidirler.

Şafiilere göre: Deve ile ineklerde olduğu gibi, altın ile gümüş birbirine ilâve edilemezler. Değer bakımından farklı da olsalar, altın veya gümüşten her birinden nisap ayrı ayrı olarak tamamlanır. Birinci görüş, bugün kâğıt paralarda uyulması vacip olan görüştür. Bu türlerden birinin diğerine ilave edilmesi zaruridir.

Kur Fiyatı:

Her dönemde zekâtın nisabını çağdaş paraların satın alma gücüne göre belirlemek gerekir. Yine her yıl altın ve gümüşün zekât verenin beldesinde zekât verileceği zamanki değeri dikkate alınması gerekir. Çünkü bunların değeri sabit olmayıp devamlı olarak değişmektedir. Şeriat ise birbirine denk iki ölçü ortaya koymuştur. Yani yirmi dinar (miskal) yahut iki yüz dirhem olmalıdır. Asr-1 saaddette bu iki ölçünün değeri birbirine denk idi.

Bunun gibi, şimdiki nisabı ölçerken, şeriatın aslında olduğu gibi ölçmek gerekir. Bugünkü altın ve gümüşün birbirinden farklı olan değerlerine bakmak gerekmez. Nakit paralar, altının değerine göre takdir edilmelidir. Çünkü altın bugünkü para işlemlerinde esastır. Aynı zamanda paralar altın mukabilinde basılmaktadır. Hz. Peygamber (a.s) zamanında miskal Mekkelilerin paralannin esası idi. Diyetlerin takdirinde de altın para esastı. Her ülkedeki kuyumcular altının fiyatını mahalli paraları ile ölçmektedirler. Mesela, bir zamanlar Mısır Cüneyhi 2.5587 gr. altına denk idi, Suriye’de de bu konunun yazıldığı tarihte (10.2. 1981) altının bir gramı 83 Suriye lirası, gümüşün bir gramı ise 2.5 Suriye lirasına denkti. Çağımızın alimlerinden bir çoğu, fakirlerin maslahatına uygun olduğu için, ihtiyat olarak nisapta paraların gümüşün kuruna göre ölçülmesi gerektiği görüşündedirler. Bu durum fakirler için daha yararlıdır.

Zekâtın Miktarı:

Alun ve gümüşte farz olan zekât miklan 1/40’ur (%2.5). Kişi iki yüz dirhem paraya sahip olunca ve bu paranın üzerinden bir yıl geçince bundan beş dirhem zekât vermek gerekir. Yirmi miskalde ise yanm dinar vermek gerekir.
Bu görüşün dayandığı delil, bu konuda sabit olan hadislerdir. Bunlardan biri Hz. Peygamber (a.s)’in Hz. Ali’ye söylediği şu hadistir. “Senin iki yüz dirhemin olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman, bundan beş dirhem zekât vermen gerekir. Yirmi dinar oluncaya kadar da altın paradan sana bir şey lâzım gelmez. Yirmi dinarın olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman bu paradan yarım dinar zekât vermen gerekir.

Bu hadislerden biri de Ebu Said el-Hudrî hadisidir: “Beş vesaktan az olan hurmada zekât yoktur, beş ukiyyeden az gümüşte zekât yoktur, beş adedden az devede de zekât yoktur. ”

Zekât vermekle sorumlu olan kişi altın varlığından altın, gümüş varlığından gümüş verir. Gümüşten altın ve altın varlığından gümüş verecek olsa Malikîlere göre her iki durumda da bunu yapmak caizdir. Meşhur olan görüşe göre, verilen zekât kıymete göre hesap edilerek verilir. Şafiflere göre, bu iki mal varlığı yerine diğerinden zekât vermek caiz değildir.

Nisaptan Az ve Nisaptan Çok Olan Malların zekâtı:

Daha önce de belirttiğimiz gibi altın, iki yüz dirhem kıymetindeki yirmi miskal (dinar)’a ulaşınca icma ile zekât vermek farz olur. Fakat yirmi miskalden az olan nakdi varlıklardan zekât vermek gerekmez. Ancak gümüş, yahut ticari eşyadan nisap tamam olursa o takdirde yirmi miskalden az da olsa zekât vermek gerekir.

Alimler, nakdi varlık yirmi dinardan az olup iki yüz dirheme de ulaşmazsa, bundan da zekât vermek gerekmediği hususunda icmâ etmişlerdir. Çünkü her iki nakde göre de mal varlığı nisap miktarına ulaşmamıştır. Alimlerin çoğunluğu altının nisabının, kıymetine ve gümüş ile ölçülmesine bakılmaksızın yirmi miskal olduğu görüşündedirler.) Hz. Peygamber (a.s) de şöyle buyurmuştur: ” Altun üzerinden yirmi miskalden azında zekât yoktur, gümüş üzerinden iki yüz dirhemden azında zekât yoktur. ”

Nisaptan fazla olan malın zekâtına gelince:

Ebu Hanife’ye göre,  Bu fazlalık kırk dirhem olmadıkça ondan bir şey vermek gerekmez. Kırk dirhem olunca, bundan bir dirhem zekât vermek gerekir.
Bundan sonra her kırk dirhemde bir dirhem zekât vermek gerekir. Aradaki paralardan bir şey vermek gerekmez. Bunun gibi, dinar cinsinden paralardan ötürü nisaptan fazlası için, dört dinara ulaşmadıkça zekât vermek gerekmez. Hanefilere göre sahih olan görüş budur. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur. “Kırk dirhemden bir dirhem vermek gerekir. ”

İmameyn ile Cumhura göre: İki yüz dirhemden fazla paranın zekâtı yüzde hesabı ile verilir, fazlalık az da olsa %2.5’ğunun zekâtinı vermek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kırk dirhemde bir dirhem paranızın zekâtını verin. Iki yüze tamamlanıncaya kadar size bir şey vermek gerekmez. Para iki yüz dirhem olunca, bundan beş dirhem zekât vermek gerekir. Fazlası bu hesaba göre zekata tabidir. ”

Hileli Yahut Karışık (Mağşuş) Altınlar:

Magşuş Daha değersiz madenle karışık olan madenlerdir. Mesela, altının gümüş ile karıştırılması, gümüşün bakır ile karıştırılması gibi. Bu gibi madenlerin zekatı konusunda fakihlerin üç görüşü vardır:

Hanefilere göre: Gümüşü çok olan maden gümüş, altını çok olan maden altındır. Her iki madende karışım fazla olursa bu madenler ticari eşya hükmündedir. Bunlardan zekât verilmesi için kıymetlerinin nisap miktarına ulaşması gerekir. Diğer ticari eşyada olduğu gibi, bu türlü mallarda da ticarete niyet etmek gerekir. Ancak halis gümüş miktan eğer nisap miktanna ulaşırsa, o takdirde bunlardan zekât vermek gerekir. Çünkü gümüşün aynında, kendisinde kıymete itibar edilmemektedir. Bunun gibi gümüşte ticarete niyet etmek de gerekli değildir. Eşit şekilde karışık olan madenlerde ihtilaf vardır. Muhtar olan görüşe göre, ihtiyaten zekât vermek gereklidir.

Malikflere göre: Kanşık madenlerde muteber olan piyasadaki rayicidir. Ağırlığı tamam olanlar ve bakır ve benzeri madenler ile kanşmış mağşüş olanların eğer ağırlık bakımından tam olanın kıymetinde pisayada geçerliliği varsa, bunlardan zekât lazım gelir. Revaçta değilse, tasfiye edildiği takdirdeki, halis gümüş ve altına göre, ağırlık bakımından noksan olanlarda tam olma keyfiyeti, bir dinar yahut daha fazlasını ilave ederek hesap edilir. Bu ilâvelerden sonra bu madenler ne zaman tamamlanırsa zekât verilir, eğer ağırlığı tam olmazsa zekâtı
verilmez. Buna göre, eğer dirhem ve dinarlar bakır veya başka madenlerle karışık olursa, bu karşımlar düşürülerek saf altın veya gümüşten zekât verilir.

Şafif ve Hanbelilere göre: Başka madenlerle karıştırılmış bulunan altın ye gümüş madenleri halis olarak nisap miktarına ulaşmadıkça onlardan zekât vermek gerekmez. Bir kimse mağşuş hâlde, yahut karışık durumdaki altın veya gümüşe sahip olursa, alun ile gümüşün kıymeti nisap miktarına ulaşmadıkça bunlardan zekât vermek gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Beş ukıyye (20 dirhem)den az gümüşte zekât yoktur. ” Altın ve gümüşte karışım miktan bilinmezse ve nisap miktarına ulaşıp ulaşmadığı konusunda şüphelenilirse kuvvetli olan kanaat ile amel edilir. Öyle ki, bu karşımdan çıkanlacak altun miktarının zekât verecek miktara ulaştığına kesin kanaat elde edilirse yahut ateşte eritilmek suretiyle kesin olarak altın miktarının nisap miktarına ulaştığı bilinirse bundan farz olan zekâtın kati olarak düşürülmesi için zekâtı çıkarılıp verilir.

Altın ve gümüş eritilerek bunların karışımından bir kap yapılsa ve mesela, kabın ağırlığı bin dirhem olsa, altın veya gümüşten birinin ağırlığı 600 dirhem, diğerinin ağırlığı 400 dirhem olup da, bunlardan hangisinin daha çok olduğu bilinmezse her birinin zekâtı ihtiyaten çoğu altın yahut gümüş farz edilerek kanaate göre verilir. Bu kabin hepsini altın kabul etmek caiz değildir. Çünkü bu iki cinsten biri diğerinin yerini -ondan üstün de olsa- tutmaz.

 

Matlup Borçların Zekâtı:

Başka birinin zimmetinde alacak olarak bulunan nisap miktarı malın üzerinden bir yıl geçmişse aşağıda mezheplere göre yapılan açıklamalardaki şartlara bağlı olarak zekâtını ödemek farzdır.
Hanefilere göre (1) Imam Ebu Hanife’ye göre, alacaklar üç türlüdür: Kuvvetli alacaklar, orta derecede alacaklar, zayıf alacaklar.

1- Kuvvetli Alacak: Borç olarak verilen paralarla ticari eşyanın parası gibi alacaklardır. İnas etmiş de olsa borçlusu borcunu kabul ediyorsa yahut clde vesika bulunduğu halde inkar edilmişse bu alacak tahsil edilince geçmiş yıllara ait zekâtını vermek farz olur. Her kırk dirhem tahsil ettikçe onun bir dirhemini zekât olarak verecektir. Çünkü nisabın alunda olan alacaklar affedilmiş olup bunlardan zekât vermek gerekmez. Bundan, yani nisaptan fazlasının zekatı 1/40 hesabına göredir.

2- Orta Derecede Alacaklar: Bu alacaklar ticarî olmayan alacaklar olup, ev kirası bedeli gibi alacaklardır. Bu gibi alacaklardan nisap miktarı para tahsil edilmedikçe zekât vermek gerekmez. Eğer iki yüz dirhem para tahsil edilirse bundan beş dirhem zekât vermek gerekir. Sahih olan rivayete göre, müşterinin zimmetinde vacip olduktan sonra üzerinden bir yıl geçince bu yılın zekatini vermek gerekir.

Orta derecede alacaklar, üzerinden bir yıl geçmesi şartı bakımından kuvvetli alacaklar gibidir. Bu alacaklarda yıl, borçlunun bu paraları iltizam ettiği zamandan itibaren muteberdir, en kuvvetli olan görüşe göre alacağın tahsil edildiği zamandan itibaren değildir.

3- Zayıf Alacaklar: Mehir, miras, vasiyet, hul’ bedeli, kasten adam öldürmenin diyet bedeli, hata ile adam öldürmenin diyet bedeli gibi mal olmayan varliklann bedeli olan alacaklardır. Çünkü mchir kocanın karısından aldığı bir mal karşılığı değildir. Hull (boşanma bedeli) zevcenin kocasına vereceği bir malın karşılığı değildir. Vasiyet borcu, diyet ve sulh bedelleri ile miras malları bir malın karşılığı olan alacaklar değildir. Bu gibi alacaklardan nisap miktarı mal elde edilmedikçe ve üzerinden bir yıl geçmedikçe zckâtını vermek vacip değildir.

Özet olarak: Bu alacaklann her birinden zekât vermek farzdır. Fakat ödeme teslim alma zamanında farz olur. Kuvvetli alacaklarda nisabın beşte biri alınca, orta ve zayıf alacaklardan nisabın tamamını alınca zekât vermek gerekir. Ancak zayıf alacaklar yeni bir kazanç elde etmek gibi olup bunların üzerinden bir yıl zaman geçmesi gerekir.

Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed’e göre: Bütün alacaklar eşit olup hepsi kuvvetlidir, akıl (katilin akrabaları)eye gerekli olan diyet borcu dışında, hepsinin zekâtının tahsil edilmeden ödenmesi gerekir. Diyet borcu yüklenen katilin erkek akrabalanndan bu diyet borcu tahsil edilmedikçe ve üzerinden bir yıl geçmedikçe asla zekât vermek gerekmez. Diyet dışındaki bütün alacaklar ise sahibinin mülküdür. Fakat zekâtının ödenmesi kendisinden hemen talep edilmez. Tahsil
edince ödemesi istenir.

Malikilere göre: alacaklar üç türlüdür:

1- Tahsil edildikten sonra üzerinden bir yıl zaman geçmesine ihtiyaç bulunan alacaklar: Bu alacaklar, miras, hibe, vakıflar, sadakalar, mehir, hul’, cinayet karşılığı olan mal, diyet gibi alacaklardır. Bu gibi alacaklar tahsil edilip o zamandan itibaren üzerinden bir yıl geçmedikçe zekâtını vermek gerekmez. Bir kimseye babasından miras kalsa, her hangi bir sebeple mahkeme bu malın intikaline engel olsa ve uzun yıllar bu mal kendisinin alacağı olarak devam etse, sonra onu alsa, tahsil edildiği andan itibaren bir yıl geçmedikçe geçmiş olan yılların zekâtını ödemesi gerekmez. İşte bu Hanefilere göre zayıf olan alacaktır. Ticarî eşya ve akar gibi mallan satmanın karşılığı olarak hak kazanılan alacaklar da bundan biridir. Bu alacak türü Hanefilerde orta alacaklardandır. Bir kimse oturmak için elinde bulunan evini veresiye satarsa tahsil cutiği alacak nisap miktarına ulaşırsa ve üzerinden bir yıl geçmişse bundan zekât ödeyeccktir.

2- Sadece bir yıl için zekâtı verilecek olan alacaklar: Alacaklarla ticari mallann bedeli olan mallardır. Bu gibi alacaklar Hanefîlere göre kuvvetli alacaklardır. Bunlardan dört şart ile zekât vermek farz olur:

a) Borçluya verilen borcun aslı altın, gümüş, olmalı veya elbise gibi

saklanabilen ticari eşyanın parası olmalı.

b) Alacağın bir kısmını tahsil etmiş olmak. Eğer hiç bir şey tahsil edilmezse zekât vermek gerekmez.

c) Tahsil edilen alacak nakit (alun ve gümüş) olmalıdır. Elbise, buğday ve

benzeri ticarî malları alınırsa zekat gerekmez.

d) Tahsil edilen miktar en az nisap miktarı olmalıdır. Bir kaç kerede tahsil edilse bu nisap miktarı olmalıdır yahut tahsil edilen miktar nisaptan az olmakla beraber yanında nisabı tamamlayacak üzerinden bir yıl geçmiş alun ve gümüşü bulunmalıdır.

3- Müdîr Alacağı: Peşin fiyatına alışveriş yapan tacirin alacağıdır. Eğer alacağın aslı, ticarî eşya olursa tacir her yılın zekatinı öder. Bu alacağın zekâtını, yanındaki diğer ticari eşyaların kıymeti ile sattığı altın ve gümüşe göre değeri üzerinden öder.

Şafiflere göre:) Alacakli alacağını elde edince, eğer alacak dirhem ve dinar cinsinden yahut ticari eşyanın karşılığı olan alacak ise geçmiş yılların zekâtını ödemesi gerekir. Eğer alacak hayvan cinsinden yahut hurma ve üzüm gibi yiyecek maddeleri ise zekâtın vermesi gerekmez.

Hanbelilere göre:(1) Bu mezhebe göre, alacak ister peşin ister veresiye olsun, ister borçlu borcunu itiraf edip ödemeyi kabullensin, ister ödeyemiyecck dereccde fakir yahut borcunu inkâr eden yahut ödemeyi geciktiren kimse olsun fark etmez. Ancak bu kişi alacağını almadıkça zekâtını çıkarıp vermek zorunda değildir, Geçmiş alacaklanrun geçmiş yıllannin zekâtinı öder. Çünkü bu zimmetinde sabit olan bir alacaktır. Bu alacağı tahsil etmedikçe zekâunı çıkarıp vermesi gerekmez. Zekatin hedefi fakirleri gözetmektir, kişinin faydalanmadığı bir malin zekâtını çıkanp vermesi fakiri gözetmek değildir. Bu mal aynı zamanda bütün durumlarda aynı hal üzeredir. Dolayısıyla zekâtın farz olmasında yahut düşmesinde diğer mallarda olduğu gibi eşittir.

Emanet olarak verilen mallar ise elde bulunan mallar gibidir. Çünkü emanet malı korumak bakımından emanet veren kimsenin naibidir. Emanetçinin eli malin sahibinin eli gibidir. Geçmiş yılların zckâtını öder. Çünkü bu emanet mal sahibinin mülküdür ondan faydalanma imkânına sahiptir. Dolayısıyla zckâtını emesi vaciptir. Diğer mallara benzemektedir.

Özet olarak: Eğer alacak kabul edilmiş, vaktinde yahut istendiğe zaman ödenebilecek bir alacak ise cumhura göre, alacaklının bu malın zekatını ödemesi gerekir.

Eğer alacak fakir bir kimsede olup ödenmesi umulan bir alacak değilse yahut oyalayan veya inkar eden ve itiraf etmeyen birinde ise, çoğu müçtehidlere göre bundan ötürü zekât vermek gerekmez.

Nakdi teminatin (depozit) zekâtı sahibine aittir. Bu, ise malı kiralayan kimsenin mal sahibine verdiği nakdi teminattır. Yani, ücretin zamanında mal sahibine ödenmesini garanti için kiralayan kimsenin vermiş bulunduğu bir maldır. Bunun zekâtını vermek kiraya verene ait olmayıp kiralayana aittir. Ancak zekâtın şartlanının bulunması şarttır.

Kağıt Paraların Zekâtı:

Kağıt paralarla madeni paralar, altın ve gümüş paralar yerine, ticarî ve gayri ticarî mübadelelerin yapıldığı paralardır. Bu paralar tedavüldeki paralara karşılık merkez bankasınca stok edilen külçe alunlar mukabilinde çıkarılan banka havalesi yerindedirler. Ancak çoğu devletler alun para ile muameleyi yasaklamıştır. Fakat kağıt paralarla bronz, bakır ve benzeri madenlerin karşımı olan madenî paralara karşılık altın mevduat çekmeye müsaade etmemiştir ki, devletin hazinesindeki altın stoklarını korusun.

Paradaki bu sistem Birinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla eski fakihlerimiz bundan bahsetmemişlerdir. Asrımız alim ve fakihleri bu kağit paraların zekâtı ile ilgili hükümlerden(1) bahsetmişler ve Cumhura göre (Hanefi, Şafii ve Malikîler) bu paralardan zekât vermenin farz olduğunu tesbit etmişlerdir. Çünkü bu paralar ya devletin hazinesinde bulunan kuvvetli bir alacak yerindedirler yahut alacak senetleridirler yahut kıymetince banka havaleleridirler.

Hanbeli mezhebine tabi olanlardan fiilen bu kağıt paralar, altın ve gümüş ma denine dönüştürülmedikçe, onlardan zekât vermek gerekmediği görüşünü savunanlar vardır. Bunlan alacak tahsiline benzetmişlerdir.

Doğru olan görüş, bu kağıt paralardan da zekât vermenin farz olduğudur. Çün kü bunlar eşyanın günümüzdeki karşılığı olan semen, paralar olmuşlardır. Bugün altın paralarla muamelede bulunmak mümkün olmamaktadır. Hiç bir devlet her hangi bir kağıt yahut nakit para karşılığındaki altının alınmasına müsaade etmemiş tir. Bu paralan alacağa kıyas etmek, benzetmek doğru değildir. Çünkü alacaktan sa hibi yani borç veren kişi faydalanamaz. Bu yüzden fakihler alacakların zekâtinı, an- cak tahsil ettikten sonra vacip kılmışlardır. Çünkü bu alacaklan alamama ihtimali vardır. Oysa bugünkü paralardan hâmili fiilen faydalanmaktadır. Yani eşyanın fi yatı olarak kabul edilen altın paralarla faydalanıldığı gibi bunlardan da faydalanil maktadır. Bu paralara sahip olan kişi fiilen onu elde etmektedir. Bu paralann zeka tinda ihtilaf bulunduğu kavli doğru değildir. Bugünkü paralardan zekât vermek ge rekmediğine hükmetmenin hatalı bir içtihat olduğunda hiç şüphe yoktur. Çünkü bu netice itibariyle, en önemli zekat mallanndan zekât vermek gerekmediğine delil or taya çıkmasına sebep olur. Dolayısıyla kağıt paraların zekâtının peşin alacakların uzun zaman sonra ödenmesi durumunda olduğu gibi, ödenmesi gerekir. Nitekim Şafif mezhebinin görüşü budur. Bunlardan 1/40 nisbetinde zekât vermek gere kir.

Daha önce de açıkladığımız üzere, kağıt paraların zekâtu şer’an belirlenmiş olan altın nisabı kuru ile ölçülür ki bu miktar yirmi dinar yahut yimi miskaldir. Biz ağırlık olarak bu ölçünün 85 gram olmasını, gümüşte ise 595 gram olmasını tercih ediyoruz. Bu ölçü Arap dirhemleri ile hesaplanmıştır ki, bir Arap dirhemi 2.975 gramdır. En sahih olan görüş, kağıt para nisabının altın nisabına göre hesaplanma sıdır. Çünkü bu ölçü hayvanların nisabına (deve, sığır ve koyunların nisabına) denktir. Bununla beraber geçim seviyesi ve ihtiyaçlar artmıştır. Fakirler için daha faydalı olduğu, dinde ihtiyat gerektiği, gümüş nisabında ittifak bulunduğu, gümüş nisabı sahih sünnetle sabit olduğu, geçmişte Mısır riyali ile 26 riyal 9. 1/3 kuruşa denk geldiği, Suudi Arabistan’da Birleşik Arap Emirliklerinde 50 riyal karşılığı, Hindistan’da ve Pakistan’da 55 riyale denk olduğunu ileri sürerek, asrımız alimle- rinden bir çoğu her ne kadar nisabın günümüzde gümüş üzerinden hesap edilmesi gerektiği görüşünü benimsemişlerse de, altun ile hesaplanması yukanda zikrettiği
miz gerekçelere dayalı olarak daha doğru bir görüştür.

Şerî nisap ölçüsüne ulaşmadıkça ve üzerlerinden bir yıl geçmedikçe kağıt pa ralardan zekât vermek gerekmez. Bu nisap miktan kağıt paranın borç dışında olma si gerekir. Hak ve adaletin gereği budur. Hanefiler şunu da ilave etmişlerdir: Nisap miktan para, nafaka, giyim-kuşam, kira, savaş aletleri gibi zaruri ihtiyaçlardan da artmış olmalıdır.

Senet: Belli bir meblağa ulaşan borcu, belli bir zamanda, hamiline vermeyi ta ahhüt etmektir.

Hisse senedi: Şirketin sermayesinin bir cüzünü, parçasını temsil eder. Bu se nedin sahibi, o şirketin hissedandır. Senet ise şirketin yahut devletin borcunun bir parçasını temsil eder. Bu senedin hamili alacaklıdır.

Şer’an hisse senedi ile muamelede bulunmak caizdir. Fakat tahvillerle mua mclede bulunmak yani tahvil almak haramdır. Çünkü tahviller fâiz fazlalığı taşı maktadırlar.

Tahvilleri almak haram olmasına rağmen,2) bunların da zckâtlarını ödemek gerekir. Çünkü tahviller sahibinin belli bir alacağını temsil ederler. Her yıl bunlann zekâtının ödenmesi gerekir. Malikîler dışındaki fakihlerin ekserisinin görüşü ile amel etmek lazımdır. Çünkü tahsil edilmesi umulan alacakların her yıl zekatını ödemek gerekir. Fakat yatırım senetlerinin zekâtının paralarda olduğu gibi, her yıl %2.5 nisbetinde ödenmesi gerekir.

Hisse senetlerinin zekati alışverişteki gerçek değeri üzerinden ticarî eşyanın zekâtu gibi ödenir. Yani sermayelerinin kârlan ile birlikte sene sonunda %2.5 nisbe tinde zekâtlan ödenir. Ancak malın aslı ile kârının nisabı doldurması veya sahibi nin başka malı ile birlikte nisaba ulaşması şarttır. Nisaptan az olan miktar geçim için affedilmiştir. Ancak bu senet sahibinin bundan başka bir gelirinin bulunmama sı durumuna göredir. Bu hüküm ticarî şirketler için söz konusudur. Şeker şirketi, petrol şirketi, matbaalar, fabrikalar gibi sanayi şirketlerinin ise, bina, alet, ve edeva u kıymeti çıkanlarak iusse senetlerinin bugünkü değeri üzerinden zekatları veri lir.

Özet olarak: Hisse senetleri ile tahvillerin zekatını %2.5 nisbetinde kârı ile birlikte bugünkü kıymeti üzerinden hesap ederek her yıl sonunda ödemek gerekir. Ancak bu mallara sahip olduktan sonra üzerinden bir yıl zaman geçmesi gerekir.
Yahut şirketin gelirinden ve iradından safi gelir üzerinden nisbetinde toptan hesap edilerek ödenir. Bu hüküm ziraf ürünlerle meyvelerin nisabına kıyas edilerek verilmiştir. Bunda da şirketin mallannın büyümeye ve gelişmeye müsait olması iti bara alınmıştır. Birinci durumda hisse senedinin sahibinin tacir vasfı taşıdığını, ikinci durumda ise şirketin üretici vash taşıdığını kabul etmiş oluyoruz.

2. Madenlerle Definelerin Zekâtı:

Fakihler zekât yemek farz olan maden ve definelerin mâna ve zekât miktann da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefîlere göre, maden definedir. Cumhura göre bu iki kelime ayn ayn manalar ifade ederler. Maden, Malikî ve Şafiilere göre, altın ve gümüştür. Hanefilere göre, ateşte eriyip kalıba giren şeydir. Hanbelilere g8 re, kati ve sıvi bütün maden türlerini içine almaktadır. Hanefîlerlerle Malikilere gö- re, madenlerden beşte bir zekât vermek gerekir. Şafif ve Hanbelilere göre, kırkta bir zekât vermek gerekir. Definelerde ittifakla beşte bir zekât vermek gerekir. Aşağı daki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Cumhura göre, madenlerde farz olan miktar zekât Hanefilere göre, ganimet sayılır. Cumhura göre, definelerden farz olan miktar kamu yaran bulunduğu için ganimettir. Şafiſlere göre definelerden ali nan bu vergiler zekâtın harcanacağı yerlere harcanır. ltifakla madenlerin nisap miktarına ulaşması şarttır. Definelerde nisap miktanna ulaşmak şartı yoktur. Defi nelerde büyük çoğunluğa göre, nisaba ulaşmak şart değildir. Şafiflere göre şart tur.

Hanefilere göre:

Maden, rikâz, (define) kenz bir manaya gelir. Bunlar toprak altında gömülü bulunan her türlü mala denilir. Ancak maden, Allah teala’nın yeryüzünü yaratırken yerin altında yarattığı madenlerdir. Define veya kenz ise insanlann yahut kafirlerin fiili ile toprağa gömülü olan mallardır.

Madenler üç türlüdür:

a) Katı madenler: Bunlar altın, gümüş, demir, kurşun ve bakırda olduğu gibi ateşte eriyen ve şekillenen madenlerdir. Civa da buna ilave edilir. Bu gibi varlıklar da gerekli olan zekât nisaba ulaşmasa da beşte birdir.

b) Katı maddeler: Bunlar ateşte erimeyen ve şekil almayan kireç, kireç taşı, sürme, zimik, yakut, tuz ve benzeri taşlardır.

c) Sivi maddeler: Bunlar kati mayan zift, petrol gibi maddelerdir.

Humus, yani beşte birinin verilmesi sadece birinci türden gerekir. Bu madde ler ister haraç topraklarında bulunsunlar, ister öşür topraklannda bulunsunlar(2) far ketmez. Humuslar ganimetlerin harcanacağı yerlere harcanırlar. Bunların dayan
diklan delil Kitap, sahih sünnet ve kıyastır.

Kitaptan delil: “Biliniz ki ganimet olarak elde ettiginiz malların beşte biri Al lah’ındır. “mealindeki ayet-i kerimedir. Madenler ganimet sayılır. Çünkü bunlar kafirlerin ellerindeki topraklardan çıkanlmaktadırlar. Daha sonra Müslümanlar sa vaşarak topraklan elde etmişlerdir.

Sünnetten delil: “Hz. Peygamber (a.s)’in şu hadisidir: “Dilsiz hayvanların ya raladığı hederdir, su kuyusuna düşen hederdir, maden kuyusuna düşen hederdir. Rikazda ise beşte bir zekât vermek gerekir. “(1) Rikâz, madenleri de defineleri de içine alan bir terimdir. Rikaze’den gelmiştir. İster Allah tarafından, ister kullar tara findan olsun, toprak altına yerleştirilen madenler ve kıymetli şeyler demektir.

Kıyastan delil, madenlerin cahiliye dönemindeki definelere benzetilmesidir. Aralanndaki ortak nokta her birinde ganimet manasının sabit olmasıdır. Dolayısıy la bunlardan beşte bir zekât vermek gerekir.

Humus’tan Artanın Hükmü: Bulunan definelerle madenlerden beşte bir zekât verildikten sonra artan kısım eğer define ve madenler birinin mülkünde bulunmuş sa, mülkün sahibine aittir. Eğer açık arazide olduğu gibi, hiç bir kimsenin mülkiyeti altında değilse, artan kısım bulana aittir.

Madenlerden beşte bir zekatın vacip olması: Eğer madenler üzerinde put ve haç gibi cahiliye döneminin alâmeti varsa bundan beşte bir zekât vermek gerekir. Eğer Kelime-i şehadet gibi İslâm nişanı bulunuyorsa yahut müslüman bir devlet yöneticisinin ismi bulunuyorsa, bulunan bu maden yitik maldır, bundan beşte bir zekât vermek gerekmez.

Bunun gibi, eğer maden yahut define bir kişinin mülkünde olan evde bulunur sa, Ebu Hanife’ye göre, bundan beşte bir zekât vermek gerekmez. Çünkü bu maden toprak altında bir araya getirilmiş toprak parçalanndan biridir. Toprağın diğer par çalarında her hangi bir vergi olmadığı gibi, bu parçasında da bir vergi söz konusu değildir. Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed’e göre, böyle madenlerden beşte bir zekât vermek gerekir. Çünkü daha önce geçen hadis mutlaktır.: “Definelerden beşte bir zekât vermek gerekir. “Bu hadisteki define ifadesi mutlak olup evde ve ev dışındaki defineler arasında bir ayırım yapılmamaktadır. Ebu Hanife ise bu iki ayn yerde bulunan defineler arasında ayın yaparak, evin bazı mali sorumluluklardan hali olduğunu, toprağın ise sorumluluklar, vergileri bulunduğunu ileri sürmüştür.

Dayandığı delil, topraktan öşür ve haraç alındığı, fakat evlerden öşür alınmadığı hususudur. Dolayısıyla bu vergi, yani beşte bir zekât öşür ve haraç gibi topraktan bulunanlarda farz olur, evde bulunanlarda farz olmaz. Madenlerden ateşte erimeyen ve şekil almayan sivi ve katı olanlarından zekât vermek gerekmez. Ancak sıvı hâldeki civadan beşte bir zekât vermek gerekir. Çün kü civa aynen kurşun gibi kabul edilmiştir.

Dağlarda bulunan firuz madeninden zekât vermek gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Taştan zekât vermek gerekmez. ”

İnciden, amberden, denizden çıkarılan hiç bir zinetten, denizde gömülü define bile olsa zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlar üzerinde devlet gücü kullanılmamıştır. Dolayısıyla bunlar ganimet değillerdir. Ancak ticari olurlarsa zekât vermek gerekir.

Define ile rikâza gelince: Sahibi bulunmayan bir toprakta bulunurlarsa bun lardan humus, beşte bir alınır. Dayandığı delil daha önce geçen şu hadistir: “Rikaz- dan beşte bir zekât vermek gerekir. ” Toprak altında bulunan silah, alet, elbise ve benzeri her şey buna ilave edilir. Çünkü bunlar altın ve gümüş gibi birer ganimettirler.

Darul-harbe eman (vize) ile giren kimse, bu ülkede bazı insanların evinde de fine bulsa, zulüm yapmaktan kaçınmak için bulduklarını onlara geri verir. Çünkü evde bulunan şey özellikle sahibine aittir. Eğer bu gibi buluntu mallan kişi sahibine iade etmeyip kendi memleketine götürürse bunlar habis mallar olurlar. Bu gibi mal lann sadaka olarak verilmesi gerekir. Eğer darul-harp’te açık arazide define bulu nursa bu define, bulan kişiye aittir. Çünkü bulunan mallar özel olarak hiç bir kimse ye ait değildir, dolayısıyla alması bir gaddarlık sayılmaz. Bunlardan ötürü bir şey vermek de gerekmez. Çünkü bu durum, darul-harpte açıktan değil, gizli olarak hir Sızlık yapan ve harbilerin mallarından gizlice bir şeyler alan ve İslam ülkesine götü ren kimse gibidir.

Malikilere göre:

Maden, rikâz (define)i aynı manada değildir. Maden, Allah tealâ’nın toprak al unda yarattığı altın, gümüş, demir, bakır ve benzeri şeylerdir. Bunları çıkarıp elde etmek için bir tasfiye ameliyesine ihtiyaç vardır. Madenlerin Mülkiyeti: Madenler üç türlüdür:

1- Hiç kimsenin mülkiyetinde olmayan bir yerde bulunan madenler. Bu gibi madenler devletindir. Devlet bu madenleri dilediği Müslümanlara verebilir yahut onlan amme menfaati için hazineye devredebilir.

2- Belirli bir şahsın mülkü olan toprakta bulunan madenler de yine devletindir.

Bu madenler mülk sahibine mahsus değildir. Bir görüşe göre mülkün sahibinindir

3- Savaş yahut sulh yolu ile elde edilen topraklarda olduğu gibi, belli bir şahsın mülkiyeti altında olmayan topraklarda bulunan madenler. Devlet gücü ile alınan lopraklar devletindir. Sulh yolu ile elde edilen topraklar sahiplerinindir. Bu toprak lann sahipleri kafir olarak yaşadıklan müddet onlara dokunulmaz. Eğer Müslüman olurlarsa, bunların durumu devletin kontrolüne geçer.

Özetle, madenlerin hükmü mutlak olarak imama, yani devlete aittir. Ancak sa hipleri ile sulh yapılan topraklann durumu sahiplerinin kâfir olmasına bağlı olarak devam eder.

Madenlerde vacip olan vergi: Madenlerde verilmesi gerekli olan zekât olup bunun miktarı nisap miktarına ulaşırsa 1/40’ur. Zekâtta olduğu gibi hür ve Müslü man olmak şartı vardır. Fakat madenlerde üzerinden bir yıl geçme şarti yoktur. Bel ki ziraî ürünlerde olduğu gibi, elde edildiği zaman zekâu verilir. Zekât vermek farz olan madenler altın ile gümüştür. Bakır, kurşun, civa ve benzeri diğer madenlerden zekât vermek gerekmez. Ancak bu madenler eğer ticarî maksatla bulunduruluyorsa zekât vemek gerekir. Hanefilerle Malikiler arasında vacip olan miktardaki ihtila fin sebebi şudur: Rikâz ismi madenleri de içine alır mı, almaz mı? Hanefîlere göre rikâz, madenleri içine almaktadır. Hanefiler daha önce de geçen şu hadis ile amel ediyorlar: “Rikâzdan beşte bir zekât vermek gerekir. ” Malikîler şöyle demişlerdir: Rikâz madenleri içine almaz. Dolayısıyla rikâzda sadece altın ve gümüşün zekatı olan 1/40 zekât vermek gerekir ve bu miktar zekatin harcanacağı yerlere harca nir.

Bir maden ocağından ikinci kez çıkanlan maden birinci kez çıkanlana ilave edilir. Ancak maden damarının bir olması gerekir. Eğer birinci ve ikinci defa çıkan lan madenler nisap miktan veya daha çok olursa zekâtı verilir. Arada zaman farkı da olsa hüküm aynıdır. Bir maden damarından çıkanlan maden diğer damardan çıkanlana kezâ bir maden diğer bir madene ilave edilmez. Her birinden çıkanlanlar ayn ayrı olarak hesap edilir. Madenlerden çıkanlan nedre dedikleri parça, madenden istisna edilir. Nedre, topraktan tasfiye edilmesi kolay olan altın ve gümüş kütleleridir. Bu gibi madenle rin tasfiyesinde büyük bir itinaya ve gayrete ihtiyaç olmaz. Bunlardan beşte biri ve rilir, nisaba ulaşma şartı da yoktur. Bu gibi madenlerden verilecek olan zekât gani- metlerin harcandığı Müslümanların yararına harcanır. Nitekim Hanefiler de ateşte eriyen ve şekil alan madenlerde aynı görüşü benimsemişlerdir.

Rikaz ve definelere gelince: Bunlar cahiliye chlinin toprağa gömdükleri altın, gümüş ve benzeri kıymetli madenlendir. Bir kimse toprağa gömülü olan bu gibi ma denlerin cahiliye döneminden kalma mı, yoksa Islami döneme ait mi olduğu husu sunda şüpheye düşerse, cahiliye döneminden kalma olduğuna itibar edilir.

Rikazın Mülkiyeti: Rikazın mülkiyet hükmü, bulunduğu toprağın hükmüne göre değişmektedir. Bu da dört şekilde olabilir:

1- Rikaz sahrada ve cahiliye chlinin gömdüğü şeylerden olmalıdır. Bu gibi defineler bulanlara aittir.

2- Mülk olan toprakta bulunmak: Toprağı ihya etmek yahut varis olmak sure tiyle bu gibi topraklarda bulunanlar sahiplerine aittir, bulanın değildir. Bunun gibi, bunlara satın alma yahut hibe yoluyla sahib olana da ait değildir. Biliniyorsa ilk sa tan yahut hibe edene aittir. Eğer bilinmiyorsa bulunan mal yitik maldır.

3- Devlet gücü ile fethedilen topraklarda bulunmak. Bu gibi topraklarda bulu nan defineler bulana aittir.

4- Sulh yolu ile fethedilen topraklarda bulunmak. Bu gibi defineler de yine bulana aittir.

Bütün bunlar Müslümanlann mührünün bulunmadığı mallar içindir. Eğer bulunan definelerde Müslümanlara ait mühür bulunursa yitik mallar hükmünde olup bir yıl ilan edildikten sonra bulan kimseye ait olur.

Rikâzın Hükmü:

Rikazda mutlak olarak beşte bir zekat vermek gerekir. İster altın olsun, ister gümüş ve diğer madenler olsun ister bunlan Müslüman bulsun, ister gayrimüslim bulsun bunlardan humus, beşte bir zekât vermek gerekir. Humuslar, ganimetler gi bi kamu yaranna harcanır. Ancak bunların çıkarılması için büyük bir çalışmaya ve harcamaya ihtiyaç hissedilirse o takdirde bunlardan 1/40 zekât vermek gerekir ve zekâun harcanacağı yerlere harcanırlar.

Rikazda humusun farz olması için her iki durumda da nisap miktarına ulaşma sı şart değildir. Farz olan miktarın verilmesinden sonra geride kalan mal bulana ait olur. Ancak bulunan mallar birinin mülkün olan toprakta ise o takdirde geride kalan kısım asıl sahibinin olur.

Denizin kıyıya attığı ve hiç bir kimsenin mülkü olmayan amber, inci, mercan
gibi(1) mallardan bir şey vermek gerekmez. Bu gibi mallar ilk defa bunlara el koyan lara aittir. Humus vermek gerekmez. Çünkü eşyada aslolan mübahlıktır. Eğer daha önce cahiliye ehlinden birinin mülkiyeti var idiyse, o takdirde ancak humusu öden- dikten sonra bulana ait olur. Çünkü o takdirde bu rikâzdır. Eğer bulan kişi bunların bir Müslümana yahut bir zimmiye ait olduklarını bilirse bu mallar yitik mallar hük mündedir.

Şafiflere göre:

Maden ile Rikâz aynı şey değildir. Rikáz Allah teala’nın yarattığı kaynaktan çıkarılan şeylerdir. Bunlar da Malikilerin dediği gibi altın ile gümüştür.

Rikaz eğer altın ve gümüş ise, bunlardan 1/40 ölçüsünde zekât vermek gere kir. Yakut, zeberced, bakır, demir gibi diğer madenlerden zekât vermek gerekmez. İster mübah bir toprakta bulunsun, ister hür ve Müslüman bir kimsenin mülkü olan topraktan çıkanlsın, hüküm değişmez. Çünkü daha önce geçen zekâtla ilgili hadis lerin manalan umumidir: “Gümüşten kırkta bir zekât vermek gerekir ” hadisi gibi. Ancak bunların nisap miktannda olması şarttır. Diğer imamlar da bu görüşü ileri sürmüşlerdir. Şafiî mezhebine göre, rikazda bir yıl zaman geçme şartı yoktur. Çün kü bir yıl geçme şartı mallarda büyümenin gerçekleşmesi için konulmuştur. Ma denlerden çıkarılanın kendisi nema olup büyüme hükmündedir. Dolayısıyla ziraf ürünlere benzemektedir.

Eğer çıkarılan maden kaynağı bir ise ve çalışma peşpeşe sürüyorsa, buradan çıkarılanların bir kısmı diğerine ilave edilebilir. Bu elde edilen meyvelerin birbiri ne ilave edilmesine benzemektedir. Birinci defa çıkarılan madenin çıkaranın mül kiyetinde kalması şartı yoktur, sadece çıkanılan maden ocağının bir olma şartı var dir. Eğer bir kaç madenden madenler çıkarılıyorsa bunlar birbirine ilave edilmez ler. Çünkü mekân değişikliğinde genellikle yeniden bir çalışma yapmak söz konu sudur. Fakat aletleri tamir etmek, işçilerin işi bırakması hastalık ve yolculuk gibi sebeplerle çalışma kesilir de sonra tekrar çalışmaya başlanırsa buradan çıkarılan madenler birbirine ilave edilerek hesap edilir. Bunun zamanı uzasa da hüküm aynı- dır. Eğer çalışma her hangi bir özür olmaksızın kesilirse buradan çıkarılanlar birbirine ilave edilemezler.

Bir maden ocağından ikinci kez çıkarılan madenler birinci defa çıkanlana ila ve edilirler. Bunun gibi, bir maden ocağından çıkarılanlar, nisabi tamamlamada madenler dışında sahip olduğu diğer zekat mallarına ilave edilebilir. Bu gibi ma denlerin zekâu, tasfiye edildikten sonra verilir. Eğer tasfiyeden önce verilirse yeter li olmaz.
Rikaza gelince: Bunlar cahiliye döneminde toprağa gömülen mallardır (1) Bunlardan hemen humus, beşte bir zekât vermek gerekir. Nitekim Hanefiler de bu görüştedirler. Bu madenlerde zekâttaki hür olma, Müslüman olma, nisap miktarı mala sahip olma şartları vardır. Ayrıca bulunanların altın ve gümüş madenleri ol- ması şarttır. Külçe yahut basılmış olmak arasında bir fark yoktur. Çünkü bunlar yerden elde edilmiş olan mallardır. Bunlann üzerinden bir yıl zaman geçmesi şarti da yoktur. Meşhur olan görüşe göre, definelerin humusu zekâtın harcanacağı yerle re harcanır. Definelerde vacip olan miktarın dayandığı delil Ebu Hureyre’den riva yet edilen şu hadis-i şeriftir: “Rikazdan beşte bir zekât vermek gerekir.”

Eğer definelerin üzerindeki işaretlerden cahiliye devrine değil de Íslâmî dö- nemlere ait olduğu anlaşılırsa yahut cahiliye dönemine mi yoksa İslâmî döneme mi ait olduğu bilinmezse, sahibinin yahut bilinen varisinindir. Çünkü Müslümanın malina istilâ yolu ile sahip olunamaz. Eğer sahibi bilinmezse yitik mal hükmünde dir. Bulan kişi bunu yitik malları ilan ettiği gibi ilan eder.

Eğer define bir şahsa ait yerde yahut bir şahsa vakfedilen toprakta bulunursa o şahsa aittir ve yemin de ettirilmez. Çünkü kendi evi eşyası gibidir. Eğer her hangi bir kimse bu mal üzerinde bir iddiada bulunmazsa yahut sükût ederse yahut kendi sine ait olmadığını söylerse, buna sahip olanlardan ilk elde edene aittir. Bu durum toprağı ilk ihya edene kadar vanr.

Rikâz eğer bir mescitte yahut bir caddede bulunursa bulunan bu mal yitik mal dır. Yitik mala uygulanan işlem buna da uygulanır. Çünkü böyle mallar da bütün Müslümanlann hakkı vardır. Dolayısıyla yitik mallardan olur.

Rikâzın bulunduğu yerin mülkiyeti hakkında satan ile satın alan yahut kiraya veren ile kiralayan arasında yahut ödünç veren ile ödünce alan arasında ihtilaf çık- sa, yemin ile birlikte mülk elinde bulunan kimse tasdik edilir. Evin eşyası hakkında ihtilaf çıktığı zaman da hüküm böyledir.

Hanbelilere göre:

Maden, rikâzdan ayrıdır. Maden, Allah Teala’nın yarattığı ve toprak altından çıkanlan toprak cinsinden olmayan şeylerdir. Toprağa gömülen şey değildir. İster kati madde olsun ister sıvi madde olsun, hüküm değişmez.

Madenin Mülkiyeti: Altın, bakır gibi katı madenler, bulunduklan top rağa sahip olmakla sahip olunurlar. Çünkü bunlar toprağın birer parçası olup toprak ve sabit olan taşlar gibidirler. Rikâz böyle değildir. Rikâz, toprak cinsinden değil dir. Buna göre, kişinin mülkü içinde yahut sahipsiz bir toprak içinde bulduğu kıymetli madenleri almaya kendisi daha çok hak sahibidir. Boş bir toprakta iki kimse maden bulsa, ilk bulan kişi çalıştığı müddetçe onu almaya daha lâyıktır. Kendisi bu
maden bulsa, ilk bulan kişi çalıştığı müddetçe onu almaya daha lâyıktır. Kendisi bu çalışmayı bırakırsa başkalannın burada çalışması ve maden çıkarıp alması caizdir. Bir kimse sahibi bulunan bir mülkte çalışır da maden bulursa, bulunanlar bu yerin sahibininidir.

Petrol, ve benzeri sıvı maddeler her halde mübahtır. Ancak bir kimsenin baş kasının mülkiyeti altındaki toprağa girerek bu sıvı maddeleri çıkarması mekruhtur. İzin alınırsa bu kerahet ortadan kalkar.

Zekåt Vermenin Farz Olduğu Madenler: Madenler topraktan çıkarılan, Allah’ın yarattığı şeylerdir. Topraktan çıkanlan altın madeninden yirmi miskal, gü müş madeninden iki yüz dirhem, demir, kurşun, bakır, civa, yakut, zebercet, billur, akik, sürme taşı, zimik gibi madenlerin altın ve gümüş üzerinden nisabının tutarin dan zift, petrol, kibrit ve benzeri sivi maddelerden çıkarıldığı anda hemen zekât vermek gerekir.

Hanbelf mezhebinin yukandaki meselelerin hükmünde dayandıkları delil şu ayetin ifade ettiği umumi manadır: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın helal olanundan ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan verin. ” Madenler topraktan çıkarıl maktadır. Altın ve gümüşten zekât vermek gerektiği gibi, topraktan çıkarılan bu madenlerden de zekât vemek gerekir. Çamur ise maden değildir, topraktır. Maden, toprak içinde bulunan ve toprak cinsinden olmayan maddelerdir.

Madenlerden verilecek zekânın miktarı ve sıfatı: Madenlerden verilecek zeka tun miktan 1/40’tur. Sıfatı ise zekâttır. Şafiiler de bu görüşü kabul etmişlerdir. Bu nun dayandığı delil Ebu Ubeyd’in naklettiği şu rivayettir: “Resulullah (a.s) Bilal b. Haris el-Müzeni’ye Fur tarafındaki Kabeliyye madenlerini ikta etmiştir.” (1) Ebu Ubeyd diyor ki: “Bu madenlerden günümüze kadar ancak zekât alınmaktadır. Zekât aynı zamanda zengin akrabalara haram olan bir haktır. Kişinin kendi mül künde olan mallarda olduğu gibi vacip bir zekâttır.

Madenlerin Nisabı:

Madenlerin nisabı alunda yirmi miskal gümüşte iki yüz dirhem miktanrıdir. Di- ger madenlerde de bunun kıymetine ulaşan miktardır. Dayandığı delil: “Beş ukiy ye’den az da zekât ” hadisi ve “Yüz doksan dirhemde zekât yoktur.” hadisi ile: “Yirmi miskale ulaşmadıkça sizin için altından bir şey vermek yoktur” hadisidir.

Madenlerde yıl geçme şartı yoktur. Çünkü madenler bir defada elde edilirler, dolayısıyla zirai ürünlere benzemektedirler.

Maden ocağından madeni ya bir defada elde etmeye yahut çalışmaya ara veril meksizin bir kaç defada elde etmeye göre nisab ayarlanır. Gece vakti yahut dinlenmek için yahut hastalık, alet ve edevat tamir etmek, bakımını yapmak ve benzeri özürlerle çalışmayı bırakmak çalışmadaki süreklilik hükmünü kesmez.

Nisabi tamamlamada aynı kaynaktan iki ayı zamandaki çalışmalarla çıkarı- lanlar birbirine ilave edilirler. Bir cins maden diğer cins madene ilave edilmez. Her maden için ay bir nisabın bulunmasına itibar edilir. Çünkü madenlerin cinsleri değişiktir. Maden olmayanlarda olduğu gibi biri diğerine ilave edilerek nisap tamamlanmaz. Ancak altın ile gümüş, nisabı tamamlamakta birbirine ilave edilebilir. Bu nun gibi başka madenler nisabı doldurmakta altı ile gümüşe ilave edilebilirler. Ticarî mallar da altın ve gümüşe ilave edilebilirler.

Madenlerde Zekâtın Farz Olma Vakti:

Madenlerde zekât, çıkarılıp nisaba ulaşınca farz olur. Dört mezhebinin ittifakı ile madenlerin nisabı üzerinden bir yıllık zaman geçmesi şart değildir. Çünkü ma denler topraktan elde edilen mallardır. Ziraî ürünlerde olduğu gibi, madenlerde zekâtın farz olması için bir yıl geçmesine itibar edilmez.

Madenlerden Zekât Vermenin Şartları:

Madenlerden zekât vermenin farz olması için iki şart ileri sürülmüştür:

1- Eritilip tasfiye edildikten sonra altın ve gümüş madeni ise nisap miktarına, altın ile gümüş dışındaki madenlerden ise nisap değerine ulaşması şart koşulmuştur.

2- Madenleri çıkaran kimse zekât vermek kendisine farz olan kimselerden ol malıdır. Zimmiye, kâfire, borçluya ve benzer kimselere, çıkan madeninden zekât vermek farz değildir.

Deniz Madenleri:

Inci, mercan, amber, balik ve benzeri denizden çıkarılan mallardan zekât ver mek gerekmez. Nitekim diğer mezhepler de bu görüştedir. Dayanılan delil şu ha dis-i şeriftir: “Amberden bir şey vermek gerekmez. Çünkü amber, denizin dişarı at- uğı bir maddedir. ” Cabir (r.a)’den de benzer bir hadis rivayet edilmiştir.(1) Bu sayı lan maddeler Hz. Peygamber (a.s) döneminde de halifeler döneminde de çıkıyordu. konuda sünnetten ve halifelerden hiç birinden bir hüküm gelmemiştir. Yine es yada aslolan vacip olmamaktır. Bunlan kara madenlerine kıyas etmek sahih degildir. Çünkü amberi deniz kendiliğinden dışarı atar ve kara üzerinde deniz kıyılarında atılmış olarak bulunur. Bunu elde etmek için her hangi bir zahmet söz konusu değil dir. Dolayısıyla karadan elde edilen mübah varlıklara benzer. Balık ise av olup kara avlanında olduğu gibi, deniz avlarında da zekât yoktur.
Rikaz: Cahiliye ehlinin yahut kâfirlerin gömdükleri ve İslâmiyet döneminde alınan az veya çok miktardaki mallardır. Toprak üzerinde bulunup üzerinde kafirle re ait işaretler olanlar da buna ilave edilir. Bu gibi mallardan Haneff, Şafif ve Ma likilere’de olduğu gibi humus gerekir. Bunların dayandıklan delil, daha önce geçen ve üzerinde ittifak edilen şu hadistir: “Dilsiz hayvanların öldürdüğü hederdir, Rikâzdan humus gerekir. ”

Eğer define mallanının bir kısmı üzerinde bir âyet yahut Hz. Peygamber (a.s)’in adı yahut halifelerden birinin yahut valilerden birinin adı bulunursa o zaman bulunan bu mallar yitik mallar hükmündedir. Çünkü bu mallar bir müslümana ait olup mülkiyetinin o müslümandan yok olduğu bilinmemektedir.

Rikâzın beşte biri hazineye konur ve kamu yararına harcanır. Geride kalan kısmı, eğer mübah bir toprakta bulunmuşsa bulana verilir. Eğer bir kimseye ait bir toprakta bulunmuşsa toprağın sahibine verilir. Fakat başkasının mülkü içinde bulu nup da mülkün sahibi bu malın kendisine ait olduğunu iddia etmezse o zaman da bu lana aittir. Eğer toprağın sahibi o malin kendisine ait oldğunu iddia ederse yemin et tirilerek kendisine verilir.

Eğer define daru’l-harpte bulunur da bir Müslüman topluluk yardımı olmaksı- zin onu elde etme imkânı olmazsa bulunan bu mal onların hepsinindir, ganimettir. Eğer kendi başına elde etmeye gücü yeterse bulanındır. Bu durum ölü arazide bulu nan definelere benzer.

Humusunu Vermek Vacip Olan Rikâz:

Humus vermek vacip olan rikaz (define) alun, gümüş, demir, kurşun, bakır, çanak ve benzeri değişik türden olan her şeydir. Çünkü “Rikazdan beşte bir zekât gerekir ” hadisi umumidir.

Rikâzda Vacip Olan Miktar ile Harcanma Yeri:

Definelerden verilmesi vacip olan miktar beşte birdir. Bunun dayandığı delil daha önce zikredilen hadislerle icmadır. Harcanacağı yerler ise, Imam Ahmed’den nakledilen iki rivayetten en sahihine göre, ganimetlerin harcanma yeri olan kamu yarandır. Çünkü Hz. Ömer böyle yapmıştır. Rikâz, humusa tabi bir mal olup kâfirin eli bundan çekilmiştir. Dolayısıyla ganimetlerdeki humusa benzemektedir.

Kimlere Humus Vermek Farzdır?

Müslüman zimmi, hür, köle, büyük, küçük, akıllı ve deli olsun rikâzı bulan herkesin humus vermesi farzdır. Bu görüş Cumhurun görüşüdür. Dayandığı delil: “Rikazda humus gerekir” hadisinin umumi oluşudur. Şafiilere göre, humus ancak kendisine zekat icap eden kişilere farzdır. Çünkü humus da zekâttır.

Kişinin humusu dağıtma işini bizzat üzerine alması caizdir. Bu, diğer fakihle rin görüşüdür. Çünkü Hz. Ali define bulan kimseye, bunu fakirlere dağıtmasını emretmiştir.

3- Ticari Eşyanın Zekâtı:

Arapçada uruz kelimesi araz ‘ın çoğulu olup dünya malı demektir. (Ra) harfi nin sakin okunması (arz) şeklinde ise gümüş dirhemler ve alun dinarlar dışındaki mallar, ev eşyası, akarlar, hayvan türleri, ziraî ürünler, elbiseler ve benzeri ticaret için hazırlanan mallar kasdedilir. Malikîlere göre, ticaret için edinilen zinet eşyası da buna dahildir. Sahibinin alışveriş suretiyle ticaret yaptığı akann hükmü ticari eş yanın hükmü gibidir. Bu gibi akarlar da ticari eşya gibi zekâta tabidir. Sahibinin oturmakta olduğu ev ile, ticaret için kullanmakta olduğu iş yeri ve sanayi için kul landığı tesislerden zekât yoktur.

Ticari Eşyanın Zekâtımın Şartları:

Fakihler ticari eşyanın zekâti için bazı şartlar ileri sürmüşlerdir. Bu şartlar Ha nefîlere göre dört, Malikîlere göre beş, Şafiîlere göre alti, Hanbelilere göre ikidir. Üç şart üzerinde fakihlerin ittifakı vardır. Bunlar: Nisap miktarı olması Malin üze rinden bir yıl zaman geçmesi, ve ticarete niyet etmektir. Bazı mezheplerde bunlara ilave edilmiş şartlar vardır.

a) Ticari Malın Nisap Miktarına Ulaşması: Ticarî mallann sikke halindeki al tin ve gümüş üzerinden kıymetinin nisap miktarına ulaşması gerekir. Bu ticari mal lann kıymeti, bulundukları beldenin rayicine göre muteberdir. Eğer bu mallar şehir dışında bir yerde ise, buraya en yakın şehirdeki kıymetlerine itibar edilir. Bunlann dayandiklan delil merfu’ ve mevkuf hadisler olup bu hadisler ticaret mallarının kıymetlerinin hesap edilmesini gerektirmektedir. Ona göre her iki yüz dirhemden beş dirhem zekât verilir.

Malikſler bu şart konusunda şöyle demişlerdir. Eğer tüccar olan kişi muhtekir ise (karaborsacı ise), ticaret eşyasından altın ve gümüş nisabı kadarını satmaşı va- ciptir. Eğer tüccar müdür ise bu ticari mallardan bir dirhemlik de olsa her hangi bir şeyi satması gerekir. Müdir kişi, mali bekletmeksizin ihtiyaca göre alıp satan ve mal elinde bir yıl süre ile kalmayan kişidir. Bu kişi yıl içinde kendisine bir ay ayırarak bu ayda elindeki nakiti hesap eder, elinde bulunan ticarî malları para üzerinden değer lendirir ve bunlar da elindeki paralara ilave ederek eğer nisap miktarına ulaşıyorsa eğer varsa borcunu çıkardıktan sonra zekâtını öder.

Muhtekir (Ihtikâr yapan kişi): Ticari eşyayı satın alıp pahalanmasım bekleyen kişidir. Bu mallan satıncaya kadar bu kişilerin zekât vermesi gerekmez. Eğer bir yıl sonra yahut senelerce sonra bu malları satarsa bir senenin parasının zekatini öder,

Özet olarak, Malikfler dışındaki cumhur şöyle demişlerdir: Müdir olan tacir ile stok yapan arasında fark yoktur, ikisinin hükmü birdir. Bir kimse tican bir eşyayı satın alır da üzerinden bir yıl geçerse onun değerini hesap edip zckâtını ödemesi ge- rekir. Cumhura göre müdir olan tacire hiç bir şey ödemek gerekmez. Çünkü yıl şartı malın kendisi için konmuştur, türü için konmamıştır. Imam Malik ise, malın aynı üzerinden bir yıl geçmese de müdir tüccara zekâu farz kılmıştır. Böyle bir kişinin malının sadece türü üzerinden bir yılın geçmiş olması yeterlidir. Aksi takdirde de vir yapan tacirden zekât düşmüş olur ki, bu Islâmın ilkelerine aykırı düşer. Imam Malik’in bu görüşü, mesalih-i mürsele, yani nassa dayalı esasların bulunmasının şart olmadığı maslahatlarla amel kaidesine dayanır.

b) Ticari malın üzerinden bir yıl geçmiş olması: Ticarî mala sahip olunduğu zamandan itabaren malların kıymeti üzerinden bir yıl geçmiş olması şarttır. Malin kendisi üzerinden yıl geçmesi şart değildir. Hanefilerle Malikilere göre, bu mesele de muteber olan yılın başı ile sonudur, ortası değildir. Başında nisabın muteber ol masının sebebi zenginliğin gerçekleşmesidir. Sonunda muteber olmasının sebebi de zekâtun farz olmasıdır. Bir kimse yılın başında nisap miktan mala sahip olup yıl içinde bu mal azalır, sonra yıl sonunda tekrar tamamlanırsa bu maldan zekât ver mek vaciptir. Başında yahut yıl sonunda nisaptan eksik olan maldan zekât vermek gerekmez.

Şafiilere göre: Zekâtta muteber olan yılın sonunda nisap miktanna ulaşmasıdir. Çünkü yıl sonu zekâun farz olma vaktidir. Zckâtın farz olması için yılın iki tara fi beraberce muteber değildir. Buna binaen ticaretle uğraşan kimsenin yılın başında ve nisabı tamamlayacak kadar mali bulunsa mescla, yüz dirhemi bulunup elli dirhe mi ile ticari eşya satın alsa, yılın sonunda bunun kıymeti yüz elli dirheme çıksa elin deki elli dirhem ile birlikte nisabı dolduracağından yıl sonunda bütünün zekâtını ödemesi gerekir.

Hanbelilere göre: Muteber olan ticarî malın nisap miktannın bütün yıl boyunca tamam olarak elde bulunmasıdır. Yıl esnasında mesela, yarım gün gibi kısa bir süre nisap eksilirse bunun zararı yoktur. Yani Hanbelilere göre nisap miktarı mal yılın başında, sonunda ve yıl arasında tamam olmadıkça bundan zekât vermek yoktur.

c) Satın alma esnasında ticarete niyet etmek: Ticari mallar satın alınırken bunlarla ticaret yapmaya niyet etmek gerekir. Eğer bu mallara sahip olduktan sonra niyet edilirse ticaret işinin niyete yakın olması gerekir. Hanefilere göre, kendisiyle ticaret yapılan malın ticarete niyet edilmeye elverişli bir mal olması gerekir. Bir kimse, haraci bir toprağı ticaret için satın alsa bundan zekât değil, haraç ödemesi gerekir. Yine bir kimse öşür toprağını satın alsa ve onu ekse çıkan üründen zekât değil, öşür vermesi gerekir.

Şafifler akit yapılırken yahut akdin yapıldığı mecliste iken alışveriş esnasında bu eşya ile ticaret yapmaya niyet etmeyi şart koşmuşlardır. Bu şekilde niyet etme yen kimseye zekât vermek gerekmez. Her alışveriş akdinde o mal ile ticaret yapma niyetini yenilemek de şarttır.

d) Ticari eşyaya ivazlaşma ile sahip olmak:

Hanefîler dışındaki cumhur ticarî eşyaya alışveriş, kira gibi ivazlaşma, (karşı- kilo alıp verme) ile sahip olmayı şart koşmuşlardır. Miras, hul (boşanma karşılığı mal), hibe, sadaka gibi yollarla, mesclâ bir kimsenin varislerine ticari malı miras bi- rakması gibi yollarla sahip olunan mallardan, ticaret niyeti ile kullanılmadıkça, zekât vermek gerekmez. Malikiler şunu ilâve etmişlerdir. Ticari eşyanın semenine malî bir mübadele ile malik olunmalıdır, hibe veya miras yolu ile değil. Bir kimse ticarî malı ticarî mal ile mübadele edip bunların mübadelesinden bir nakit elde et mezse Malikflere göre, zekât ödemesi gerekmez. Ancak bunu zekâttan kaçmak için yaparsa o takdirde zekâtı vermesi gerekir. Diğer mezheplere göre, bu kişinin zekât ödemesi gerekir.

e) Malı elinde tutmayı kastetmemek:

Bir malı kişi eğer kendi istifadesi için alır ve ticaret etmemeye niyet ederse bundan zekât vemesi gerekmez. Bu husus Şafif, Hanbeli ve Malikîlere göre şarttır. Eğer ticari bir mali kişi kendi kullanmaya niyet ederse yıl geçme süresi kesilir. On dan sonra tekrar ticaret yapmak isterse, yeniden ticarete niyet etmesi gerekir.

Bütün ticari mallar yıl boyunca nisaptan daha az bir nakde dönüşmemek:

Bu husus Şafiilerin diğer bir şartıdır. Eğer bütün mallar nisaptan az bir nakde çevrilirse yıl kesilir. Bu şartı Şafiflerden başkası ileri sürmemiştir.

8) Zekât ticari eşyanın kendisine taallûk etmemelidir:

Bu husus Malikilerin şartıdır. Eğer ticarî malın zekâtı altın yahut gümüş veya

deve, sığır, koyun ve ziraî ürünlerde olduğu gibi malın kendisi ile ilgili ise ve nisap

miktarına ulaşmışsa zekatının alun, gümüş ve ziraf ürünlerde olduğu gibi verilmesi vaciptir. Eğer malın kendisi ile ilgili değilse ticaret malı zekâu vemek gerekir. El bise ve kitaplarda olduğu gibi. Özet olarak, Hanbeliler ticari eşyadan zekât vermenin farz olması için iki şart ileri sürmüşlerdir:

Ticaret malına kendi fiili ile sahip olmak. Bu bizdeki dördüncü şarttır.

2) Mala sahip olduğu zaman bununla ticarcte niyet etmek. Bu daha önce geçen üçüncü şarttır.

Hanefiler ise bunun için dört şart ileri sürmüşlerdir:

1) Ticari malın nisap miktanna ulaşması.

2) Üzerinden bir yıl zaman geçmesi.

3) Niyetle birlikte fiilen ticarete başlamış olmak. Çünkü sadece niyetlenmek yeterli değildir.

4) Mallar ticari niyete elverişli olmak.

Malikiler bu konuda beş şart ileri sürmüşlerdir:

1) Zekât, malın bizzat kendisi ile ilgili olmamak. Meselâ elbise, kitap… vs. gibi.

2) Ticari eşyaya alış veriş gibi mübadele ile yahut ivazlaşma ile sahip olmak; miras, hibe ve benzeri yollarla sahip olmamak.

3) Ticarî malları satın alırken bunlarla ticarete niyet etmek.

4) Ticarî malların satın alınmasında kullanılan paraya satın alma gibi mali bir ivazlaşma, bir mübadele ile sahip olmak; miras, hibe ve benzeri yollarla elde edil miş olmamak.

5) Mali stok eden kişi, bunun nisap miktarı veya daha fazlasını satmış olmak.

Eğer devir yapan tacir ise bir kısmını bir dirhem karşılığında da olsa satmış olmak.

Şafifler bu konuda altı şart ileri sürmüşlerdir:

1) Ticari malların satın alma gibi bir ivaz karşılığında elde edilmesi; miras ve benzeri yollarla elde edilmiş olmaması.

2) Ivazlaşma akdi yapılırken yahut aynı mecliste iken bu eşya ile ticaret yap maya niyet etmek. Eğer bu niyet olmazsa yeniden ticarete, niyete ihtiyaç vardır.

3) Mali kendisi için kullanmaya niyet etmemek.

4) Satın alınan vakitten itibaren ticari eşya üzerinden bir yıl zaman geçmiş ol mak

5) Bütün ticari mallann nakde dönüşmemesi ve nisaptan az olması. Şafiiler
bunu şu ifadeleri ile anlatmışlardır: En kuvvetli görüşe göre, malın satış suretiyle beldenin paralanndan her hangi bir paraya çevrilmemesi yahut zalim bir kimse ta rafından malın telef edilmesi.

6) Yıl sonunda ticari eşyanın kıymetinin nisap miktarına ulaşması.

Ticari MallarınKıymetinin Takdir Edilmesi ,Ticari Malların Zekâtında Farz Olan Miktar ve Kıymetini Takdir Etme Usulü:

Tacir, ticari eşyasını her yıl sonunda zekâtı vereceği vakitteki kıymeti üzerin den kıymet biçer, satın aldığı zamanki kıymetini dikkate almaz. Bu şekilde istenen zekâtı öder. Kıymet biçme zamanında çeşitli ticarî eşyayı cinsleri farklı da olsa bir birine ilave eder. Elbise, deri, gıda maddeleri gibi. Ihtilafsız olarak ticari eşyanın kendisinden değil kıymeti üzerinden zekât farz olur. Çünkü nisap kıymet üzerinden muteberdir. Dolayısıyla kıymet üzerinden zekât vermek farzdır. Ticari mallarda farz olan zekât miktan nakitte olduğu gibi kırkta birdir. Bunda Alimlerin ittifakı var dır. İbni Münzir demiştir ki: Bilim adamları ticaret yapmak kastedilen ticari mallarda zekâtuın bir yıl geçtikten sonra farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.(1)

Ticari malların zekatının farz olduğu hususundaki deliller aşağıda zikredilmiştir:

1- Allah Teâlâ’nın: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın helalinden verin” ayetidir. Mücahide göre bu ayet ticaret malları hakkında inmiştir.

2- Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Deveden zekât vardır, sığırdan zekåt vardır, bezden(2) zekât vardır.” (3) Semure b. Cündüp şöyle demiştir: “Resu- lullah (a.s) ticaret için hazırladığımız mallardan zekât vermemizi bize emrederdi.” (4) Ebu Amr b. Hammas’ın babasından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: “Hz. Ömer bana emrederek şöyle buyurdu: “Malının zekâtını öde” Ben dedim ki: “Be nim sadece sadakım ve derilerim vardır.” Bana: “Onların kıymetini hesapla ve zekâtlarını öde” buyurdu. “(5) el-Muğnî sahibi Ibni Kudame şöyle buyurdu: “Bu kissa ve benzerleri meşhur olup hiç kimse bunu inkar etmemiştir. Dolayısıyla bu ic ma olmaktadır.”

Malik ve Davud’dan rivayet edilen ticarî mallardan zekât olmadığı kavli: “At- larla kölelerin zekâtından sizi affettim. ” hadisine dayanmaktadır. Bundan kastedi len bu mallann aynından kendilerinden zekåt verilmeyecegidir, kıymetleri üzerin den zekat verilmiyecegi değildir. Çünkü yukanda rivayet ettigimiz hadisler bunun delillerini teşkil ederler. Sonra bu hadis umumidir. Zikredilen haberler ise hususi dir. Has olanın umumi olana takdim edilmesi gerekir. Malikiler katında tesbit edi len görüş, ticaret mallannda zekâtın vacip olmasıdır.

Ticari Malların Kıymetini Tayin Etme Yolu:

Cumhura göre: Ticari eşya üzerinden bir yıl geçince altun ve gümüş üzerin den ihtiyaten fakirler için daha faydalı olan üzerinden kıymet biçilir. Ticari mallara satın alınan fiyatlar üzerinden kıymet biçilmez. Ticari mallar üzerinden bir yıl ge per de kıymeti gümüş hesabıyla nisabı doldurur, altın üzerinden nisabı doldurmaz sa, fakirlere menfaat sağlaması bakımından bunlan gümüş nisabı ile değerlendiri riz. Eğer ticari eşyanın nisabı gümüş üzerinden nisaptan az, altın üzerinden nisaba ulaşıyorsa o takdirde de bu mallan altın nisabına göre kıymetlendirinz. Bu malları alan veya gümüş ile ticarî eşya karşılığı satın almak arasında her hangi bir fark gözetilmez.

Şafiilere göre: Ticari eşya gümüş ve altın paralardan hangisi ile satın alınmış. sa onunla kıymetlendirilmesi gerekir. Çünkü ticari eşyanın nisabı satın alınan para ya bağlıdır. Dolayısıyla zekatin bu paradan farz olması gerekir. Kendisiyle hiçbir şey satın alınmadığı durumda olduğu gibi eşyanın kendisi ile satın alındığı para iti bara alınır. Buna göre, bir kimse ticarî eşyaya nisab miktan veya esah olan kavle gö- re daha düşük bir nakitle malik olmuşsa onunla kıymet biçilmesi gerekir. Bu para ister beldede kullanılan para olsun, ister olmasın, ister bu parayı devlet iptal etsin, ister etmesin hüküm değişmez. Çünkü nisaba ulaşan nakit elindeki malın aslıdır, bununla değerlendirmek daha iyidir. Bir kimse ticari mali kendi ihtiyacı için bulun durduğu bir mal karşılığı satın alırsa yahut hul parası ile yahut mehir parası ile ya hut kan karşılığında sulh parası ile satın almışsa, o beldede yaygın olan dirhem veya dinar para ile değeri konur. Çünkü aslı ile kıymet biçmek mümkün değildir. Böyle olunca da beldenin parasına dönülür. Bu durum bir malın itlâfindaki değer koyma kuralına göredir.

Eğer ticarî mal üzerinden, bir yıl nakit altın ve gümüşün bulunmadığı madeni ve kağıt paralann kullanıldığı bir beldede geçerse oraya en yakın olan beldedeki al un ve gümüş paralara itibar edelir.

Bir kimse satıcının zimmetinde bulunan bir matlup borca sahip olsa yahut külçe olarak alacağını alsa, kendi cinsinden bir nakit ile kıymetlendirilir.

Bir beldede altın ve gümüş aynı şekilde yaygınsa ve ticaret mah bu iki paradan biri ile nisaba ulaşıp diğeri ile ulaşmazsa nisaba ulaştığı para ile değeri konur. Çünkü beldede galip olan para ile değer konmuş olmaktadır. Eğer mal iki nakitten her ikisi ile de nisabı dolduruyorsa bunlardan fakirlere hangisi daha faydalı ise onunla kıymet takdir edilir. Eğer ticari mallardan bir kısmını nakit ile diğer bir kısmını baş ka bir ticari eşya ile elde etmişse meselâ, iki yüz dirhem nakit ve kullanmak için el de tuttuğu ticari bir eşya ile satın alsa nakde karşılık satın aldığını bu nakit ile, geri kalanını beldenin galip olan nakdi ile takdir eder. Cumhurun görüşü daha kuvvetli dir. Çünkü hem daha kolay, hem de fakirlerin menfaatine daha uygundur.

Ticari Malların kendilerinden Zekât Vermek Caiz midir?

Fakihler ticarî malların kendilerinden zekât verilip verilmeyeceği konusunda iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir:

Hanefilere göre: Tacir malın kendisinden vermekle kıymetini vermek ara sında serbesttir. Yıl dolduğu zaman malin sahibi ticaret malinin kıymetinin 1/40’1 vermekle, ticari mallannin kendinden 1/40’ını vermek arasında serbesttir. Çünkü ticaret zekâtun farz olduğu bir maldır, dolayısıyla diğer mallarda olduğu gibi bunla rin zekâtını kendilerinden vermek de caizdir.

Cumhura göre: Ticari malların kıymetini ödemek gerekir, malların kendin den zekât vermek caiz değildir. Çünkü nisap kıymet üzerinden muteberdir, dolayı sıyla bunlann kıymeti diğer mallann kendisi gibidir. Onlara göre zekât malda değil, ancak kıymetinde farz olmuştur.

Kârın, Büyümenin, Ticari Olmayan Malların Asıl Mala İlâve Edilmesi:

Mezhep fakihleri ticarî kârların sene sonunda sermayeye ilave edileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Hanefîlere göre ticari olmayan yollardan elde edilen miras malı, hediye ve benzeri mallar da asıl mala ilave edilirler. Bu konudaki diğer mezheplerle görüş ayrılığı aşağıda açıklanacaktır:

Hanefilere göre:  Ticaretten elde edilen kârlar ile hayvanlardan doğan yavrular, miras, hibe gibi ticari olmayan yollardan elde edilen mallar sermayeye eklenir. Ancak kişinin yılın başında nisap miktarı mala sahip olmuş olması, yıl boyu bu nisaptan geride bir şeyin kalmış olması gerekir ki, sonradan elde edilen mallar buna ilave edilmiş olsun. Yine yılın sonunda malın nisap miktarına ulaşmış olarak bulunması lazımdır. Yıl tamamlanınca sonradan elde edilen mallar ile birlikte hesap edilip zekâtlan ödenir. Çünkü sonradan elde edilen fazlalıktır, ilâvedir. Asıl mal bu ilâve ile arup çoğalmaktadır, fazlalık, ilâve edildiği asıl mala tabidir. Tabi olan şey asıl haline dönmemesi için tek başına hüküm alamaz. Fakat yıl dolduktan sonra elde edilen malların geçmiş yılın zekâti konusunda asıl mala ilave edilmeyeceğinden her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Deve, koyun ve sığır gibi cinsleri değişik olan otak hayvanlan birbirine ilave edilemezler. Altın ve gümüş nakitleri, daha önce de açıkladığımız üzere, nisabı tamamlamada birbirine ilave edilebilirler.

Malikilere göre: Ticaretten elde edilen kârlar ile kira paralan yıl içinde kaynağı olan asıl mala ilave edilir. Asıl mal nisaptan az da olsa, hüküm böyledir.

Miras, hibe gibi ticari olmayan yollardan elde edilen mallar yılı hesaplama hususunda nisap miktan da olsalar sermayeye ilave edilemezler. Belki bunlar için sahip olunduğu günden itibaren ayrı bir yıl başlatılır.

Miras, hibe ve benzeri yollarla elde edilen hayvanlar, daha önce kişinin elinde bulunan nisap miktarı hayvanlara ilave edilirler. Eğer eldeki mallar nisap miktanndan az ise bunlara ilave edilemezler.

Şafiflerce esah olan görüşe göre:  Kâr, ticari hayvanların yavrulan ile ağaçların meyveleri, dallan ve yaprakları, hayvanların yünleri, develerin tüyleri ve killar da ticarî mal olup sermayeye ilâve edilirler. Bu sonradan ilave edilenlerin yılı da sermayenin yılına tabi kabul edilir. Asıl sermaye nisaptan az da olsa hüküm aynıdır. Çünkü kâr ve benzeri elde edilmiş mallar sermayenin bir parçasıdır. Bunların yılı sermayenin yılına tabidir. Otlak hayvanlarının yavrularına benzerler.

Ticari olmayan yollardan elde edilen mallar yıl içinde ticarî mallara ilâve edilmezler. Bunlar için, sahip olunduklar günden itibaren yeni bir yıl itibar etmek gerekir.

Hanbelflere göre: (3) Bu konudaki hüküm Şafiflerinki gibidir. Ancak sermayenin nisap miktarında farklı olarak şöyle demişlerdir: Bir insanın mülkiyetinde nisap miktan mal bulunsa bu mel ile ticaret yapsa ve mal çoğalsa üzerinden bir yıl geçince çoğalan kısmı ile birlikte zekâtunı öder. Çoğalan kısmın zekât yılı sermayenin yılına tabidir. Çünkü mülkiyet bakımından sermayeye bağlıdır, hayvanlarda olduğu gibi, yıl bakımından da asıl mala tabi olması gerekir.
Ticari olmayan yollarla elde edilmiş bulunan mallar sermayenin yılına ilave edilemezler, bilakis bu mallar için sahip olunduklan günden itibaren müstakil bir yıl hesap etmek gerekir.

Malikilere Göre Ticari Malların Zekât Keyfiyeti:

Malikilere göre, tacir ya ihtikär yahut müdîrdir. Yahut her ikisini birlikte yürüten kişidir. (1)

a) Thrikarcı-Stokçu: Ticari eşyayı satın alıp satmak için pahalanmasını bekleyen kimsedir. Bu kişi ve satıncaya kadar malından zekât vermek gerekmez. Eğer bu malı bir yıl, yahut birkaç sene sonra nakit ile satarsa parasından sadece bir yılın zekâtını öder. Eğer stokçunun yanında maldan bir şey kalırsa parayı ona ilâve eder.

Bu görüş Malikîler dışındaki cumhurun görüşüne aykındır. Cumhur şöyle diyor: Stokçuluk yapan kişi mallarını satmasa da her yılın zekâtını ödeyecektir. Hanefilere göre, bu kişi ticari mallar aynından, kendi cinsinden zekât vermekle bunların kıymeti üzerinden zekât vermek arasında serbesttir. Şafiflerin yeni görüşleri ile Hanbelflere göre, ticari malların kendinden zekât vermek caiz değildir. Daha önce bu konu geçmiştir.

Malikîlere göre, stokçunun yıl başlangıcı malın aslına sahip olduğu andan yahut zekâtını ödediği zamandan başlar. o

Stokçunun ticari alacaklarına gelince: Alacaklarını tahsil etmedikçe zekâtını

ödemesi gerekmez. Bu alacakların sadece bir yıllık zekâtını öder.

b) Müdir denen Tüccar: Her hangi bir vakti beklemeksizin alıp satan çarşı esnafında olduğu gibi malları için belli bir yıl tesbiti mümkün olmayan kimselerdir. Bu gibi kimseler kendileri için yıl içinde belli bir ay tesbit ederek bu ayda yanında bulunan nakitleri, elindeki ticarî malların değerini hesap eder ve nakitlere ilave eder. Eğer bunlar, varsa borçlarını düşdükten sonra nisap miktarına ulaşmışsa zekatanni öder.

Müdir tacirin hükmü: Her yıl yanındaki ticari eşyaya kıymet biçer. Bunlar çarşıda ardı kesilen mallardan olsalar ve yanında senelerce de kalsalar, taşıdıklan kıymet yanındaki nakitlere ilave edilerek hepsinin zekatının verilmesidir.

Müdir tacirin yıl başlangıcı, ticari eşyayı satın aldığı paraya sahip olduğu andan itibaren başlar. Yani bu kişinin yılı ticari eşyayı satın aldığı malın kendisidir. Bu sermayeye sahip olduğu yahut en son zekâtını ödediği andan itibaren yıl başlar. Bu malla alıp vermeye sonra da başlasa mesela, bir kimse nisap miktarı paraya Muharrem ayında sahip olsa veya zekâtını vermiş olsa sonra bu parayı Recep
ayında kullansa, yani ticarete devir yapmak yolu ile Recep ayında başlasa onun yıli Muharrem ayından itibaren başlar. Müdir tacirin ticari alacaklarına gelince: Eğer bunlar peşin ödenmesi gereken alacaklar ise yahut ödeme zamanı gelmişse ve borçlunun vermesi umulan bir alacaksa alacakların miktarı malın aslına ilave edilerek hepsinden zekâtu ödenir, Eğer alacaklar ticari eşya yahut tahsili umulan tecilli bir alacaksa, bu mal kıymeti takdir edilir ve malın aslına ilave edilerek bütününün zekâu verilir.

Eğer alacak fakir bir kimsenin üzerinde ise ve tahsili umulmayan bir durumda ise, alacağını alacaklısından almadıkça zekâtını vermek gerekmez. Tahsil edince sadece bir yılın zekâtını öder.

Müdir tacir ticari eşyayı koyduğu ve işte kullandığı aletlerin değerlerini hesaplamaz.

c) Tacir eğer ticari eşyasının sadece bir kısmını stok ediyor, diğer kısmını da bekletmeden alıp-satıyor ise ve eğer bu iki tür ticarî eşya eşit ise yahut çoğu stok edilen mal ise bu tacir stokçuluk hükmüne göre eşyasının zekatını öder. Yani bu eşyanın zekâtını, satıp paralanni aldıktan sonra bir yıl için öder. Devrettiği malların zekâtunı da her yıl kıymetini hesap ederek öder.

Eğer malın çoğu devredilen alıp satılan mal, azı stok edilen türden ise bütünü devredilen mal olarak kabul edilir. Ihtikar hükmü iptal olunur. Yani her yıl bütün mallan hesaplayarak zekâtını öder. stave

Kar Ortaklığı (Mudârabe Şirketi) Malının Zekâtı:

Malın sahibi sermaye ve kârdan hissesine düşenin zekâtını öder. Şirketi çalıştıran ortak da kârdan hissesine düşen miktann zekâtinı aşağıda gelecek olan fakihlerin görüşlerine göre öder:

Ebu Hanife’ye göre: Mal sahibi ile şirketi çalıştıran kişi her yıl şirketten hissesine düşen malın zekatını öder, tasfiyeyi beklemez.

Hanbelilere göre: Malın sahibi kân ile birlikte sermayesinin zekâtını verir. Çünkü ticari malın kârının yılı sermayenin yılıdır. Bir kimse bir kimseye kâr yan yanya taksim edilmek üzere bin dinar para verse ve üzerinden de bir yil geçse, ve para üç bin dinar olsa mal sahibinin iki bin dinarin zekâtını ödemesi gerekir.

Kar ortaklığını çalıştıran kişi, kârın bölüşülmesi tamamlanıncaya kadar kendi hissesinden bir şey vermesi gerekmez. Kårlar bölüşüldüğü andan itibaren üzerinden bir yıl geçince zekât ödemesi gerekir. Çünkü kâr ortağının mülkü tam değildir. Kar ortağı mal sahibi ile hesaplaşırsa, hesap yapıldığı andan itibaren üzerinden bir yıl geçince zekâtını öder. Çünkü o zaman ortağı şirketteki malını he
sap belli olduktan sonra bilmiştir. Bundan sonra şirket zarar etse de bu zarar mal sa hibine aittir.

Şafiflere göre: Kår ortaklığında mal sahibine kân ile birlikte sermayenin zekâtu lázım gelir. Çünkü bu kişi, her ikisine de mâliktir. Mezhepte muteber olan görüşe göre kâr ortağının da kârdaki hissesinin zekâtunı vermesi lazımdır. Çünkü, istediği vakit bölüşüp o hakkını elde edebilir. Bu mal verecek durumdaki bir kimse de bulunan vadesi gelmiş alacağa benzer. Kendi hissesinin zekât yılı, kân belli ol duktan sonra başlar. Şafif mezhebine göre, kår bölüşülmeden zekât ödemek gerek mez.

Malikilere göre: Eğer kår ortaklığının malı, mal sahibinin beldesinde bulunu yorsa, bu bulunuş gıyaben malının durumunu bilmek suretiyle hükmen de varsa bu malın zekâtı devredilen mal zekâtı olarak farz olur. Yani bu kişi her yıl yanındaki sermayeyi kân ite birlikte kıymetini hesap eder, sermayesinini zekâtını kân ile bir likte, hesap ve tasfiye yapılmadan önce öder. Mezhebteki zahir görüşe göre hüküm böyledir. Fakat mutemed olan görüşe göre hesap yapılıp tasfiye gerçekleştikten sonra zekat ödemek gerekir. Bu durumda geçmiş bütün yılların zekâtı da ödenir. Bunun gibi, eğer mal yanında olmaz da kalıp kalmadığı, telef olup olmadığı, kâr za- rar durumu bilinmezse, geçmiş yıllardan ötürü bu malın zekatını öder.

Kâr ortaklığını çalıştıran ortak, kâr taksim edildikten sonra kârdan hissesine düşen miktann bir yıl için zekâtını öder.

4. Zirai Ürünlerin Meyvelerin Zekâtı:

Zirai Ürünlerin Zekatının Farz Oluşu ve farz olma sebebi:

Ziraî ürünlerin zekâtunın farz oluşu Kitap, sünnet, icma ve akıl ile sabittir. Ki taptan delil: “Hasat günü ürünün hakkını, zekâtını verin” âyetidir. İbni Abbas: “Hakkahu” kelimesinden kastedilen mananın farz olan zekât olduğunu, başka bir kere de, öşür ve nisf-1 öşür olduğunu söylemiştir. Kitaptan ikinci delil: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın helal olanından ve sizin için yerden çıkardıklarımız dan verin” âyetidir. Zekâta nafaka da denilmektedir. Allah tealâ’nın: “Altın ile gü müşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenler harcamayanlar” âyeti bunun deli lini teşkil eder.

Sünnetten delil şu hadislerdir. “Yağmur suyu veya kaynak suyu ile sulanan ve ya kendiliğinden sulu olan toprakların ürünlerinden onda bir, hayvanlar veya taşı ma su ile sulanan topraklardan yirmide bir zekât vermek gerekir. ” “Nehirler ve yağmur sularının suladığı topraklardan öşür (onda bir) develer yardımıyla sulanan topraklardan yirmide bir zekât vermek gerekir.”

Icmadan delil bütün ümmetin ziraf ürünlerden öşür zekatı vermek gerektiği konusunda ittifak etmiş olmalandır.

Akif delil: Zekâtın meşru olma hikmetleri bahsinde de zikrettiğimiz gibi, faki re ösür verme nimetin bir şükrüdür, aciz kimseleri güçlü kılmak, farzları yerine ge timeleri için onlan takviye etmek, nefsi günahlardan temizlemektir. Bütün bu zik redilenler hem akıl yönünden, hem de dinf yönden gereklidir.

Öşrün Farz Olma Sebebi:

Öşür zekatının farz olmasının sebebi ürün veren topraktır. Bu ürünün öşür için gerçekten meydana gelmiş olması gerekir. Haraç hususunda ise takdiren ürün ver me kuvvetinin bulunması yeterlidir. Mesela, topraktan çıkan ürüne bir afet gelse ve ürün yok olsa öşür topraklarında bundan ötürü öşür vermek gerekmez. Bunun gibi haraç toprağı ise bu yerden haraç vermek de gerekmez. Çünkü hem gerçekten hem de takdiri olarak büyüme gelişme yoktur. Eğer toprak öşür toprağı olur da bunu ekip biçme imkânı bulunduğu hâlde sahibi bunu işlemezse, gerçekten topraktan bir şey çıkmadığı için öşür vermek farz olmaz. Fakat toprak eğer haraç toprağı ise haracını vermek gerekir. Çünkü takdiri olarak bu toprakta nema, üretim yapabilmesi duru mu var sayılır.

Zirai Ürünlerde Zekâtın Şartları:

Bütün zekâlarda olduğu gibi, daha önce de açıkladığımız üzere, ehliyet, er genlik çağına girmiş olmak, akıllı olmak gibi zekâta ehil olmak için gereken genel şartlar vardır. Hanefilere göre, çocuğun, deliņin topraktan çıkarılan ürünleri dışın daki mallarından zekât vermek gerekmez. Zekâtın farz olma şartlarından biri de Müslüman olmaktır. Kafire zekât farz değildir. Çünkü zekâtta ibadet manası vardır. Kafir kişi ise ibadetle mükellef değildir. Bu şartlara ilave olarak aşağıda mezheple re göre geniş olarak açıklanmış bazı şartlar daha vardır:

Hanefflere göre: Zekâtin umumi şartlarına ilave olarak ziraf ürünlerde farz olması için şu şartlar ileri sürülmüştür:

a) Toprağın öşür toprağı olması: Haraç toprağından öşür vermek gerekmez.

Çünkü onlara göre bir topraktan hem öşür hem de haraç toplanamaz.

b) Topraktan ürün çıkması: Eğer öşür toprağından bir şey çıkmazsa öşür ver mek de gerekmez. Çünkü çıkan üründen öşür vermek farzdır.

c) Toprağı ekip biçmekten gelir ve ürün elde etme, büyüme gibi maksatların
bulunması şarttır. Odun, ot ve benzeri gelir temin etmeyen ve nema manası bulun mayan şeylerden zekât vermek farz değildir. Çünkü toprağın bu gibi şeylerin ziraati ile gücü artmaz, belki bunlarla toprağın gücü azalır.

Ebu Hanife’ye göre, öşrün farz olması için nisap şartı yoktur. Çıkan ürünün azından da çoğundan da öşür vermek gerekir.

Malikilere göre

a) Topraktan çıkan ürünlerin hububat ve meyvelerden (hurma, kuru üzüm, zeytin gibi) olması gerekir. Elma ve nar gibi kalıcı olmayan meyvelerle sebze ve bakliyattan zekât vermek gerekmez. Toprak ister savaşla alınan Misır ve Şam gibi haraç toprağı olsun, ister halkı sulh yolu ile Müslüman olmuş ülkelerin toprakları gibi haraç toprağı olmasın isterse mevat topraklar olsun hüküm değişmez.

b) Topraktan çıkan ürün nisap miktan olmalıdır. Nisap beş vesaktir ki, bugün kü ağırlık ölçüleri ile 653 kg. eder. Bir vesak altmış sa’dır. Sa’: Hz. Peygamber (a.s)’in müd ölçüsü ile dört müddür. Bu da on iki Endülüs kintan eder.

Şafiilere göre:

a) Toprağın çıkardığı ürün saklanabilecek yiyecek maddesi olmalı ve bu mad deleri insanlar ekmelidir. Hububattan buğday, arpa, dan, misır, pirinç ve benzeri maddeler olmalıdır. Meyvelerden hurma, kuru üzüm, maddeler olmalıdır. Sebze lerle bakliyattan ve kalıcı olmayan yaş meyvelerden, hıyar, karpuz, kavun, nar ve kamış gibi maddelerden öşür vermek gerekmez.

b) Topraktan çıkan ürünler tam nisap miktan yani beş vesak miktan (653 kg.) c) Belli bir kişinin mülkü olmalıdır. Sahih olan görüşe göre vakıflar gibi am meye ait topraklann ürününden zekât lâzım gelmez. Çünkü bu gibi mallann belli olmalıdır.

bir sahibi yoktur. Açık arazide sahipsiz olan herkese mübah hurmalardan zekât vermek gerekmez. Çünkü bunların belli bir sahibi yoktur.

Hanbelilere göre:3)

a) Kuru hububat ve meyvelerde ölçekle ölçülen, dayanıklı ve insanlann top raklarında ektikleri maddelerden olma gibi vasıflar haiz olmakla beraber, toprak tan çıkan bu ürünlerin saklanabilir olması ve uzun süre kalabilen maddeler olması şarttır. Bu maddeler, ister hububat gibi yiyecek maddeleri olsun, ister mercimek, nohut bakla gibi uzun süre kalıcı olan maddeler olsun, ister gravya, kimyon, hıyar ve acur denen çeşidinin çekirdekleri olsun, ister turp, kuşbumu, acı bakla, susam
çekirdeği gibi bakliyat ve diğer hububat olsun fark etmez.

Bu sayılan vasıflan taşıyan meyvelerden de zekat vermek farzdır. Kuru hur ma, kuru üzüm, badem, fistık, findik, ceviz gibi. Şeftali, crik, ammut, elma gibi meyvelerle, hıyar, acur, patlican, şalgam, havuç gibi sebzelerden de zekat vermek gerekmez.

b) Çıkan ürünün nisap miktanna ulaşması: Nisap miktan hububat ve kuru maddelerde tasfiyeden sonra, meyvelerde kuruduktan sonra beş vesaktır. Bu da 1428. 4/7 Misır tatlıdır. Yahut 50 kile yahut 4 irdeptir. Bir Mısır irdebi 128 su litresi yahut 96 kadehtir.

c) Nisap miktan ürünün farz olma vaktinde hür ve Müslüman kişinin mülkü olmak: Zekâtının verileceği vakit, hububatın dolgunlaştığı ve meyvelerin olgun laştığı zamandır. Insanların ekip biçtikleri tarlalarda kendiliğinden çıkan ürünler den de zekât vermek gerekir. Mesela, tarlaya düşen tohumlar kendiliğinden bitmiş ler de ürün vermişlerse bundan zekât vemek gerekir. Çünkü zekâtın farz olma vak tinde kişi buna sahip olmaktadır kendinin ekmesi şart değildir. Kayıp mallan bu lanların elde ettikleri mallardan yahut olgunlaşma noktasına geldikten sonra hibe edilen ürünlerden yahut bu duruma geldikten sonra satın alınan ürünlerden yahut hasatçı ve benzeri kimselerin aldiklan hasat etme veya haman ücretinden; mesela, tasfiye ücreti ile bağ bekçiliği ücretinden yahut satin alma, miras yolu ile elde etme yahut mehir parası yahut hul’, icare ve sulh bedelleri gibi kazançlanndan zekât ver mek gerekmez. Çünkü bu gibi kişiler zekâun farz olma vaktinde bu mallara ve ge liriere sahip değillerdi. Mübah olan şeyleri toplamaktan da zekât vermek gerekmez. Ister bu bitkilerin ürünleri kendi toprağında bitsin, ister boş arazide bitsin fark et mez. Çünkü kişi bunlara ancak almak suretiyle sahip olmaktadır, zekâtın farz olma vaktinde kendi mülkiyeti altında değildir.

Zekât Verilecek Zirai Ürünler:

Fakihlerin bu konuda iki görüşü vardır: Bir görüşe göre, zekât topraktan çıkan her türlü ürünü içine almaktadır. Bir görüşe göre zekât sadece yiyecek maddesi olan ve saklanabilen maddelere mahsustur.

Ebu Hanife’nin görüşü: Yukanda zikredilen birinci görüş Ebu Hanife’nin görüşü olup toprağın çıkardığı ürünlerin azından da çoğundan da zekât vermek ge rekir. Ancak odun, ot, Farisi kamış (bu kalem yapılan kamışlardır, şeker kamışın dan ise öşür vermek gerekir.), hurma dalları ve saman ile yerden gelir sağlamak kas edilmeksizin toprağın etrafında meydana gelen bütün bitkilerden zekât vermek CARE. Ancak bir kişi eğer toprağını kamışlık, ağaçlık, otlak yapar da bunlarin büyümesi için bu toprağa su verir ve insanlar buralardan menederse bunlardan da Öşür vermek gerekir. Ebu Hanife topraktan çıkan her şeyden öşür farz olduğunu mutlak olarak söylemiştir. Çünkü bunlarda yıl geçme şartı yoktur. Bu gibi toprak tan çıkan mallardan alınan öşürde bir nevi vergi manası vardır. Bu sebeple, devlet başkanı bu öşür zekâtını zorla alma hakkına sahiptir. Ölünün terekesi olan ziraf ürünlerden zekât vermek vaciptir, çocukların ve delilerin topraklan ile vakıf top raklarından da öşür vermek vaciptir.

Bu mesclelerde Ebu Hanife’nin dayandığı delil: “Toprağın çıkardığı ürünler den öşür vermek gerekir “(1) hadisidir. Ebu Hanife bu hadise dayanarak topraktan çıkan her şeye öşrü umumileştirmiştir. Hanefilere göre doğru olan görüş Imam Azam’ın görüşüdür. Mezhep onun delilini tercih etmiştir.

Imameyn ile Cumhurun görüşü: Bu görüşe göre, ziraî ürünlerle meyvelerde ancak yiyecek maddesi olma ve saklanabilme vasfina sahip maddelerden zekât ver mek gerekir. Hanbelflere göre ise kuru olan, saklanabilen, dayanıklı ve ölçekle öl- çülen maddelerden öşür zekâu vermek gerekir. Sebzelerle yaş meyvelerden zekât vermek gerekmez. Racih olan görüş budur.

Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed ise şöyle demişlerdir: Öşür ancak beş vesaka ulaşan dayanıklı ürünlerden gerekir. Sebze cinsinden (yaş meyve, amut, el- ma ve diğerleri ile pırasa, kereviz, soğan vb. maddelerden) öşür vermek gerekmez. Çünkü bunlar dayanıklı meyvelerden değillerdir.

Malikflere göre: Yimi sınıf toprak ürününden zekât vermek gerekir. Bunlar içinde on yedi tanesi hububat cinsidir: Bu on ycdinin yedisi ateşte pişirilen yiyecek maddeleri olup şunlardır: Nohut, ful, fasulye mercimek, acı bakla, bezelye, kara burçak. Diğerleri şunlardır: Buğday, sült (kabuğu olmayan bir arpa türü), çavdar, mısır, ales (bir kabukta iki dane bulunan bir buğday türü) dan, pirinç ve yağ elde edilen dört bitki, yani zeytin, susam, kırtır (safran tohumu) kırmızı turp. Beyaz turptan zekât vermek gerekmez. Çünkü onun yağı yoktur.

Meyveler ise üç türlüdür: Kuru hurma, kuru üzüm, zeytin. Çünkü Hz. Ömer şöyle demiştir: “Zeytinden öşür vermek gerekir. ”

Yaş incir, nar, elma ve benzeri yaş meyvelerden zekât vermek gerekmez. Ke ten tohumu, şalgam, ceviz, badem, fistik ve benzeri meyvelerden de zekât vermek gerekmez.

Şafiilere göre: Zekâtin yiyecek maddelerine mahsus olduğunu tesbit etmiş lerdir. Bu maddeler de meyvelerden kuru huma, kuru üzüm; hububattan buğday, arpa, pirinç, mercimek, tercihan saklanan diğer maddeler mercimek, bakla, mısır,
hurtman (bugday ile arpa arasında bir yiyecek maddesi) karaburçak, çemen otu, haşhaş, susam.

Kabak, karpuz, nar ve yoncadan zekat yoktur. Çünkü Resulullah (a.s) bunun zekatını affetmiştir. Şeftali, nar, yaş incir, badem, hindistan cevizi, elma, kayısıdan zekat vermek gerekmez. Çölde biten Ebu Cehil karpuzu ile geyik gibi vahşi hay vanlardan zekât vermek gerekmez. Bunun gibi mescitlere vakfedilen ürün ve bitki lerle köprülere, sınırlardaki kalelere, fakirlere vakfedilen arazinin ürünlerinden sa hih olan kavle göre zekåt vermek gerekmez. Çünkü bunlann belli bir sahibi yoktur, Zeytin, safran, Yemen sayranı, kırtım denen boya bitkisi ve baldan Şafii’nin yeni mezhebine göre zekat vermek gerekmez.

Hanbelilere göre: Ölçekle ölçülen ve saklanabilen buğday, arpa ve sült gibi (bu madde buğday renginde, arpagillerden bir nevi yiyecek maddesidir) maddeler den, mısırdan ve kitniyat(1) tabir edilen ateşte pişen bakla, nohut, fasulye, merci mek, fiy, acı bakla, dan, pirinç, burçak, çemen otu, haşhaş, susam), ales (kabuğu içinde saklanan bir nevi buğday) gibi dayanıklı yiyecek maddelerinden zekât ver mek gerekir.

Bütün baklagillerin tohumlanndan, hindiba, kereviz, soğan boğa yaprağı to humlanından, bütün hoş kokulu bitkilerin tohumlarndan, bir tere otu çeşidi olan ki şinç otu, kimyon, kravya otu, çörek otu tohumundan, razyanç (şemar, anason kamış tohumu), hardal, keten tohumu, pamuk, kabak, eşek baklası tohumu, patlıcan, ma rul ve havuç tohumundan zekât vermek gerekir.

Bakliyatın tanelerinden, reşad ) turp ve safran tohumundan da zekat vermek gerekir.

Ölçekle ölçülen ve saklanabilen kuru hurma, kuru üzüm, badem, fistik, findik, somak gibi bütün meyvelerden zekât vermek gerekir. Özet olarak, hububat madde leri ile tohumlardan ve dayanıklı meyvelerden zekât vermek gerekir.

Doğrusu hünnap, incir, kayısı ve dut gibi meyvelerden de zekât vermek gere kir. Çünkü bunlar da kuru hurma gibi saklanabilmektedirler. Kekik, çöven otu ile bunların tohumlanndan zekat vermek gerekir. Bunun gibi sidr hatmi ve mersin ağa cirun yapraklarında olduğu gibi, piyasada kullanılan ve kendisinden ürün elde edi len ağaç yapraklanndan zekât vermek gerekir. Çünkü bunlar da ölçekle ölçülen ve dayanıklı olan bitkilerdir. Pamuktan, ketenden, kendir, safrandan, versten (Yemen safranı) niyl (çivit den Hindistan cevizinden, erik, elma, armut gibi yaş meyveler den, ayvadan, nardan, nabak (sidr ağacının meyvesi kevkenar), kızılcık ve muzdan zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlar ölçekle ölçülen yiyecek ve meyvelerden de gillerdir. Cevizden de zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlar sayıya tabidirler. Şe
ker kamışından da zekât vermek gerekmez.

Karpuz, kavun, hiyar, acur patlıcan, şalgam kelem, karnabahar soğan, sarım sak, pırasa, havuç, turp ve benzeri sebzelerden zekât vermek gerekmez. Çünkü Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: “Seb- zelerden zekât yoktur. “(1) Hindiba, kereviz, nane, tere otu, eşek baklası, karaz (se lem ağacı meyvesi) maydanoz ve kişinç otu gibi bakliyattan da zekât vermek ge rekmez.

Bunun gibi misk, gül, menekşe, nergis, nilüfer çiçeği, şebboy çiçeği, zambak, hurma çiçeği, hurma ağacının dal ve yapraklan, hububat kabuklan, saman, odun, tahta, ahşap, söğüt ağacının yapraklan, dut ağacının yapraklar, otlar, Farisſ kamışı, küçük ve büyükbaş hayvanların sütü ile yünleri, deve tüyü, ipek, ipek böcegi gibi maddelerden zekât vermek gerekmez. Çünkü bu sayılanlanın hiç biri hakkin da nas yoktur. Bunlar hakkında nas bulunanların manasını da taşımamaktadır. Dolayısıyla temelde zekâttan affedilen mallar olarak kalmışlardır.

Zeytin hakkında Şafifler de yeni mezhebe göre zekât vermek gerekmez. Ebu Hanife, Malikiler ve Hanbelilere göre(2) zekât vermek gerekir. Malikîlerle Hanbelf lere göre zeytinin nisabı beş vesaktır.

Balın Zekâtı:

Fakihler balın zekâtu hakkında iki ayn görüş ileri sürmüşlerdir:

Hanefiler ile Hanbelilere göre: Baldan öşür vermek gerekir. Ancak Ebu Ha nife şöyle diyor. Eğer bal öşür toprağından elde edilmişse bundan öşür vermek ge rekir. Elde edilen bal ister az, ister çok olsun fark etmez. Harac topraklarındaki an lardan elde edilen baldan öşür vermek gerekmez. Hanbelilere göre: Balın nisabı on faraktır. Bir farak onlara göre 16 nuldır. Dolayısıyla balın nisabı Bağdad ritılı ile 160 nuldır. Mısır ölçüleri ile 144 nuldır. Hanefilere göre bir ntil 130 dirhemdir. Bir dirhem 2.975 gramdır. Baldan zekât vermenin farz olduğu hususunda dayandıklan delil bazı hadislerdir. Bu hadislerden bazılan aşağıdadır:

1- Ebu Seyyare el-Mutai’nin rivayet ettiği hadis: “Ebu Seyyare şöyle demiştir: “Dedim ki: Ya Resulallah! Benim arılarım vardır.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s): “Onun öşürünü öde” buyurdu.”
2- Amr b. Şuayb’ın babası yolu ile dedesinden rivayet ettiğine göre: “Hz. Pey gamber (a.s) baldan öşür almıştır. “(1) Hz. Ömer’in de baldan her on kırbada bir kır ba zekât aldığı rivayet edilmiştir. 3- Ukaylf “ez-Duafa” da Abdurrazzak yolu ile Ebu Hureyre’den şu hadisi riva

yet etmiştir: “Baldan öşür vermek gerekir. ”

Malik ve Şafiflere göre: Iki sebeple baldan zekât vermek gerekmez:

1- Timizi’nin şu sözü: “Hz. Peygamber (a.s)’den bu konuda mühim bir şey nakledilmemiştir. ” Ibni Münzir de şöyle demiştir: “Baldan zekât vermek gerektiği hususunda ne bir haber ne de bir icma sabittir. ”

2- Bal sıvı bir madde olup hayvandan çıkmaktadır, süte benzer. Sütten icma ile zekât vermek gerekmediğine göre baldan da zekat vermek gerekmez.

Ebu Ubeyd balın sahibinin zekâtını ödemekle emredilmesin ve buna teşvik edilmesini tercih ederek, zekâtının verilmemesini çirkin görmüştür. Bal sahipleri nin ballannı gizlemelerinin günahından emin olunmaz. Ancak zekâtı onlara farz değildir.

Zirai Ürünlerin Zekâtının Nisabı:

Ebu Hanife’ye göre:) Öşrün farz olması için nisap şartı yoktur. Topraktan çıkan ürünün azından da çoğundan da öşür vermek gerekir. Dayandığı delil: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın helâlinden ve sizin için yerden çıkardıklarımız dan harcayın.” ayeti ile “Hasat günü ürünün hakkını verin ” ayetinin ifade ettikleri umumi manadır. Sünnetten delili: “Yağmur ile sulanan topraklardan öşür vermek gerekir, kaynak suları ile yahut dolap yardımı ile sulanan toprakların ürününden yirmide bir zekat vermek gerekir. “(4) Ayet çıkanın azı ile çoğu arasında bir fark gö- zetmemektedir. Öşrün farz olma sebebi, çıkan ürünü büyüten toprakur. Çıkanın azı ile çoğu arasında bir ayırım yapılmamaktadır. Toprağın çıkardığı öşür gereken ürünler için yapılan işçi masraflan ile ziraf alet ve edevat harcamaları mahsup cdil- mez. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) öşürde çıkan ürünlerin zorluklanna ve masraflan na göre farklı öşür nisbetlerine hükmetmiş, şöyle buyurmuştur: “Gökten inen su ile sulanan topraklarda öşür, kaynak suyu ile sulanan topraklarda yirmide bir zekat vermek gerekir.” Bu hadise göre, masraflar ziraati yapana aittir. Yapılan masraflar çıkanlmaksızın topraktan çıkan ürünlerin hepsinden zekat vermek gerekir.

İmameyn ile cumhura göre:(1) Ziraf ürünlerde zekâtın farz olması için nisap şarttır. Ziraf ürünler beş vesak, 653 kg. yahut 50 Mısır kilesi olmadıkça bunlardan zekat vermek gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber (a.s): “Bes vesaktan azında zekât yoktur. “(2) buyurmuştur. Bir vesak altmış sa’dır. Bu hadis zekata ilgilidir. Dolayı sıyla onu öne almak ve bu hadis ile Ebu Hanife’nin delillerinin umumiliğini tahsis etmek gerekir. Nitekim “Otlakta yetiştirilen develerden zekât vermek gerekir. ” ha- disi bu hadisin sonundaki: “Beyden az devede zekât yoktur ” hadisi ile, “Gümüşten zekât gerekir ” hadisi “Beş ukryyeden az (200 dirhem) gümüşten zekât yoktur ” ha- disi ile tahsis edilmiştir. Ziraf ürünlerde mal olup diğer zekât mallannda olduğu gi bi, bunlann azından zekât vermek gerekmez. Bunun yanında, zekât zenginlerin vermesi farz olan bir sadakadır. Diğer zekât mallarında olduğu gibi nisap miktarına ulaşılmadan zengin olunamaz. Hadis sahih olduğu için bu görüşü ben de tercih ediyorum. Yıl geçmesine itibar edilmemesinin sebebi, ziraf ürünlerin hasatla birlikte bü yümesinin tamamlanmasıdır. Bundan sonra kalmakla üründe bir büyüme ümidi yoktur. Bir yıl geçme şartı diğer zekât mallan için itibar edilmiştir. Çünkü diğer zekât mallarında büyümenin tamamlanma ihtimali vardır. Nisap ölçekle ölçülür. Çünkü hadiste belirtilen vesaklar ölçeğe dayalıdır. Sa’ Hz. Peygamber (a.s) döne minde Medinelilerin ölçeği idi. Bunun miktan 4 müd idi. Bir sa’= 5. 1/3 ritıldır. Bir nul 675 gr.’dır. Şafiilerle Hanbelilere göre eğer hurma kuru olarak saklanmak istenirse nisap kuru hurma veya kuru üzüm olarak hesaplanır. Dayandığı delil Müs lim’in rivayet ettiği şu hadistir: “Beş vesak oluncaya kadar kuru hurma ile hububat ta zekât yoktur. ” Adette iyi kuru hurma veya iyi kuru üzüm elde edilemediği için eğer yaş hurma ile yaş üzüm kurutulmak istenmezse yahut kurutulma müddetleri bir yıl gibi uzun sürerse, o takdirde nisaplan yaş olarak hesap edilir, yaş olarak tart lıp ona göre öşürleri verilir. Çünkü yaş olarak elde edilen bu mallann olgunlaşma vakti bu durumlandır. Huma ile üzümden zekâun hemen ödenmesi gerekir. Çünkü bu durum onların en olgunlaşmış hâlidir.

Hububat, sapından ve samanından aynlmış olarak beş vesak itibar edilir. Çünkü hububat samanı ile birlikte saklanmaz ve bu şekilde yenmez.

Pirinç ve ales buğdayı gibi kabuğu içinde saklanan hububatın nisabı on vesak tur. Çünkü bu maddelerin kabuğu içinde saklanması korunmalan bakımından daha faydalıdır. Kabuğundan çıkanlınca yarı yanya kalırlar. Bir yılda elde edilen mey veler nisabi tamamlamada diğer bir yılda elde edilenlere ilave edilemez. Bunun gi bi, bir yılın ziraf ürünleri başka bir yılın ziraf ürününe eklenemez. Ancak bir yıl için de muhtelif mevsimlerde elde edilen ürünler birbirine ilave edilirler. Bir yıl içinde elde edilen meyveler de birbirine ilave edilebilirler. Buradaki yıldan kastedilen on iki kameri aydır.

Malikilere göre: Zekâtın hesaplanmasında hububatın samanından ayrılmış kurumuş olması ve yaş hurma ve yaş üzümün kurumuş şekli muteberdir. Eğer bu meyveler yaş hurma veya yaş üzüm olarak satılırsa o takdirde değerinin yirmide birini vermek farz olur. Kuru olarak saklanması adet olmayan yaş ful ve yaş nohutun parasının yimide birinin ödenmesi farz olur. Yağı bulunan zeytinden yimide biri alınır. Saklanabilen pirinç, ales buğdayı ve arpanın kabukları şer’i nisapta hesap edilir. Mesela, pirinç kabuğunda soyulmuş olarak dört vesak, kabuğu ile beş vesak ise bunun zekâtı verilir. Eğer bundan az olursa zekâtı verilmez.

Hanefilerin de dahil bulunduğu cumhur masrafla elde edilen ürünlerde hasat, harmanlama ve diğer ziraf masrafların nisaptan çıkanlamayacağında ittifak etmişlerdir.

Zirai Ürünlerden Verilmesi Gereken Zekât Miktarı ve Şekli:

Fakihler1) masrafsız olarak elde edilen mesela, yağmur sulan ile sulanarak el de edilen veya yakınındaki bir sudan sulanan toprakların ürünlerinden öşür verme- nin farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Su dolabı yahut hayvanlar yardımı ile sulanan toprakların ürünlerinden yirmi de bir zekât vermek gerekir. Bunun dayandığı delil daha önce de geçen şu hadistir: “Gök suyu ile sulanan, kaynak suyu ile sulanan yahut kendiliginden sulu olan top rakların ürünlerinden öşür vermek gerekir. Hayvanlar yardımıyla taşınarak sula nan toprakların ürünlerinden yirmide bir zekât vermek gerekir. “(2) Bunun üzerin de icma meydana gelmiştir. Nitekim Beyhakî ve diğer imamlar da bu görüştedir ler.

Eğer bir toprak senenin yansında masrafla ve külfetle, diğer yarısında ise kül fetsiz sulanıyorsa bundan kirkta üç nisbetinde zekât vermek gerekir. Eğer yılın bir kısmında diğerinden daha çok masraf ve külfet varsa o takdirde çoğunluğa itibar edilerek bunun gereği yapılır, diğerinin hükmü düşer.

Bu ayınmin sebebi açıktır. O da sulanan toprakta masrafin fazla kendiliğinden sulananda (ba’l) ise az olmasıdır. (3) Bu fark besi hayvanlanyla otlakta yetiştirilen hayvanlarda da vardır. Hububat ile meyvelerin nisaplannda affedilme söz konusu değildir. Belki nisaptan ne kadar fazla olursa o kadar hesap edilerek zekâu verile cektir. Yani para ile ticari eşyanın nisap fazlasının zekâtına benzememektedir.
Bu fazlalıktan ya Öşür yahut duruma göre öşrün yansı olan yirmide bir zekât verilir. Çünkü ziraf ürünlerle meyveleri bölmekde her hangi bir zarar yoktur. Hayvanlar böyle değildir. Bunların hesabını ayırmakta zarar söz konusudur.

Bu zekâtın verilme şekli Hanefilere göre o çıkan üründen veya onun kıymetin- den olur. Cumhura göre ise o ürünün kendisinden verilir, değerinden verilmez.

Öşrün Farz Olma Vakti:

Ebu Hanife’ye göre: (1) Öşrün farz olma zamanı, ekinlerin bittiği ve meyvenir

çıktığı zamandır. Çünkü Allah teala şöyle buyurmuştur: “Kazandıklarınızın helalinden ve sizler için yerden çıkardıklarımızdan verin.” Allah tealâ, toprağın çıkar dığı ürünlerden vermeyi emretmiştir. Bu gösteriyor ki, verme zamanı topraktan ürünün çıkması ile ilgilidir. Ürün çıkıp vacip olduktan sonra mal sahibi bu ürünü tü ketirse öşrünü tazmin etm rekir. Fakat öşür farz olmadan önce yok edilen ürü nün öşrünü tazmin etmek gerekmez. Çıkan ürün kendiliğinden yok olursa yok olan dan ötürü öşür vermek gerekmez.

Malikilere göre: (2) Meyvelerden öşürün farz olma vakti, hurmada parlaklık ve kızarma üzümde tadını alma, ziraatte hububatın yenilecek noktaya gelmesi ve artık bundan sonra sulamaya ihtiyaç göstermemesi olup kuruma, hasat edilme ve tanelerin aynlması değildir.

Şafif ve Hanbelilere göre (3); Meyvenin olgun hale gelmesi ile zekât farz olur. Çünkü bu durumda meyve tamdır. Hurma bundan önceki zamanı da haramdır, üzüm koruktur. Hububatın sertleşmesi kuvvetlenmesi ile de öşür vacip olur. Bun dan önceki durumu yeşilliktir.

Zikredilen meselelerde zekâtun farz olmasından kastedilen, onu hemen ver mek değildir. Sadece meyva, kuru hurma ve kuru üzüm, ve taneleri aynlan hubu batlarda zekâtu vermenin farz oluş sebebi gerçekleşmiştir.

Son görüşe binaen farz olduktan sonra eğer sahibi ürünü yok eder yahut onun kusuru sebebiyle ürün yok olursa zekât düşmez. Eğer bu durumlar farz olmadan meydana gelirse zekâr düşer. Ancak bundan maksat zekâttan kaçmak olursa, o tak dirde zekâtunı tazmin etmesi gerekir, zekât ondan düşmez.

Bir kimse hurmayı kesip kurutmak için sererse yahut ziraî ürünleri harman ye rine koyarsa zekâtın farziyeti üzerinde gerçekleşir. Eğer bundan sonra ürün telef olursa zekât üzerinden düşmez, onu ödemesi gerekir. Bu durum, yılı dolduktan sonra telef olan otlak hayvanlanyla paranın zekâtına benzemektedir. Eğer meyve olgunlaşmadan yahut ziraat hububati kuvvetlenmeden ve dolgunlaşmadan telef
olursa bunlardan ötürü zekat vermek gerekmez.

Mal sahibinin, tahmin edilmeden önce ve sonra satmak, hibe etmek ve benzer yollardan tasarrufta bulunması geçerlidir. Eğer bir kişi bu ürünleri salahı ve olgun luğu belirdikten sonra satar yahut hibe ederse bunlann zekâtı satan yahut hibe ede ne aittir. Bu görüş Hanbelilerle Malikflerin görüşüdür. Hanefilere göre olgunlaş madan önce bir kimse ekinini satarsa zekâtinı müşterisinin vermesi gerekir. Şafifle re göre, farz olduğunda zekâtı mal sahibine aittir.

Birbirine İlave Edilebilen Zirai Ürünler:

Ulema arasında, hububat ve meyveler dışında bir cinsin diğerine ilave edile meyeceği hususunda ihtilaf yoktur. Hayvanlar üç türlüdür: Deve, sığır, koyun. Bu cinsler birbirine ilave edilerek nisap için hesap edilemezler. Bir tür meyva başka tür meyveye ilave edilemez. Mesela kuru hurma, kuru üzüme, bademe, fıstığa, fındığa ilâve edilemez. Bu sayılanlardan hiç biri diğerine ilave edilemez. Meyvelerden hiç biri de otlak hayvanlarına, hububata ilave edilerek hesap edilemez.

Ayni cins içinde bulunan malların türlerinin birbirine ilâve edilebileceği hu susunda ihtilaf yoktur. Yine ulema arasında, ticari eşyanın paraya, paraların ticari eşyaya ilave edileceği hususunda ihtilaf yoktur. Ancak Şafif, ticari eşya hangi tür para ile satın alın mışsa ancak ona ilave edilebileceği görüşünü ileri sürmüştür. Çünkü ona göre ticari eşyanın nisabı, satin alındığı paraya göredir.

Malikiler dışındaki cumhura göre, buğdayın alese ilave edileceği hususunda ihtilâf yoktur. Çünkü ales buğdayın bir türüdür. Bu arpaya ilave edilen sülte berizer. Çünkü sült de arpanın bir türüdür. Şafiiler dışındaki alimlere göre sült arpaya ilâve edilir.

Alimler hububatın birbirine ilave edileceği hususunda, yine iki nakit olan altın ile gümüşün birbirine ilave edilmesi konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir

Hanefilerle Şafiilere göre: Hububatın değişik cinsleri birbirine ilave edile mezler. Nisapta her birini ayn ayn olarak hesap etmek gerekir. Çünkü cinsleri ayn dir. Meyvelerde ve hayvanlarda olduğu gibi, her cinste nisap ayrı ayrı kabul edil miştir. Fakat Ebu Hanife’nin topraktan çıkan her şeyden zekât farz kıldığı ve nisabi şart koşmadığı düşünülürse ona göre bu mallann birbirine ilave edilmesi mesele değildir.

Maliki ve Hanbelilere Göre: Buğday arpaya, ateşte pişen maddeler birbirine ilâve edilebilirler. Çünkü bunların hepsi yiyecek maddeleridir. Dolayısıyla bug dayda olduğu gibi birbirine ilave edilmeleri gerekir. Bu görüşlerin tafsilatı aşağıdadir:

Malikilere göre: (1) Ateşte pişen kutnıyat (nohut, ful, fasulye, mercimek, acı bakla karaburçak bezelye) bunlar birbirine ilave edilebilirler. Çünkü zekat verme de tek cinstirler. Bunlann bütününden yahut ikisinden zekât verecek kadar ürün toplanınca zekâtının verilmesi gerekir. Her sınıftan kendi zekâtını karşılayacak ka danni çıkanp verir. Buğday, arpa, sült tek bir sınıfur, dolayısıyla birbirine ilave edi lebilirler.

Degeri daha yüksek olan ürün için daha düşük değerli üründen zekât verilebilir, fakat değeri düşük olan ürün yerine daha yüksek değerlisi üzerinden zekât ver mek gerekmez. Mesela buğday, sült ve arpa gibi. Çünkü bunlann üçü bir cinstir. Bunlardan hiç biri alese (Yemende yetişen buğdaya benzer uzun şekilli hububat maddesi) ilave edilmez. Çünkü ales ayn bir cinstir. Ales misıra, darıya ve pirince ilave edilemez. Çünkü bunların her biri kendi başına bir cinstir. Dolayısıyla bunlar dan biri diğerine ilave edilemezler. Bilakis her biri ayn ayn cins olarak kabul edilirler.

Yağlı dört ürüne gelince: Bunlar da zeytin, susam, kırmızı turp tohumu, aspur tohumu olup ayn ayn cinslerdir. Bunlar birbirine ilave edilemezler.

Bir cinsin türlerinin birbirine ilave edilmesi caizdir. Kuru üzüm bütün çeşitleri ile tek bir cinstir, başkasına ilave edilemez. Kuru huma bütün sınıflan ile tek bir cinstir. Buğday bütün sınıflan ile iyi ve kötü kalitesiyle tek bir cinstir.

Şafilere göre: 2) Bir cins başka bir cins ile tamamlanmaz. Bir tür başka bir türe ilave edilir. Her iki türden payına göre zekât verilir. Çünkü bunda bir zorluk yoktur. Hayvanlar böyle değildir. En sahih olan görüşe göre her hangi bir türünden verirse yeterlidir. Ancak kıymetine, ve dağıtıma itibar etmek şartıyla. Birinden bir parça, diğerinden başka bir parça alınmaz. Çünkü bunu yapmakta zorluk vardır. Eğer çe- şiler çok ve her birinden elde edilecek miktar az olduğu için zekâtını ayırmak zor olursa bunlann vasatında zekât vermek gerekir, ne en yükseğinden ne de en adisin den verilmez. Bunun sebebi her iki tarafın hakkını gözetmektir.

Ales buğdaya ilave edilir. Çünkü bu onun bir türüdür. Ales, Yemen’de Sanalı- lanın yiyecek maddesidir. Sült ise müstakil bir cinstir, başkalanna (arpa gibi) ilave edilmez.

Bir yılın meyvesi ve ekini başka bir yılınkine ilave edilmez. Bir yılın ziraat ve meyveleri ise yetişme vakitleri türleri, ülkeleri, sıcaklık ve serinlik bakımından de gişik olduğundan farklı da olsa birbirine ilave edilir. Ziraî ürünlerle meyvelerin bir birine ilâvesi konusunda en kuvvetli görüş, hasatlannin aynı sene içinde vuku bul masıdır.
Hanbelilerden Ibni Kudame şöyle demiştir: Kadi Ebu Yala’ya göre Ahmed b. Hanbel’den nakledilen üç görüşten sahih olanı şudur: Buğday arpaya, kutnıyat birbirine ilave edilebildiği gibi, altın ile gümüş de birbirine ilave edilebilir. Bir yılın aynı cinsten hububau ile meyveleri nisabı tamamlamakta kendi türlerine ilave edi lir. Bunlar hayvanlarla altın ve gümüş nakitlerinin birbirine ilave edilmesine benze memektedirler.

Sült, arpa türünden olup arpaya ilave edilir. Ales buğday türünden olduğu için buğdaya ilave edilir.

Bir yılın ziraf ürünleri ile bir yılın meyveleri nisabı tamamlamakta kendi cinslerine ilave edilirler. Bunlann ziraat vakti ile yetişme zamanı ister bir, ister ayı olsun fark etmez.

Buhuti, Keşşafu’l-Kına’da şöyle demiştir. Bir cinsten olan hububat ile meyve ler aynı yılda ise cinsler birbirine ilave edilir. Buğday ile arpada olduğu gibi, bir cins diğer cinse ilave edilmez. Bunun gibi dan, mısır, mercimek cinsleri ile buğday bir birine ilave edilmez. Aralannda farklılık olabilecek cinsler olduğu için bunlar bir birine ilave edilemezler. Alesin buğdaya ilave edilmesine kıyas edilemezler. Çün kü ales buğdayın bir türüdür. Nakitler yahut altın ve gümüş paralar birbirine veya hububat meyve veya hayvanlara da ilave edilemezler. Çünkü bunlar değişik cins lerdir. Ancak nakitler kıymeti itibariyle ticarî eşyaya ilâve edilebilir. Hanbelilere göre mutemed görüş budur. Hanbelīlerin görüşleri diğer mezheplerle birleşmekte dir.

Özet olarak: Malikîler ve Hanbeclilerden Kadı Ebu Yala’ya göre buğday arpaya ilâve edilir. Şafiîler ve Hanbelilerde mutemed görüşe göre, bunlar birbirine ilâve edilmezler. Kutnıyatın (evde saklanabilen hububatın) bir kısmı diğerine, Malikiler ve Hanbelilere göre ilave edilirler. Şafiilere göre ve Imam Ahmed’den bir rivayete göre de ilâve edilmezler.

Vakfedilmiş Meyvelerin Zekâtı:

Toprağın mülkiyet şart olması yahut olmamasına göre, fakihlerin bu konuda iki görüşleri vardır: Bir görüşe göre vakfedilen topraklardan zekât vermek farzdır diğer bir görüşe göre bu topraklar zekâttan muafur.

Hanefilere göre: Topraktaki şart, çıkan ürüne malik olmaktır. Sahibi olma yan vakfedilen topraklardan elde edilen ürünlerden zekât vermek gerekir. Çünkü Allah tealâ’nın: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın helâl olanından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan verin.” ayeti ile “Hasat günü ürünün hakkını verin.” âyetinin ve “Yağmurun suladığı topraklardan onda bir, kovayla yahut su dolabı ile
sulanan topraklardan yirmide bir zekat vermek gerekir.” şeklindeki hadisin mana SI umůmidir. Aynı zamanda öşür, çıkan şeyden (ürün vb.) gerekir, toprağın kendin den degil. Dolayısıyla toprağın mülkiyetine sahip olmakla olmamak arasında bir fark bulunmamaktadır.

Malikilere göre: Malikiler de Hanefîler gibi düşünmektedirler. Onlara göre, borç olarak verilmek üzere vakfedilen altın ve gümüş paralar üzerinden bir yıl ge çerse yahut vakfedilmeyen malı ile birlikte nisap miktan olursa, vakfeden kişiye, yahut vakfin mütevellisine zekât vermek farz olur. Çünkü bunları vakfetmek, üze rindeki senelik zekât borcunu düşürmez. Nitekim sahibi olan yahut kiralanan bir topraktan elde edilen ürünler de zekâta tabidir. Sütü yahut yünü için, yük yanut b! nek hayvanı olarak vakfedilen develerin zekâtının da verilmesi gerekir. Bu hayvan lardan sükut geçilse nesilleri kendilerine bağlıdır. Mescitlere, veya belirlenmiş ya da belirlenmemiş fakirlere vakfedilseler de sahibi yünleri ve sütlerini yiyecek ve içeceklerini, tedavilerini bizzat yüklenir yahut vekiline bırakırsa, yine zekâtinı ödemesi gerekir, Eğer sahibi bu sayılan işleri yapmayı üzerine almaz da kendileri hakkında vakfedilen yahut bu mallar tasarrufunda bulunduran belirlenmiş kimse ler bu işleri yapmayı üstlenirlerse; toprağı onlar işleyip mahsulleri kendileri hasat ediyorlarsa her birinin nisap miktan ürünü hasıl olmuşsa zekâtlanını ödemeleri gerekir. Eğer nisap miktan mallan hasıl olmamışsa ve bu ürünlere ilave edilecek başka ürünlerin bulunmazsa zekât vermeleri gerekmez.

Şafiflere göre: Sahih olan görüşe göre, mescitlere, fakir ve miskinlere köprü lere, ribatlara vakfedilen köy gelirleri ve bostanlardan zekât vermek gerekmez. Çünkü bunların belli bir sahibi yoktur.

Hanbelilere göre: Vakıf mallan konusunda ayırım yaparak, belli kimselere veya belli yerlere vakfedilen otlak hayvanlarından toprak ve ağaç gelirlerinden, eğer her birinin ürünü nisap miktarına ulaşmışsa zekât vermeyi vacip kılmışlardır. Belirli olmayan kimselere yahut mescitlere vakfedilen şeylerde zekâtı farz kılmamışlardır.

Kiraya Verilen Toprakların Zekâtı:

Fakihler kiraya verilen toprakların zekâtu konusunda iki ayrı görüş ileri sür müşlerdir. Bu topraklann zekâu kiraya vereni mi yoksa kiralayana mı aittir?

Hanefilere göre: Toprağın zekâtı kiraya verene aittir. Çünkü zekât toprağın bir vergisidir. Bunlar haraca benzemektedir. Çıkan ürün mana bakımından kiraya veren kimsenindir. Çünkü bunun bedeli olan ücret kendisine verilmektedir. Bu toprağı bizzat kendisi ekip biçmiş gibi olmuştur.

Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed, Ebu Hanife’ye bu görüşünde muhale fet etmişler, şöyle demişlerdir. Kiraya verilen topraklarda zekat kiralayana aittir. Çünkü öşür çıkan üründen verilir, çıkan ürün ise kiralayanındir. Emanet toprakta olduğu gibi öşrünü vermek ona aittir. Fakat fetva Imam Ebu Hanife’nin görüşüne göre verilmiştir, amel de bunun üzerinedir. Çünkü bu görüş zahiru’r-rivayetle sa bittir. Eğer zekatın kiralayana farz olması fakirler için daha faydalı ise o takdirde ki- ralayana aittir. Sonradan gelen Hanefiler bu görüş ile fetva vermişlerdir.

Cumhura göre: Bir kimse bir toprağı kiralayıp ekse yahut bir toprağı emanet olarak alıp ekse yahut bu toprağa meyve dikse bunlardan zekât vermesi farzdır. Öşür kiralayana ve emanet alana aittir, toprağın sahibine ait değildir. Çünkü öşür ekinden verilir, dolayısıyla ziraf ürünün sahibinden alınması gerekir. Toprağı ema net alan yahut kiralayan bu kişidir. Çünkü Allah teala bir ayette şöyle buyuruyor: “Hasat günü ürünün hakkını verin.” Hz. Peygamber (a.s.) de şöyle buyurmuştur. “Gök yağmurun suladığı topraklardan öşür gerekir.” Bununla beraber, toprağın sahibine zekatı farz kılmak onun zarannadir ve yardımlaşmaya aykındır. Çünkü öşür ürünün hakkıdır. Bunun delili, ürün bulunmadığı zaman zekâtın farz olmaması onun miktarına bağlı olmasıdır.

Haraç Topraklarının Zekåtı: 

Topraklar iki statüye bağlıdır: Öşür toprakları, haraç topraklan.

Hanefilere göre: ay hohils milibs.iy

Öşür Toprakları: Ibadet manası bulunan öşrün verilmesi gerekli olan toprak lardır. Bu topraklar aşağıda sıralanan topraklardır:

1- Uzeyb’den (Kûfede bir köydür) Yemen ve Aden’in son sınınna kadar uza nan Arap toprakları öşür toprağıdır. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) ve Hulefa-yı raşi din Arap topraklarından haraç almamışlardır. Bu durum o topraklann öşür toprağı olduğunun delilidir.

2- Halkının kendi istekleri ile müslümanlığı kabul ettiği topraklar. Çünkü bun

lar artık İslâm topraklarıdır, ibadet maksadıyla verilen vergi bunlara uygundur. 3- Zorla ve kuvvet kullanılarak fethedilen ve Müslüman gaziler arasında gani met olarak taksim edilen topraklar.

4- Müslüman eğer evine bostan edinir de öşür suyu ile onu sularsa bu topraklar da öşür toprağıdır. Eğer bu bostan haraç suyu ile sulanırsa haraç toprağıdır.

Fakat müslümanların imamı’nın müsaadesi ile Müslümanın ihya ettiği toprarağı bizzat kendisi ekip biçmiş gibi olmuştur.

Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed, Ebu Hanife’ye bu görüşünde muhale fet etmişler, şöyle demişlerdir. Kiraya verilen topraklarda zekat kiralayana aittir. Çünkü öşür çıkan üründen verilir, çıkan ürün ise kiralayanındir. Emanet toprakta olduğu gibi öşrünü vermek ona aittir. Fakat fetva Imam Ebu Hanife’nin görüşüne göre verilmiştir, amel de bunun üzerinedir. Çünkü bu görüş zahiru’r-rivayetle sa bittir. Eğer zekatın kiralayana farz olması fakirler için daha faydalı ise o takdirde ki- ralayana aittir. Sonradan gelen Hanefiler bu görüş ile fetva vermişlerdir.

Cumhura göre: Bir kimse bir toprağı kiralayıp ekse yahut bir toprağı emanet olarak alıp ekse yahut bu toprağa meyve dikse bunlardan zekât vermesi farzdır. Öşür kiralayana ve emanet alana aittir, toprağın sahibine ait değildir. Çünkü öşür ekinden verilir, dolayısıyla ziraf ürünün sahibinden alınması gerekir. Toprağı ema net alan yahut kiralayan bu kişidir. Çünkü Allah teala bir ayette şöyle buyuruyor: “Hasat günü ürünün hakkını verin.” Hz. Peygamber (a.s.) de şöyle buyurmuştur. “Gök yağmurun suladığı topraklardan öşür gerekir.” Bununla beraber, toprağın sahibine zekatı farz kılmak onun zarannadir ve yardımlaşmaya aykındır. Çünkü öşür ürünün hakkıdır. Bunun delili, ürün bulunmadığı zaman zekâtın farz olmaması onun miktarına bağlı olmasıdır.

Haraç Topraklarının Zekåtı:

Topraklar iki statüye bağlıdır: Öşür toprakları, haraç topraklan.

Hanefilere göre: ay hohils milibs.iy

Öşür Toprakları: Ibadet manası bulunan öşrün verilmesi gerekli olan toprak lardır. Bu topraklar aşağıda sıralanan topraklardır:

1- Uzeyb’den (Kûfede bir köydür) Yemen ve Aden’in son sınınna kadar uza nan Arap toprakları öşür toprağıdır. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) ve Hulefa-yı raşi din Arap topraklarından haraç almamışlardır. Bu durum o topraklann öşür toprağı olduğunun delilidir.

2- Halkının kendi istekleri ile müslümanlığı kabul ettiği topraklar. Çünkü bun

lar artık İslâm topraklarıdır, ibadet maksadıyla verilen vergi bunlara uygundur. 3- Zorla ve kuvvet kullanılarak fethedilen ve Müslüman gaziler arasında gani met olarak taksim edilen topraklar.

4- Müslüman eğer evine bostan edinir de öşür suyu ile onu sularsa bu topraklar da öşür toprağıdır. Eğer bu bostan haraç suyu ile sulanırsa haraç toprağıdır.

Fakat müslümanların imamı’nın müsaadesi ile Müslümanın ihya ettiği toprak
5- Devlet zoru ile fethedilen ve ganimete hak kazananlar arasında bölünen topraklar. Medine’ye dört konak mesafedeki Hayber’in yansı gibi.

Haracin Türleri:

Haraç iki türlüdür: Harac-i vazife, harac-ı mukaseme, 

Harac- Vazife: Sahibi ister işletsin ister işletmesin, toprağa konulan sabit bir vergidir. Hz. Ömer ziraate elverişli açık toprakların her bir ceribine karşılık bir ka fiz ve bir dirhem vergi koymuştur. Bu haracın temeli güce dayanmaktadır. Yani bu tür haracı gücü yetenler ödeyecektir.

Harac-ı Mukaseme: Tarım ürünlerinden alınan maktu bir vergidir. Mesela, topraktan çıkan ürünün yansının yahut üçte birinin yahut dörtte birinin alınması gi bi. Hz. Peygamber (a.s.) Hayber’i fethedince, böyle bir vergi koymuştur. Bu vergi öşürde olduğu gibi, çıkan üründen verilir. Ancak bu vergi haraç yerine kabul edilir. Çünkü gerçekten haraçtır.

Haraç topraklan Müslüman olmayan birinin mülkü olunca, bundan haraç ver menin gerekli olduğu hususuda bütün fakihler ittifak etmişlerdir. Böyle topraklar dan öşür vermek gerekmez. Fakat öşür toprakları Müslümanın mülkü ise bundan ötürü yine öşür vermek gerektiği hususunda da ittifak vardır.

Haraç Topraklarının Zekâtı:

Fakihler, Müslümanın mülkiyetine geçen haraç topraklannin durumu konu sunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu gibi topraklardan haraç vergisi kalır mı, yoksa hem öşür hem de harac verilmesi yahut sadece harac yerine öşür verilmesi mi gerekir?

Hanefilere göre: 6) Eğer Müslümanın eline geçen toprak haraç toprağı ise bundan haraç vermek gerekir, çıkan üründen öşür vermek gerekmez. Onlara göre bir toprakta hem öşür hem de haraç toplanmaz.

Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre: (4) Haraç topraklarından çıkan ürünlerden öşür, toprağından da haraç verilmesi gerekir. Bu alimlerin dayandıkları deliller aşa ğıda zikredilmiştir:

Hanefilerin delilleri:

1- Ibni Mes’ud’dan rivayet edildiğine göre: “Hz. Peygamber (a.s.) şöyle bu
yurmuştur: “Bir müslümanın toprağında öşür ile haraç toplanmaz.” (1)

2- Adalet sahibi halifelerle zalim idarecilerden hiç biri Irak topraklarından öşür almamışlardır. Haraç ile birlikte öşür vermenin farz olduğunu söylemek icma ya aykındır. Dolayısıyla batıldır.

3- Haraç ve 8şrün ikisinin dayandığı sebep tekdir. O da toprağın gelir getirici olmasıdır. Bu iki şey bir toprakta toplanamaz. Bu bir malda iki defa zekâtın olma masına benzer. Ouak hayvanlanyla ticari eşyanın zekâtannın birleştirilememe sinde olduğu gibi.

Cumhurun delilleri:

1- Ister öşür toprağı ister haraç toprağı olsun, daha önce zikrettiğimiz, toprağın ürününden zekâtın farz olduğu ve farz oluşuna delâlet eden ayet ve hadislerin umu mi oluşu.

2- Haraç ile öşür, zat, yer, sebep, harcanacak yer ve delil bakımından ayrı ayrı iki haktirlar. Zati yönden aynı olmalan, öşürde ibadet, haraçta ise ceza manasının bulunmasıdır. Yer bakımından farklı oluşları, öşürün çıkan üründen alınması, hara cin zimmetle ilgili olmasıdır. Ürün çıksa da çıkmasa da topraktan haraç alınır. Se bep bakımından farklı olmalan, öşrün sebebinin çıkan ürün olmasıdır. Ürün çık mazsa bir şey vermek gerekmez. Haracin verilmesinin sebebi, gelir getiren, yani ta nma elverişli olan topraktır. Dayandığı delil, toprak ekilmeden de haracın verilme sinin vacip olmasıdır.

Harcanacaklan yerler bakımından farklı oluşlar da şöyledir: Öşrün harcana cağı yerler fakirlerdir, haracın harcanacağı yerler umumi harcamalarla, mücahidle re yapılacak harcamalardır. Delil yönünden farklı olmalan, öşrün delilinin nas ol ması, haracın delilinin kamu yaran gözetilerek yapılan içtihat olmasıdır.

Öşür ile haracın bu zikredilen yönlerden farklı oldukları sabit olunca, bunların bir kişide toplanmasında her hangi bir engel yoktur. Bunlardan birinin farz olması, diğerinin farz olmasına engel değildir. Bu aynen Harem sınırları içinde hacıya avla dığı hayvanın hem kıymetinin ödettirilmesi ve hem de ceza müeyyidenin uygulan masına benzer.

Hanefilerin dayandıklan hadis zayıf olduğu için burada cumhurun görüşü ter cih edilebilir. Aynca, haraç içtihada dayalı olarak vaciptir, Müslüman toplumu kuvvetlendirmek, halkın genel ihtiyaçlarını kapatmak için belirlenmiştir. Öşür ise, Müslümanlar üzerine dinf bir vaciptir. Bu iki vacip arasında her hangi bir çelişme yoktur. Haraçta ceza manası yoktur. Eğer ceza manası olsaydı, Müslümana cizye
gibi vacip olmazdı.

Öşür Memuru ve Öşür Vergisi:

Öşür memuru, tüccardan zekât toplamak üzere devletin tayin ettiği vergi me murudur. Vergi memuru ile tüccar arasında ihtilaf çıkıp bunlardan biri yılın tamam olduğunu, yahut borcundan kurtulmuş olduğunu iddia ederse kendisine zekât düş tügünü inkâr etmiş olur. Bu durumda söz yemin ile birlikte inkar edenc aittir.

Bunun gibi, mükellef eğer “Ben zekâtımı başka bir öşür memuruna ödedim” yahut “Ben onu fakirlere dağıttım” derse yemin ettirilerek bu iddiası kabul edilir. Müslümanın sözünün doğru kabul edildiği konularda zimmiye kolaylık olsun diye onun da sözü doğru kabul edilir.

Öşür memurunun Müslümandan aldığı verginin miktarı, kırkta bir zimmiler den yirmide bir, harbîlerden onda birdir. Bu görüşün dayandığı delil Muhammed b. Hasan’ın Ziyad b. Hadir’den rivayet ettiği şu sözdür: “Ömer b. el-Hattab beni Ay nu’t-Temr’e zekât memuru olarak gönderdi ve bana Müslümanların ticari malla rindan kırkta bir, zimmilerin mallarından yirmide bir, harbilerin mallarından on da bir zekât almamı emretti.” (1)

Hanefilerde harbilerden vergi alma konusunda dayanılan esas, misli ile mua meledir. Eğer onlar Müslümanlardan hiç bir vergi almazlarsa onlardan da asla bir şey alınmaz. Bunun sebebi onların da bizim tüccarlanmızdan bir şey almamalarını sağlamaktır. Aynca üstün ahlaka biz daha çok lâyığız. Eğer bir harbî İslâm ülkesin- de vergi memuruna rastlar da üzerinde sadece elli dirhem parası bulunursa ondan bir şey alınmaz. Ancak eğer onlann ülkesinde müslümanlardan bu kadar paradan ötürü vergi alınıyorsa, o takdirde ondan da alınır. Çünkü alınan zekâttır, yahut zeka tin katlandır. Dolayısıyla mutlaka nisap şarttır. Eğer harbinin iki yüz dirhem parası bulunsa (ki bu nisap miktandır.) ve onların ülkesinde bizlerden ne kadar alındığı bi linmese ondan öşür alınır. Çünkü Hz. Ömer: “Eger hesapta bir güçlük ile karşıla şırsanız öşür alın.” emrini vermiştir.

Harbi bir defa verdikten sonra üzerinden yıl geçmedikçe ondan tekrar öşür alınmaz. Çünkü her defasında harbiden öşür (vergi) almak onun malının kökünü kazımakur. Harbiden vergi almak onun malini koruma karşıhğıdır. Birinci vergiye karşılık sağlanan emanın hükmü henüz devam ederken yeniden bir vergi almak karşılıksızdır. Yıl tamamlandıktan sonra ise güven tazelenir. Çünkü harbînin bizim ülkemizde ancak bir yıl kalma hakkı vardır. Bundan sonra ondan vergi almak onun malının tamamını almak anlamını taşımaz.

Vergi memuru öşür vergisi aldıktan sonra, harbi kendi ülkesi olan danu’l- harb’e gitse de aynı gün yine geri dönse o takdirde tekrar öşür vergisi kesme hakkı dogar. Çünkü harbi yeni bir eman ile geri dönmüştür. Bu geri dönüşten sonra ondan
öşür vergisi almak ona haksızlık yapılmış anlamına gelmez.

325

Eğer bir zimmf ticaret niyetiyle iki yüz dirhemlik şarap veya domuz ile gelse Ebu Hanife ile Imam Muhammed’e göre sadece şarabın kıymetinden öşür vergisi alınır, domuzdan vergi alınmaz. Çünkü öşür vergisi alma hakkı onun malını ve ca nini himaye etmek içindir. Müslüman kendi üzüm suyunu sirke yapmak için muha faza ettiği gibi diğerlerinin şarabını da muhafaza eder. Fakat Müslüman kendisi için domuz himaye etmez. Müslüman olan kişinin önceden varsa domuzunu defetmesi gerekir. Böyle olunca başkalannin domuzlarını da korumaması gerekir. Ebu Yu suf a göre, eğer ikisini beraber getirirse ikisinden de öşür vergisi alınır. Ebu Yusuf burada domuzu şaraba tabi kılmıştır. Eğer her birini ayn aynı seferlerde getirirse o takdirde domuzu değil şarabı öşür vergisine tabi kılar.

Imam Şafiſye göre, domuzdan da şaraptan da öşür vergisi alınmaz. Çünkü bunların Islâma göre bir değeri yoktur.

Başkasının malı ile kâr ortaklığı yapan bir harbî ikiyüz dirhem para bulunursa ondan öşür vergisi alınmaz. Çünkü kendisi malın sahibi değildir, zekât ödemede malın vekili de değildir. Ancak malda, kendi hissesine düşen miktar nisap ölçüsün de olursa o takdirde bundan vergi alınır. Çünkü kendisi o miktarın sahibi olmuş olu yor.

Zekâtın Çıkarılıp Verilmesi ve Düşürülmesi

Bu başlık altında bir kaç konu üzerinde durmak istiyoruz:

Zekân Vermenin Rüknü:

Zekât vermenin rüknü temlik, yani zekât verilen kişiyi bizzat malın sahibi kıl- maktır. Çünkü Allah tealâ: “Hasat günü ürünün hakkını verin” buyuruyor. Vermek temlik demektir. Başka bir ayette de şöyle buyuruluyor: “Zekâtu verin” zekât bu se beple davet yemeği yahut mescit binası vb. doğrudan temlik edilemeyen yerlere de verilemez.

Zekatın Verilme Şekli:

Zekat verilmesi gerekli olan mal tek türden olursa ister iyi cins ister kötü cins olsun, zekâtunın aynî olarak alınacağı hususunda alimler arasında her hangi bir ih tilaf yoktur. Çünkü fakirlerin haklan, onlan gözetmek üzere vaciptir. Fakirler ise bir çeşit ortak gibidirler. Ortak ise malını alır.

Eğer zekât verilecek mallar değişik türden iseler her türden kendine mahsus olan zekât alınır. Hanbelîler ve Hanefîler bu görüşü benimsemişlerdir. Imam Mali ke göre, vasat olan maldan zekât alınır, en yüksek ve en düşüğünden alınmaz. Bu nun gibi, her türden ayrı ayrı alınmaz. Çünkü bu, güçlüklere sebep olur. Ancak
zekât veren kişi kendiliğinden isterse en iyisini verebilir.

Imam Şafifye göre, her türden bir kısmı alınır. Eğer bunu yapmak güç olursa, vasat olanından alınır.

Malın kötüsünden zekât vermek ittifakla caiz değildir. (1) Çünkü Allah teala: “Igrenmeden almayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın” buyuruyor. (Bakara 267) Kötü malın zekåtu yerine iyisini almak da caiz değildir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Insanların mallarının iyisini almaktan sakının.” (2) An cak malın sahibi kendiliğinden verirse bunda bir beis yoktur.

Zekatın Verilme Zamanı:

Hububatin zekâtının ancak hasattan sonra, meyvelerin zekâtının kuruduktan sonra alınacağı hususunda ittifak vardır. (3) Çünkü bu durumlar meyve ve hububa tin olgunlaşma ve saklanma zamanlandır. Zekât verilinceye kadarki tasfiye, hasat ve kurutma masrafları malın sahibine aittir. İttifakla bunlardan hiç bir masraf zeka ta mahsup edilemez. Çünkü meyve hayvanlar gibidir. Hayvanlann masrafi, korun ması, güdülmesi, bakımı zekat verilinceye kadar malın sahibine aittir.

Eğer zekât memuru meyvelerin zekâunı kurumadan alırsa hata etmiş olur. Eğer yaş durumunda iseler aldıklarını geri verir. Eğer telef olmuşlarsa benzerini ge ri verir. Eğer bunlan kurutmuşsa ve zekât miktarında ise farzın yerini tutmuş olur. Eğer zekât miktanndan az ise, eksik kalan kısmı alır. Eğer zekât miktarından fazla ise fazlasını geri verir. Eğer bu yaş meyveyi veren malın sahibi ise bu onun için ye terli değidir. Kuruttuktan sonra fazlasını çıkanıp vermesi gerekir. Çünkü bu kişi farz olmayanı vermiştir, dolayısıyla onun için kafi olmamıştır. Bu meselenin hükmü kü çük çocuğun büyükler adına hayvanlardan zekat vermesine benzer.

Meyvelerin Farz Olan Zekâtını Hars Yani Tahminle Belirlemek:

Hars: Tecrübeli adil bir kimse vasıtasıyla tahminen, zannî olarak hurma v.b. maddelerin miktanni takdir etmek demektir.

Hanefiler tahmini kabul etmemişlerdir. Çünkü bu zan ve tahmindir, bununla bir hüküm bağlayıcı olmaz. Nitekim Hanefiler bu hususta kura çekmeyi de kabul etmemişlerdir. Tahmin, sadece ziraatçılan korkutmak için yapılır ki, hainlik etme sinler, (4)
Cumhura göre: (1) Kuru hurma, kuru üzüm gibi meyvelerin tahmini usûl-lerle zekâta tabi kılınması sünnet, zeytin gibi ürünlerin tahmini ise sünnet değildir. An cak bu tahminin olgunlaşma zamanına yakın olması, önce olmaması gerekir. Dev let başkanı öşür toplayan memurlarını bunların olgunlaşma zamanı yaklaşınca tah minî zekât miktarını öğrenmek için gönderir, tahmin edilen miktar malın sahibine bildirilir. Eğer devlet başkanı tahmin için memur göndermezse mal sahibinin bah çesinde ve bağındaki hurma ve üzüm miktarını bir bilir kişiye tahmin ettirmesi ge rekir.

Cumhurun yukandaki meselede dayandığı delil, “Hz. Peygamber (a.s.) in in sanlara üzüm ve meyvelerinin ürün miktarını tahmin edecek memur göndermesi” ile ilgili rivayettir: “Attab b. Üseyd şöyle anlatıyor: “Resulullah (a.s.) üzüm ve hur manin tahmini miktarının tesbitini zekâtının kuru üzüm ve kuru hurma olarak alın masını emretti.”

Tahminde Üçte Bir Yahut Dörtte Birin Terkedilmesi:

Bütün meyveler tahmine girerler. Şafiflerle Hanbelilere göre, zekât memuru mal sahiplerine bir genişlik olması için üçte bir yahut dörtte bir yanılma payı bırakır. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) Sehl b. Ebu Haseme’den rivayet edilen hadiste şöyle buyurmuştur: “Tahminde bulunduğunuz zaman üçte biri yanılma payı olarak bırakın, eğer üçte bir bırakmazsanız dörtte bir bırakın.”

Hanefîler ve Malikilere göre, hiç bir şey bırakılmaz. Çünkü Sehl’in bu hadisi nin isnadında İbnu’l-Kattan’ın belirttiği gibi hali bilinmeyen bir ravi bulunmaktadır.

Bir Kişinin Tahmini ile Yetinmek:

Bir kişinin tahmini yeterlidir. Çünkü: “Hz. Peygamber (a.s.) Abdullah b. Re vahayı görevli olarak gönderir, o da olgunlaşmış olan hurmanın zekâtını tahmin ederdi”. (4) Onunla birlikte başkasının bulunduğu zikredilmemiştir. Tahminde bu lunan görevli kendi kanatine göre hareket eder. Tahmin memuru hakim gibidir.

Haris’ta (Tahmin Edende) Aranan Şartlar:

Bu şartlar şunlardır: Adalet sahibi, güvenilir, hür ve erkek olmak. Fasık kişi- nin sözü kabul edilmez. Tahminde bulunmak bir yetkidir. Kölelerle kadınların bu konularda ileri yoktur. Tahmincinin mutlaka bu husustaki takdir ve tahmin işi
ni iyi bilmesi gerekir. Çünkü tahmin işi bir içtihattır. Bir şeyi bilmeyen o konuda iç- tihat etme yetkisine sahip değildir.

Tahminde Bulunmanın Şekli:

Tahminin şekli meyvelerin türüne göre değişir. Eğer meyveler tek bir tür ise her bir ağaç yahut humayı dolaşır, hepsinde ne kadar yaş hurma veya üzüm bulun duğunu tahmin eder, sonra bunlardan kuru olarak ne kadar çıkacak diye belirler. Eğer meyveler bir kaç türlü iseler her bir türü kendi başına tahmin eder. Çünkü bu çeşitli meyve türleri arasında yaşken çok olup kuruyunca azalanlar olduğu gibi, ak sine olanlar da vardır. Üzüm de böyledir.

Tahmin memuru malı tahmin edince zekât miktanni mal sahibine bildirir. Tahmin memuru, mal sahibini zekât miktarını hemen ödeyip gerisinde istediğini yapmak ile kuruma ve harmanlama zamanına kadar muhafaza etmek arasında ser best bırakır. Eğer mal sahibi bu meyveleri hasat zamanına kadar muhafaza etmeyi tercih ederse, sonradan da bunlan telef eder yahut kendi hatası yüzünden telef olur sa, fakihlerin tahmine göre bu maldaki hissesi kadarını ödemesi gerekir. Eğer bu meyveleri yabancı biri telef etmişse bu kişinin telef olanın kıymetini ödemesi gere kir. Eğer bir afet sebebiyle bu meyveler telef olmuşsa, mal sahiplerinden tahmin edilen zekât miktan düşer. Çünkü bunların zekâu gerçekleşmeden telef olmuştur. Telef olan ölçüsünde zekâtinı düşürür, eğer hepsi telef olmamış ve geride nisap miktan bir mal kalmışsa onun zekâtını öder.

Eğer malın sahibi meyvelerinin telef olduğunu ve bunda kendisinin bir kusuru olmadığını iddia ederse mesela, çalındığını yahut yandığını veya donduğunu yahut yağmalandığını iddia ederse Şafiilere göre, yemin cutirilerek sözü doğrulanır. Han belîlere göre, yeminsiz olarak doğrulanır.

Tahmin Edenin Hataya Düşmesi:

Tahmin eden kişi hataya düşer de az yahut çok tahminde bulunursa Imam Ma lik’e göre, mal sahibinin tahmincinin söylediği kadarını vermesi gerekir. Zekâtu yaklaşık miktarda olduğu zaman noksan yahut fazla olması bir şey değiştirmez. Çünkü bu gerçekleşmiş bir hükümdür, bozulmaz.

Şafiilere göre:  Eğer malın sahibi, tahmin edenin kendisine haksızlık ettiği ni yahut yanıldığını, tahmin işini bilenlerce âdet olandan uzak bir şekilde tahminde bulun unu iddia ederse meselâ dörtte bir yaruldığını söylerse, delilsiz iddiası ka bul edilmez. Eğer iddiası ihtimal dahilinde bir yanılma olduğu yolunda ise en sahih olan görüşe göre, iddiası kabul edilir ve iddia ettiği kadar zekât malından düşülür.

Çünkü kişi emindir, ölçüldüğü zaman ise noksanlık iddiasında ona müracaat edilir.
Çünkü ölçme kesindir, hars ise tahmindir, dolayısıyla kesin olana havale etmek da- ha iyidir.

Hanbelilere göre: (1) Eğer mal sahibi tahmincinin yanıldığını iddia eder de bu iddiası ihtimal dahilinde olursa yemin ettirilmeksizin sözü kabul edilir. Eğer ihti mal dahilinde değilse mesela, yarısında ve benzeri miktarında yanıldığını iddia ederse bu iddiası kabul edilmez, yalan olduğu anlaşılır. Eğer “Elimde bundan başka mahsul yoktur.” derse yemin etmeksizin bu iddia doğru kabul edilir. Çünkü, bizim bilmediğimiz bazı sebeplerle mahsul yahut meyveler telef olmuş olabilir.

Bitkilerin Zekâtının Düşmesi:

Hanefiler ve diğerlerine göre (2) bitkilerin zekâtı farz olduktan sonra, çıkan ürün sahibinin bir müdahalesi olmaksızın yok olursa zekat düşer. Çünkü farz olan zekât, elde edilen üründedir. Elde edilen ürün yok olunca zekâtu da yok olur. Bu du rum, yılı dolduktan sonra yok olan nisap miktarı malın zekâtına benzer.

Eğer meyvelerle ckinler başkasının müdahalesi ile yani sahibinden başkası ta- rafından yok edilmişse ondan tazminat alınır ve öşrünü de öder. Eğer bir kısmını yok etmişse, yok edilen miktannin zekânı öder. Eğer mal sahibi malını yok etmiş se yahut bir kısmını yok etmişse, mescla bir kısmını kullanmışsa, yok olan kısmının öşrünü öder ve Ebu Hanifeye göre zimmetinde borç olarak kalır.

Hanefilere göre, mürted olma durumunda zekât düşer. Çünkü öşrün manası ibadettir. Kafir ise ibadete ehil değildir. Diğer âlimlere göre düşmez.

Bunun gibi, mal sahibi ürünü helâk eder ve vasıyet etmeden ölürse Hanefilere göre zekât düşer, cumhura göre düşmez. Fakat çıkan ürün bizzat duruyorsa, Hanefi lerde zahir rivayete göre, bundan öşür öder.

5. Hayvanların Zekatı:

Hayvanların Zekâtının Meşrulugu:

Hayvanların zekâtının farz oluşu Sünnette sahih yahut hasen hadislerle sabit tir. Bunlanın en meşhurlan şu iki hadistir:

1- Ebu Bekir hadisi. (3) Bu hadis develerin nisabını, zekâtını, koyunların zekât miktarını, kanşık hayvanlann zekât keyfiyetini, koyunlardan verilecek zekâtın va- sat olması, yaşlı, kör ve erkek hayvan alınmaması gerektiğini, ancak zekât veren ki şinin (musaddık) dilediği takdirde bunları verebileceğini. (1) develerde birinin di
geri yerine verilebileceğini, gümüş para nisabının kırkta bir olduğu hususlanni açıklamaktadır.

2- Siğırların zekâtını açıklayan Muaz hadisi, (1)

him adamlan hayvanlardan zekât vermenin farz olduğu hususunda ittifak et mişlerdir. Bunlar da deve, sığır ve ehlf koyunlardır, Atlardan, katır, eşck ve ge yiklerden zekât vermek gerekmez. Ebu Hanife atlardan zekati farz görmüştür. Imam Muhammed ile Imam Ebu Yusuf atlardan zekâtu verme mecburiyeti yoktur diyerek bu görüşe karşı çıkmışlardır. Imamcyn’in görüşü ile fetva verilmiştir.

Hayvanlardan Zekât Vermenin Farz Olmasının Şartları:

1. Fakihler hayvanların zekaun farz olması için bes sart ileri sürmüşlerdir. Ba zılanında ihtilaf olan bu şartlar aşağıdadır: 3)

1- Deve, sığır ve koyun gibi hayvanlar evcil olmalı, yabani olmamalıdır. Evcil ile yabani hayvanın çiftleşmesinden dünyaya gelen mesela, koyun ile geyik, yabani inek ile evcil inekten meydana gelen hayvanlardan Imam Şafiîye ve Malikilerde meşhur olan görüşe göre, zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlarda esas olan zeka tun farz olmamasıdır. Bu konuda nas da, icma da yoktur. Çünkü yabaniden doğan hayvana koyun ismi verilmez, dolayısıyla iki yabaniden doğmuş gibi kabul edi lir.

Hanbelilere göre, otlak hayvanlanyla besi hayvanlarının çiftleşmesinden do ğan hayvanlardan zekât vermek gerekir.

Hanefilere göre, eğer ana evcil ise ve bu doğan hayvan sebebiyle nisap tamam olur zekât vermek farz olur. Eğer ana evcil değilse zekat gerekmez. Çünkü hayvan lann yavrulan analarına tabidir.

2- Hayvanlar, sünnette açıklandığı şekilde şer’i nisaba ulaşmalıdır. Nitekim bunlardan her bir türün zekâtu bahsinde bu konu açıklanacaktır.

3,4- Sahibinin mülkiyetinde olarak hayvanlar üzerinden bir sene geçmelidir. Mesela, mülkiyetin başlangıcından itibaren bir yıl geçmeli ve bütün yıl boyunca sa hibinin mal üzerindeki mülkiyeti devam etmiş olmalıdır. Eğer kişinin mülkünde bir
yıl geçmezse bu kişinin zekât vermesi gerekmez. Dayandığı delil şu hadis-i şereftir: “Üzerinden bir yıl geçmedikçe, bir maldan zekât vermek gerekmez.” (1) Bununla beraber yıl tamamlanmadan malın büyümesi tamamlanmaz. Bu da ancak doğur makla olur. Bunun için hayvanlar yılı tamamlamada analarına tabidirler.

Yıl içinde hayvanlann nisabından yahut bazısından satış ve başka şekilde mülkiyet yok olsa sonra da tekrar satın alma yahut başka yollarla elde edilse yahut ticari maksat dışında misli ile sahih bir şekilde mübadele edilse mesela deveyi deve ile yahut başka bir cins ile meselâ sığır ile değiştirse yeniden bir yıl başlar. Çünkü bu yapılan muamele sebebiyle birinci yıl kesilmiştir, dolayısıyla yeni bir mülkiyete in tikal edilmiştir. Bu sebeple, daha önce geçen hadise dayalı olarak yeni bir yıla itibar etmek gerekir.

5- Yılın büyük bir kısmında hayvanlar saime, yani otlak hayvanı olmalı, evde yulaf, yem vs. ile beslenen hayvanlardan olmamalıdır. Ziraatta ve benzeri işlerde allanılan hayvanlardan da olmamalıdır. Bu şart Malikîler dışındaki cumhura go redir. Dayandığı delil, “Otlakta yayılan develerin her kırk tanesinde üç yaşına gir mis dişi bir deve vermek gerekir.” (2) hadisi ile “Koyunlar kırk tane olunca yüz yir miye kadar bir koyun vermek gerekir.” (3) hadisidir. Sığırlar, develerle koyunlara kıyas edilir.

Hanefiler ve Hanbelîlere göre: Otlakta yayılan hayvanlar, yılın çoğu mev simlerinde otlaklarda üremek, süt elde etmek yahut beslemek için otlatılan hayvan lardır. Eğer bu hayvanlar kesim yahut yük taşımak, veya binmek, veya ziraatte kul lanmak için yetiştiriliyorsa bunlardan ötürü zekât vermek gerekmez. Eğer ticaret için otlatırsa ticaret zekâu vermek gerekir. Az bir zaman yem verilmesi otlak hay vanı olması keyfiyetine zarar vermez. Çünkü hüküm çoğunluğa göre verilir. Eğer bir kimse hayvanlarını yılın yarısında veya yandan fazlasında yem ile beslerse bun lardan zekât vermek gerekmez.

Eğer hayvanlar, mal sahibinin kasdı ve muradı dışında kendiliklerinden mera larda olluyorlarsa Hanefflere göre, bunlardan da zekât vermek gerekmez. Hanbeli lere göre ise zekât vermek gerekir.

Şafiilere göre: Saime, otlak hayvanı sahibinin yılın çoğunda yahut tamamın da mübah olan bir otlakta otlamak üzere salıverdiği hayvandır. Bir yahut iki gün gi bi az bir zaman yem ile beslenmesinin bir zararı yoktur. Çünkü genellikle hayvanlar iki gün sabredebilir, fakat üç gün sabredemez. Eğer hayvanlar yılın çoğunda yem ile beslenirse yahut yemsiz yaşayamayacağı bir müddet içinde alaf, saman vb. ile
beslenirse yahut yem verilmediği müddet zarfında açıkça zarar görerek yaşayabi lirse, bunlardan ötürü zekat vermek gerekmez. Çünkü bu durumda masraf ve zorluk söz konusudur.

Eğer hayvanlar kendi başlarına yahut onlan gasbeden birinin yahut fasit alış veriş ile satın alan kişinin bakması ile otlarsa yahut ziraatte veya tarla sulamak için su taşıma ve benzeri işlerde çalıştınlıyorsa esah olan görüşe göre, malin sahibi ot- latmadığı için bunlardan ötürü zekât vermek gerekmez. Zira hayvanın kendi otla ması değil sahibinin maksadı muteberdir. Çünkü otlak hayvanı olmanın zekâtın farz oluşunda tesiri vardır, dolayısıyla bu konuda sahibinin kastının bulunmasına itibar edilir. Hayvanın kendi kendine otlaması zekatin düşmesine tesir edicidir. O zaman sahibinin maksadına itibar edilmez. Çünkü asıl olan zekatin vacip olmama sidir. Bununla Şafiflere göre, bütün otlatmanın sahibi tarafından yapılmış olması şart koşulur. Kendi başlarına yahut başkalarının otlatması ile otlayan hayvanlardan zekât vermek gerekmez.

Malikilere göre: (1) ister otlak hayvanı olsun ister yem ile beslensin, isterse çaliştirilsin hayvanlardan zekât vermek gerekir. Çünkü daha önce zikredilen develer hakkındaki Hz. Ebu Bekir hadisi umumidir: “Beş devede bir koyun zekât vermek gerekir.”

İbni Rüşd’ün de açıkladığı gibi, iki görüş arasındaki ihtilâfın kaynağı, mut lak’ın mukayyet ile çelişmesi, yine hitap delilinin umum ile çelişmesi, yine kıyasın lafzın umumi hükmü ile çelişmesidir. Mutlak hadis şudur: “Her kırk koyunda bir koyun vermek gerekir.” Mukayyet ise: “Koyunların otlakta otlayanlarından zekât vermek gerekir.” hadisidir. Malikiler mutlak’ı mukayyede üstün tutmuşlar ve buna dayanarak otlak hayvanı olanlardan da olmayandan da zekât vermek gerekir, de mişlerdir. Mukayyedi mutlak’a üstün tutan cumhur ise hayvanların sadece otlak hayvanı olanından zekât vermek gerekir, demişlerdir. Mukayyedin mutlak’a üstün tutulması, mutlak’ın mukayyede üstün tutulmasıdan daha çok vuku bulur.

Hitap delili (Mefhum-i muhalif): “Koyunların otlakta otlayanından zekât ver mek gerekir.” hadisidir. Bu hadis ouak hayvanı olmayan hayvanlardan zekât ver memeyi gerektirir. “Kırk koyunda bir koyun zekât vermek gerekir.” hadisinin umu mi manası, koyunların olakta otlayanlarına besi ile yetiştirilenler gibi itibar edil mesini gerektirir. Malikiler: “Lafzın umumi manası, muhalif manasından daha kuvvetlidir.” prensibini kabul etmişlerdir.

“Kırk koyunda bir koyun vermek gerekir.” hadisinin umumi manası ile çelişen kıyas ise şudur: Otlak hayvanlarında zekât vermenin sebebi ve maksudu olan ço- galma ve kâr meydana gelmektedir. Bu otlak hayvanlarında çoğunlukla vardır. Zekât ise, malların fazlalıklandır. Fazlalıklar ise saime otlak hayvanlarında olur. O
yüzden sene geçmesi şarttır. Cumhur bu hususu kıyas ile o umumiliği tahsis etmiş ler ve otlak hayvanı olmayanlardan zekât vermeyi vacip kılmamışlardır. Malikiler bu umumi manayı tahsis etmemişler, umumi mananın kıyastan daha kuvvetli oldu ğunu kabul ederek her iki sınıftan da zekât vermeyi vacip kılmışlardır.

Benim görüşüme göre, cumhurun görüşü daha doğrudur. Çünkü hadisin sonu hayvanlann otlak hayvanı olacağını açıkça belirtmiştir. Hadisin başını buna ham letmek gerekir. Çünkü hadisin sonunun baş tarafı ile çelişmesi düşünülemez. Hz. Ebu Bekir’in hayvanlann zekât farizasını açıklayan yazılı vesikasına dair olan Enes hadisinde ise önce develerin zekât miktan sonra da koyunlarin zekât miktan ko yunların saime olanlannin zekâtı kırk koyunda bir koyundur lafzı ile zikredilmiş tir.

Zekât Vermek Farz Olan Hayvanlar ve Nisapları:

Deve, sığır ve koyunlardan zekât vermek farzdır. Ebu Hanife imameyne muhalif olarak, atlardan da zekât vermeyi farz kabul etmiştir. Fakat fetva Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed’in görüşüne göredir. Ona göre ticari olanlar hariç atlar dan zekât vermek gerekmez.

Develerin Zekâu:

Erkek-dişi, büyük-küçük develerden kastedilen Malikilere göre otlaklarda yayılan develerdir. Küçükler büyüklere tabidir. Malikîlere göre, yem ile beslenen ler de böyledir. Bütün Müslümanların ittifakı ile beş deveden azından zekât yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yanında sadece dört devesi bu lunan için bunlardan ötürü zekât yoktur. Ancak mal sahibi dilerse zekât verir.” Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Beş deveden azında zekât yoktur.” (1) İslam alimleri beş devede bir koyun, on devede iki koyun, on beşte üç koyun, yir mi devede dört koyun vermenin farz olduğu hususunda icma etmişlerdir. (2) Bunun dayandığı delil, daha önce geçen Ebu Bekir hadisidir. Zekât için çıkarılıp verilen koyun ve keçi ancak bir yaşını bitimiş ise kâfidir. ) Malikilerce, mal sahibi bir bel dede galip olan keçi veya koyunların durumuna göre keçi yahut koyunlardan birini verir. Cumhura göre, bir beldede galip olan koyunlara bakılmaz. Bunun dayandığı delil: “Her beş devede bir koyun (şât) vermek gerekir.” hadisidir. Şât ise koyun ile keçiye denir.
Yine alimler, develer yirmi beş ile otuz beş arasında olunca, iki yaşına girmiş dişi bir deve (binti mchad) vermek gerektiği konusunda ittifak etmişlerdir. Şafiler ve Malikiler şunu ilâve etmişlerdir: Yahut dişi yoksa iki yaşında erkek bir deve verir.

Otuz altıdan kırk beşe kadar üç yaşına girmiş bir dişi deve, (binti lebûn) kırk al titan altmışa kadar dört yaşına gimiş dişi bir deve, (hıkka) altmış birden yetmiş be şe kadar beş yanına girmiş dişi bir deve (cczea) (1) yetmiş altıdan doksana kadar üç yaşına girmiş iki dişi deve, doksan birden yüz yimiye kadar dört yaşına girmiş iki dişi deve, yüz yirmi birden yüz yirmi dokuza kadar cumhura göre, üç adet üç yaşına girmiş dişi deve vermek gerekir. Hanefilere göre ise, dört yaşında iki dişi deve ile bir koyun vermek gerekir. Çünkü Hanefilere göre develer yüz yimniden fazla olunca farz yeniden başlar. Dolayısıyla beş deveden iki hikka (dört yaşında iki dişi deve) ile birlikte bir koyun vermek gerekir. On devede iki koyun, on beşte üç koyun, yir mide dört koyun, yirmi beşte dört yaşında iki dişi deve ile birlikte iki yaşında dişi bir deve vermek gerekir. Develer yüz elliye ulaşınca dört yaşına girmiş üç adet dişi de ve(hikka) vermek gerekir. Develer yüz elliden fazla olunca anılan şekilde farz ye nilenir. Her beş tanede bir koyun ile birlikte dört yaşında üç adet dişi deve vermek gerekir.

Malikilere göre, mal sahibi değil zekât memuru dört yaşında iki adet dişi deve ile iki yaşında üç adet dişi deve almak arasında serbest bırakılır. Ancak bu iki sınıf deve bulunmak şartıyla. Eğer iki sinıf da bulunmazsa mal sahibinin yanında bulu nanlardan dört yaşında iki dişi deve yahut iki yaşında üç dişi deve almak belirlenmiş olur.

Yüz Otuz ve Daha Yukarısının Zekât: Cumhura göre, her kirkta iki yaşında di şi bir deve, her ellide dört yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Develer yüz yirmiden fazla olursa her kırk tanede iki yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir.” (?) Darakutninin bir rivaye tinde: “Develer yüzyirmiden bir fazla olunca her kırk tanede iki yaşına girmiş dişi bir deve, her elli tanede dört yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir.” şeklinde geçmektedir.

Daha önce de açıkladığımız üzere, Hanefiler şöyle demişlerdir: Develer yüz yirmiden fazla olunca üç yerde farz yenilenmiş olur. Yani yüz yirmiden sonraki fazlalikta, fazlalık beşe ulaşıncaya kadar bir şey vermek gerekmez, Fazlalık beş olunca, daha önceki farz olan miktarda olduğu gibi, bir koyun ilâve ederek vermek gerekir. Daha önce farz olan miktar iki adet dört yaşında dişi devedir. Yani bu iki adet dişi deve ile birlikte bir koyun vermek gerekir. Farzların yenilendiği üç yer aşağıda zikredilecektir.

a) Yüz Yirmiden Sonra Farzin Yenilenmesi:

121-129 arasında iki adet dört yaşında dişi deve ile bir koyun,

130-134 arasında iki adet dört yaşında dişi deve ile iki koyun,

135-139 arasında dört yaşında iki adet dişi deve ile üç koyun,

140-144 arasında dört yaşında iki adet dişi deve ile dört koyun,

145-149 arasında dört yaşında iki adet dişi deve ile iki yaşında dişi bir deve vermek gerekir.

b) Yüz Elliden Sonra Farzın Yenilenmesi:

150-154 arasında dört yaşında üç adet dişi deve,

155-159 arasında dört yaşında üç adet dişi deve ile bir koyun vermek gerekir.

Böylece üç adet dört yaşında dişi deve ile birlikte her beş devede bir koyun, her on devede iki koyun, her on beş devede üç koyun, her yimi devede dört koyun, her yirmi beş devede iki yaşında dişi bir deve, her otuz alu devede üç yaşında dişi bir de ve verilir. Develer yüz doksan altıya ulaşınca iki yüze kadar dört yaşında dört adet dişi deve vermek gerekir.

c) Develer iki yüzü bulunca, yüz elliden sonra yenilendiği gibi, farz yenilenir ve her elli devede dört yaşında dişi bir deve ilave edilir.

Hanefilere göre, erkek develer dişilere göre ancak kıymet itibanyla yeterli olur. Sığırlarla koyunlarda durum böyle değildir. Bunlarda malın sahibi serbesttir, dilediğini verir. Farzın yeniden başladığı hususunda dayandıklan delil, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm’ın kitabında bulunan ve yüz yirmiyi bulan develer den verilecek zekâu açıklayan mektuptaki şu ibaredir: “Develer yüz yirmiden fazla olurlarsa, develerin ilk farz olan zekât durumuna dönülür.”

Fakihler, daha önce geçen farzlardan ikisi arasında bulunan -Kas diye tabir edilen- iki nisap arasındaki miktardan zekât vermek gerekmediği konusunda ittifak etmişlerdir. Beş deveden dokuz deveye kadar yine bir koyun vermek gerekir.

Beşten fazla olan o dört deveye karşılık bir şey vermek gerekmez. Çünkü Ebu Ubeyd’in Yahya b. Hakem’den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (a.s.) şöyle bu yurmuştur: “/ki nisap arasındaki küsürattan (evkastan) zekât lazım gelmez.” Çün kü bu fazlalıklar nisap miktanndan azdır.

Develerde Iki Farzın Birleşmesi:

Şafiflere göre,  iki farz birleşse, mesela develer iki yüz adet olsa, bunlardan ya dört yaşında dön tane dişi deve yahut beş tane üç yaşında dişi deve vermek gere kir. Şafiilere göre, bu develerden dört tane dört yaşında deve vermek şart değildir. Ya onlar veya beş adet üç yaşında dişi deve vermek de gerekir. Çünkü iki yüz sayı- sinda dön elli yahut beş kırk vardır. Çünkü Ebu Davud ile diğer hadis kaynaklann da zikredilen bir hadis-i şerifte Resululah (a.s.)in şöyle yazdırdığı nakledilmiştir: “Develer iki yüz olunca, onlardan dört yaşında dört adet dişi deve, yahut bes ader üç yaşında dişi deve vermek gerekir. Bunlardan hangi yaştakiler bulunursa onlar alınır.” Eğer mal sahibi yanında bunlardan biri bulunursa o alınır. Eğer bulamazsa satin alma veya başka yollarla o iki türden dilediğini tahsil edebilir.

Eğer zekât memuru kişinin malında her iki türü de bulursa zekâta müstahak olan fakirler ve diğerleri için değeri veya başka yönlerden en faydalı hangisi ise onu alır. Eğer mal sahibi hile yaparak en faydalı olanlan gizler veya zekât memuru ih mål ederse en faydalı olandan başkası kafi gelmez. Eğer zekâtı veren kişi malını gizlemezse yahut zekât memurunun kusurda bulunmazsa verilen ile en faydalı olan arasında farklılık bulunmasına rağmen, alınan hayvan zekât yerine geçer. Ancak bu kişi, farzı tam olarak ödememiştir, dolayısıyla noksan kalan kısmını tamamlaması gerekir.

Farz Olan Vasıftaki Hayvan Bulunmadığında Aradaki Farkı Ödemek:

Bir kimsede farz olan yaştaki hayvan bulunmazsa mesela, iki yaşında dişi bir deve vermesi gerekirken mal sahibi yanında bu yaşta bir deve bulunmazsa, daha büyük yaşta bir hayvanı verir ve buna karşılık yaş farkı olarak verdiği kimseden iki koyun (2) yahut yimi dirhem geri alır (3) Bu Buhari’nin Enes (r.a.) yoluyla naklettiği Hz. Ebû Bekir (r.a.) mektubundaki hükme uygundur. Ya da farz olandan bir derece daha aşağı iner ve dilediği şekilde ya iki koyun yahut yirmi dirhem verir. Bu görüş Şafiflerle Hanbelflerin görüşüdür. ) Hanefîlere göre, mal sahibi böyle bir durumda ya farz olan miktarın kıymetini yahut farz olan yaştaki hayvandan daha düşük olan ile farkı verir yahut zekât memuru bu hayvandan daha büyük yaşta bir hayvanı alır ve fazlasını geri verir.

Mal sahibinin iki derece çıkmak ve fazlalığı almak hakkı vardır. Mesela, dört yaşında dişi bir deve yerine iki yaşında dişi bir deve vermek gibi. Ancak bu yönde yakın bir derecenin bulunmaması şarttır. İki yaşındaki dişi deveden dört yaşındaki dişi deveye çıkmaz yahut dört yaşındaki dişi deveden iki yaşındaki dişi deveye in
mez. Ancak üç yaşında dişi bir deve vermek mümkün olmazsa o takdirde bu yapıla bilir. Çünkü fazla olandan istiğna göstermek mümkündür. Fakihler, mal sahibinin farz olan yaş yerine o cinsten daha büyüğünü vermesinin caiz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu kişi vacip olan cinsinden fazla olarak vermiştir.

Sığırların Zekatı:

Daha önce de açıkladığımız üzere, sığırlann zekâtının farz oluşu sünnet ve ic ma ile sabit olmuştur. Sünnetten delil, Muaz hadisidir: “Hz. Peygamber (a.s.) Mu azt Yemen’e gönderdi ve kendisine her otuz sığırdan bir yaşında bir buzağı (erkek veya dişi), her kırk sığırdan iki yaşına girmiş bir sığır (müsinne) yahut buna denk maafir kumaşi” (1) zekât almasını emretti.”

İkinci delil, Ebu Zer hadisidir: “Deve, yahut sığır ve koyun sahibi bir kimse eğer bunların zekâtını ödemezse, kıyamet gününde bunlar olabildiğince büyük ve şişman olarak gelecekler, o mal sahibine boynuzları ile toslayacaklar ve çiğneye ceklerdir. Sonuncusu işini bitirince birincisi yeniden toslamaya ve çignemeye bas layacak, ta insanlar arasında hüküm verilinceye kadar.”

Otuz sığırdan azında zekât yoktur. Bunun dayandığı delil daha önce geçen Muaz hadisidir. Cumhura göre otlak hayvanı olmayan hayvanlardan zekât vermek yoktur. Malikilere göre develerde olduğu gibi, yem ile beslenen ve çalıştınlan hay vanlardan zekât vermek farzdır. Daha önce de söylediğimiz gibi, cumhurun görüşü tercih edilen görüştür. Çünkü hadiste şöyle buyurulmuştur. “Çalıştırılan hayvan lardan zekât vermek yoktur.”  Zekâtta, malın büyüme özelliğine itibar edilir. Ot lak hayvanı olan hayvanların dışındakilerde kår bakımından büyüme ve gelişme yoktur.

Fakihler Muaz hadisine dayanarak, sığır nisabının ilk sının ile mandalann ni sabının otuz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Otuz ile doksan dokuz sığır ara sında cmuhura göre iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı vemek gerekir. Bu da iki yaşına basmış erkek veya dişi sığırdır. Malikilere göre ise, iki yılını doldurup üçüncü yıla girmiş bir dana verilir. Bu da üzerinden yıl geçtikten sonra farz olur.

Yabani ile evcil hayvan çiftleşmesinden meydana gelmiş bile olsa, sığırlarla mandalarda Hanefîler zekâu farz kılmışlardır. Fakat bunun aksi böyle değildir. Yani daha önce de açıkladığımız üzere, yabani dişi sığır ile evcil boğadan meydana ge lenin hükmü böyle değildir. Çünkü hayvanlarda doğan yavru anasına tabidir.

Kırktan elli dokuza kadar müsinne (üç yaşında düve) vermek gerekir. Müsin ne, cumhura göre, iki yılını tamalayıp üçüncü yaşına giren hayvandır. Malikilere göre, üç yılını tamamlayıp dört yaşına girendir. Hanefiler bu nisapta erkek veya disi bir müsinne vermeyi caiz görmüşlerdir.

Sonra altmıştan başlayarak her otuz sığırda iki yaşında bir buzağı her kırk si- garda üç yaşına gimiş bir müsinne verirler. Altmış ile altmış dokuz arasında iki ya sında dişi yahut erkek iki buzağı; yetmiş ile yetmiş dokuz arasında üç yaşında bir müsinne ile iki yaşında bir buzağı vermek gerekir. Kırk tanesinden üç yaşında bir dana, otuz tanesinden iki yaşına basmış bir buzağı verilir. Seksen ile seksen dokuz arasında üç yaşında iki dana; doksan ile doksan dokuz arasında iki yaşında üç tane buzağı: yüz tanede iki yaşına basmış iki buzağı ile üç yaşında bir dana vermek gere kir. Bunun altmış tanesinden iki yaşına basmış iki dana; kırk tanesinden üç yaşında bir sığır vermek lazımdır. Bu şekilde her on sayı artukça zekat miktan iki yaşına gir miş buzağıdan üç yaşında bir danaya değişir. Dayandığı delil Muaz hadisidir.

Malikîlere göre, sığırlar yüz yirmiye ulaşınca zekât memuru üç yaşında üç da na ile iki yaşına basmış dört buzağı almak arasında serbesttir. Ancak bu muhayyer lik iki sınıf bir anda bulundukları zaman içindir. İkisinden sadece biri bulunduğu zaman ancak onu almak belirlenmiş olur.

Afvedilenler: İki farz arasında bulunan sayılar affedilmiştir. Ancak kırk ile altmış arasında Ebu Hanife’ye göre, fazlasında fazlası kadar zekât vermek gerekir. Bir tanesinde üç yaşında bir dananın kırk dörtte biri, iki tanede yimide biri, üç tane de üç yaşında bir dananın kırkta üçü, dört tanesinde onda biri verilmelidir.

İmam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed’e göre kırk ile altmış arasındaki fazla Inktan ötürü bir şey vermek gerekmez. Fetva bunların görüşüne göre olup muhtar olan da onlann görüşüdür. Altmış tanede iki yaşına basmış iki erkek yahut dişi bu zağı vermek gerekir. Manda ve sığırlann cins birliği sebebiyle eşit oldukları ve aynî hükme bağlı bulunduklan hususunda ihtilaf yoktur. Çünkü manda sığının bir türü dür.

Hayvanlar erkek dişi karışık bulunduğu zaman, erkek olandan zekât veril mez. Çünkü hayvanların dişisi daha üstündür. Süt verir ve neslin çoğalmasına se bep olur. Ancak sığır bu hükmün dışındadır. Çünkü daha önce geçen Muaz hadisin de bununla ilgili nas bulunmaktadır. Eğer nisabı teşkil eden hayvanların hepsi er kek olurlarsa deve, sığır yahut koyun gibi bütün türlerin zekâtı için erkek hayvan vermek yeterlidir. Çünkü zekat, yardımlaşmak için farz kılınmıştır, malında bulun mayandan zekat vermek kişiye teklif edilen

Koyunların (Ganem) Zekât: 

Ganem ifadesi, erkek ve dişi koyun ile keçiyi içine almaktadır. Ganem zekâu da yine sünnet ve icma ile sabittir. Sünnetten delil daha önce geçen Enes’ten rivayet edilmiş hadisteki ibaredir: “Koyunlar kırk ile yüz yirmi arasında oldukları zaman, otlak hayvanları iseler bunlardan bir koyun zekât vermek gerekir. Yüz yirmiden iki yüze kadar iki koyun iki yüzden üç yüze kadar üç koyun vermek gerekir. Üç yüzden fazla olunca her yüz koyunda bir koyun ilâve edilir.”

Kişinin sâime (otlayan) otlak koyunlan kırk koyundan bir noksan olursa, bun lardan ötürü zekât vermek gerekmez. Ancak sahibi dilerse verir. Zekâttan kaçınılmak için ayn ayn koyunlar birleştirilmez, toplu halde bulunan koyunlar da aynlmazlar.  Koyunlan karışık halde bulunan ortaklar eşit şekilde ödeşirler.  Çok yaşlı yahut kör hayvanlar veya tekeler zekât olarak verilmez. Ancak malın sahibi dilerse verir.

Buna binaen fakihler  yılın çoğunda meralarda otlayan koyunlar kırktan az olursa bunlardan zekât verilmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü koyun lar nisap miktarına ulaşmamaktadırlar. Cumhura göre, yem ile beslenen ve çalıştın lan hayvanlardan zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlar asli ihtiyaçtandırlar. Ma likilere göre yem ile beslenen hayvanlarla otlakta yayılanlar arasında zekâtın farz olması açısından bir fark yoktur.

Koyunlar kırk tane olup üzerlerinden bir yıl geçince yüz yimiye kadar bir ko yun vermek gerekir. Yüz yirmi birden iki yüze kadar iki koyun vermek gerekir.

İki yüz birden üç yüz doksan dokuza kadar üç koyun, dört yüzde dört koyun vermek gerekir. Sonra her yüz koyunda bir koyun vermek gerekir. Nisapta, zekâtun farz olmasında ve farz olan zekât miktarını ödemekte koyun ile keçiler eşittir. Cumhura göre, bunlardan ancak bir yaşını tamamlamış bir koyun yahut keçi alınır. Şafiler ise keçinin iki yaşını tamamlamış olmasını şart koşmuş lardır. Hanbeliler koyunlarda altı ayını tamamlamayı yeterli görmüşlerdir. Eğer mal sahibi kendiliğinden, altı aylıktan daha büyük bir keçiyi verirse bu da caizdir. Hanbelilerin dayandıklan delil, Imam Malik’in Süveyd b. Gafle’den rivayet ettiği şu hadistir: “Resulullah (a.s.)’in zekât memuru bize geldi ve “Koyundan altı aylık, keçiden bir yaşında olanını zekåt olarak almamızı bize emrolundu” dedi. İbrahim el-Harbi şöyle demiştir: Koyundan altı aylık olanın yeterli olmasının sebebi, koyu nun altı aylık iken keçinin ise ancak bir yaşında döllendirilebilmesidir.

Alimler her yıl iki farz arasındaki sayılann affedildiği ve bunlardan zekât ver mek gerekmediği hususunda ittifak etmişlerdir.

Şafiilerde esah olan görüşe göre, keçilerden zekât olarak koyun vermek ko yunlardan keçi olarak vermek Ancak bunu yaparken kıymetine itibar etmek şartı vardır. Mesela bir yaşındaki keçinin kıymetinin altı aylık koyun kıymetine denk gelmesi gibi. Çünkü bunlar cins bakımından birdirler.

Hanbeliler, yine tam bir yılını doldurmuş olan keçinin altı aylık koyun yerine verilebileceğini caiz görmüşlerdir. Bunun gibi, altı ay ve daha fazla yaştaki koyunun bir yaşında keçinin yerine verilmesi caizdir. Bunlardan birinin diğeri yerine kıymet itibarıyla verilmesi istenemez. Çünkü böyle bir uygulama gelmemiştir.

At, Katır ve Eşeklerin Zekâtı:

İcmâ ile katır ve eşeklerden zekât vermek gerekmez. Ancak ticaret için bulun durulursa bu müstesnadır. O takdirde bunlar ticarî mallara dönüşmüş olurlar. Eğer atlar ticaret için olursa, onlardan da zekât vermek gerekir. Bunda da her hangi bir ihtilaf yoktur.

Ticari olmayan atlara gelince: (1) Ebu Hanife’ye göre, erkek yahut dişi atlar ot laklarda yetiştirilir yahut sadece dişi olur da süt ve nesil clde etmek için bulunduru lurlarsa bunlardan zekât vermek farzdır. Bu atların sahibi zekât verme şeklinde ser besttir. Dilerse her bir at için bir dinar verir, dilerse atlann değerini hesaplayarak ti caret malında olduğu gibi her iki yüz dirhemden beş dirhem zekât verir. Olaklarda yetiştirilen yalnız erkek atlara gelince: Sünnette bunlarla ilgili rivayet bulunmadığı için, bunlardan zekât vermek farz değildir.

Ebu Hanife’nin dayandığı delil, Cabir hadisidir: “Saime (otlaklarda yetiştiri len) her ttan bir dinar yahut on dirhem zekất vermek gerekir.” 2) Rivayet edildiği ne göre, Ömer b. el-Hattab Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’a atların zekâtı konusunda şöy le yazmıştır. “Atların sahibini muhayyer bırak. Dilerlerse her bir attan bir dinar zekât öderler, dilerlerse kıymetini hesaplayarak her iki yüz dirhemden beş dirhem
zekât al.” (1) Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed’e göre, atlardan zekât veril. mez. Katır ve eşeklerden de zekât verilmez. Ancak bunlar ticaret için bulundurulur larsa o takdirde zekât vermek gerekir. Fetva verilen görüş de bu görüştür. Bu görüş diğer müçtehitlerin görüşlerine de uygundur. (2) Dayandıklan delil: “Müslümana kölesinden ve atlarından dolayı zekât yoktur.” (3) hadisidir. Ebu Hureyre demiştir ki: “Resulullah (a.s.)’a eşeklerin zekâtından sorulunca şöyle buyurdu: “Bu konuda sadece şu ayet bana gelmiştir: “Zerre kadar hayır işleyen karşılığını görür, zerre kadar kötülük işleyen de karşılığını görür.” (4) Hz. Ali şu hadisi rivayet etmiştir “Atlarla kölelerin zekâtını sizden affettim.” (5) Hz. Ömer ise halktan teberru olarak o miktan almıştır. Verenler de ondan bunu almasını istemişler, Hz. Ömer de onlara bu verdiklerine karşılık kölelerinin nzkını temin etmeyi üstlenmiştir. Bu görüş sag. lam olan görüştür. Bundan anlaşılıyor ki, İslâmda atlar, katırlar ve eşeklerden zekât yoktur.

Ortak Olan Hayvanlarla Diğer Malların Zekatı:

Hanefilere göre: Mallann kanışık halde bulunmasının zekâtın farz olmasına tesiri yoktur. Çünkü herkesin mülkü nisabın altındadır. Ortak olmadığı zaman nasıl zekâta tabi değillerse, ortaklık durumunda da zekâta tabi değillerdir. Ortakların sahip olduğu hayvanlar nisaba ulaşmış olur da her biri kırk koyuna sahip olursa, ortaklardan her birine bir koyun vermek farz olur. Bunun dayandığı delil şu hadis-i şeriftir: “Kırk koyundan bir koyun vermek gerekir.”

Cumhura göre : Hayvanlardaki ortaklığın zekâtta tesiri vardır. Ortaklar tek bir kişi gibi zekâta tabi kılınırlar. Ancak Malikfler şöyle demişlerdir: Ortak olan iki kişinin hisselerinin toplamı nisaba ulaşıyorsa bu ortaklara zekât yoktur. Zekât ortaklardan her birinin hissesi nisap miktarına ulaştığı zaman verilir. Cumhurun görüşlerinin tafsilatı aşağıdaki şekildedir:

Malikilere göre: (6) Tek bir türden hayvanlarda ortaklığı olanların hükmü, zekât bakımından tek bir mal sahibinin hükmü gibidir. Meselâ, üç ortağın hepsinin kırkar koyunu bulunsa, bir tek koyun vermeleri gerekir. Her biri bir koyunun üçte birini öder. Ortaklık burada tesirini göstermiş olup hafiflik getirmiştir. Ayn olsalardı her birinin bir koyun vermesi gerekirdi. Bazen ortaklık yükü ağırlaştırmaya da sebep olabilir. Mesela, ortaklardan birinin yüz koyunu, diğerinin
yüz bir koyunu olsa, ikisinin üç koyun ödemeleri gerekir. Eğer aralarında ortaklık bulunmasaydı her birinin bir koyun ödemesi gerekecekti. Ortaklık, üçüncü bir ko yunu vermeyi gerektirdi. Zekât icab edecek korkusu ile toplu halde bulunan koyun lar aynlmazlar, ayn ayn olan hayvanlar da birleştirilmezler.

Ortaklardan her birinin sahip olduğu koyunun miktarı kendi başına nisap mik tanna ulaşmadıkça ortaklık zekâta tesir etmez. Eğer iki hissenin tamamı nisap mik- tanna ulaşıyorsa ikisine de zekât vermek gerekmez. Eğer iki hissenin tamamından nisap tamamlanmıyorsa bunlardan icma ile zekât vermek gerekmez. Eğer mal sa hiplerinden birinin nisap miktan malı, diğerinin nisaptan az bir malı bulunursa, sa dece nisap miktarına sahip olan kişi zekât verir, diğeri zekât vermez.

Zekât vermeyi gerekli kılacak ortaklıkta şu dört şart bulunur:

1- Ortaklıkta zekâttan kaçma gayesi bulunmamalıdır.

2- Ortaklardan her birinin hayvanlan koyun ve keçide olduğu gibi, birbirine ilâve edilebilecek aynı tür mallardan olmalıdır.

3- Ortaklardan her biri şer’an zekât vermekle muhatap olmalıdır. Yani hür, Müslüman, nisaba malik ve malın üzerinden bir yıl geçmiş olmalıdır. Eğer ortaklar dan biri sadece zekât mükellefi ise diğeri de meselâ kâfir ise sadece kendisinde şart- lann tam olarak bulunduğu birinciye zekât vermek farzdır. Eğer iki ortaktan birinin hayvanlan üzerinden bir yıl geçip diğeri üzerinden geçmemişse diğeri tek başına zekâtnı öder.

4- Ortaklık çobanda, koçta, otlakta, sulamada, gecelemede velhasıl bütün masraflarda tam olmalıdır. Yani çobanlarının bir tane veya bir kaç tane olması ve tek elden güdülmeleri yahut çobana ihtiyaç olmazsa sahiplerinin yardımlaşmları yahut sürünün döllenmesinin ortakların izni ile tek bir teke veya koçla yapılması, hepsinin kendilerine ait tek bir yerde sulanması yahut birinin malı olan suya diğeri nin engel olmaması, beraber otlatılması, beraber gecelemesi gerekir. Ancak otlak- lar yahut geceleme yerleri bir kaç tane olursa, ihtiyaç duyulması şartıyla bunun zararı yoktur.

Şafif ve Hanbelilere göre: (1) Ortaklık ya hayvanlarda yahut diğer mallarda

a) Hayvanlar dışındakı mallarda ortaklık: Nakit, hububat meyveler ve ticari eşya gibi mallarda Hanbelilere göre ortaklığın zekât bakımından bir tesiri yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Zekât korkusu ile ayrı ayrı bulu nan hayvanlar birleştirilmez.” Çünkü hayvanlarda ortaklık yapılır ve bunda bazen fayda bazen de zarar bulunur. Fakat hayvanlar dışındaki ortaklıklarda mal sahiple
rine zarardan başka bir şey düşünülmez. Çünkü bunlarda zekât nisaptan fazlasında hesaba göredir. Bunlan birleştirmenin her hangi bir tesiri olmaz. Yani nisap mikta rina ulaştıktan sonra hiç bir şey affedilmez. Buna göre, ortaklardan hissesine zekât düşenin her birinden yalnız başına zekât alınır.

İmam Şafiinin yeni mezhebine göre, ortaklığın hayvanlar dışında tesiri var dır. Çünkü daha önce geçen hadis umumidir: “Zekât korkusu ile ayrı ayrı bulunan mallar birleştirilmez, birleştirilmiş olan mallar da ayrılmaz.” Ayrıca bunlar da mal olup zekât vermek farzdır, dolayısıyla zekât vermek farz olan hayvanlarda ol duğu gibi, ortaklığın burada da tesiri vardır. Bununla beraber, iki mal külfet bakı mindan tek mal gibidir. Meselâ, depolama, bekçi ve benzeri konularda hayvanlar tek mal gibidirler. Dolayısıyla depolan, tartılmalan, satıcıları bir olursa külfeti ha fif olur.

Özet olarak Hanbeliler şu görüştedirler: Hayvanlar dışındaki mallarda ortak lann ortaklıkta bir menfaatleri yoktur. Şafiilere göre, menfaati çoktur, iki mal tek mal gibi zekâta tabi olur.

b) Hayvanlardaki ortaklık: Mesela, zekât vermekle sorumlu bulunan hayvan sahibi iki kişi ortak olsalar, Şafii ve Hanbelilere göre, bu ortaklığın zekâtın farz ol masında yahut düşmesinde, fazla veya hafif olmasında tesiri vardır. Dolayısıyla tek bir mal gibi olur. Daha önce şu hadis geçmiştir: “Zekât korkusu ile ayrı ayrı olan mallar birleştirilmez, birleştirilmiş olan mallar ayrılmaz.” Malin sahibi zekâtın farz olma, yahut çok olması korkusuyla malları birleştirmekten veya ayırmaktan yasaklanmıştır. Zekât memurlan da az olur yahut zekât düşer korkusuyla malları birleştirme veya ayırmaktan yasaklanmıştır.

Caiz olan ve zekâtın farz olmasında tesiri olan ortaklık iki türlüdür: Şuyu ya hut ayan ortaklığı, yakınlık yahut vasıf ortaklığı.

Şuyu yahut ayan ortaklığı: Zekât vermekle sorumlu bulunan iki kimsenin bir cinsten bir hayvana miras, satın alma, hibe gibi bir yol ile sahip olması ve bu hay vanların nisap miktarına ulaşmış bulunması yahut nisaptan daha az olması, sadece birinin nisap miktan veya daha fazla malının bulunması ve bu durumda ortaklıkla ninin devam etmesidir. Yahut hayvanlar iki kişi arasında ortak olup her birinin bun larda müşterek hissesi bulunur.

Yakınlık ve vasıf ortaklığı: Ortaklardan her birinin malının ayrılmış olması, bunlan konuşmaları ve zikredeceğimiz vasıflarda ortaklık kurmalandır. Bunlar ister hisse bakımından eşit olsunlar, istek farklı olsunlar, hüküm değişmez. Mesela, birinin bir koyunu, diğerinin otuz dokuz koyunu olur yahut kırk kişiye ait kırk tane koyun bulunur ve her birinin bir hissesi olur.

Şafif ve Hanbelilere göre, ortaklıktan önce her birinin hissesinin nisap miktar olması şart değildir. Fakat Malikiler bu görüşte değildir. Ortaklığa niyet etmeleri de şart değildir. Çünkü ortakların ortaklığı masrafın azlığı, durdukları yer itibarıyla olup kasit olup olmaması bakımından değişmez. Yani bu hayvanların karıştırılma Si sebebiyle, ortaklıktan kasdedilen menfaat onsuz da olabilir. Aynı zamanda niye tin ortaklıkta tesiri olmadığı gibi hükmünde de tesiri yoktur. Bazı işlerde birlik ya pılmasının sebebi iki malın tek bir mal gibi bir araya getirilmesiyle zekat veren kim se için masrafin azaltılmasıdır.

Bu ortaklık, her iki çeşidi ile zekâtta hafifletme, yahut ağırlaştırma ifade eder. Mesela, seksen koyunda ortak olmak hafiflik, kırk koyunda ortak olmak ağırlık ifa de eder. Yahut mal sahiplerinden birine hafiflik, diğerine ağırlık getirir. Mesela, altmış koyunda ortak olan iki kişiden birinin üçte ikisine, diğerinin üçte birine sahip olması gibi. Bazen de ne hafiflik, ne de ağırlık ifade eder. Meselâ iki yüz koyunda ortak olmak gibi.

Bir kişinin malından zekât vermek farz olduğu gibi, ortaklık malından da bazı şartlarla zekât vermek farzdır. Bu şartlar da şunlardır:

1- Ortaklann ikisine de zekâtın farz olması. Bilinmektedir ki, zekât ancak hür, Müslüman, mülkiyeti tam olan kimselere farzdır.

2- Katışık olan malın nisap miktarına ulaşmış bulunması: Nisap miktarına ulaşmayan mallardan zekât vermek farz değildir.

3- Malların üzerinden bir yıl zaman geçmiş olması: Eğer bütün ortak mallar üzerinden bir yıl geçmemişse, herkes kendi başına üzerinden yıl geçmiş bulunan malının zekâtını öder. Meselâ, bir kimsenin kırk tane koyunu bulunsa ve üzerinden bir yıl geçtikten sonra bunların bir kısmını ortak olarak satsa satmadıklarından yıl hükmü kesilir. Satışın gerçekleştiği andan itibaren yeni bir yıl başlatılır.

4- Altı vasıf bakımından birinin malının diğerinden aynlmaması: Bu vasıflar şunlardır: Olarak, geceleme, su içme yeri sağma yeri, dölleme ve çoban. Çünkü her birinin malı yukanda zikredilen vasıflardan bir şey yönünden diğerinden ayrılırsa tek bir mal gibi kabul edilemezler. Ortaklıktan malları birbirine karıştırmaktan maksat, masrafin az olması için iki malın tek bir mal gibi olmasıdır. Birbirinden ke sin olarak ayrı olmamak şartıyla, çobanların bir kaç tane olması caizdir.

Bu şartların delili yukarda geçen hadistir: “Zekât korkusuyla ayn olanlar top lann toplu olanlar da ayrılmaz. Katışık olanlar eşit olarak aralarında hallederler. Çünkü iki mal masraf bakımından tek mal gibi olmuştur, zekâtının da tek mal gibi olması lazımdır. Şu hadis de bunu desteklemektedir: “Koç, otlak ve havuzda birle senler ortaktırlar.” . Burada üç vasfı saymış, diğerlerine de dikkat çekmiştir.

Zekât Memuru Müşterek Mallardan Nasıl Zekât Alır?

Esah olan görüşe göre Şafifler, Imam Ahmed’in sözünün zahirine göre Hanbe liler ) söyle demektedirler: Zekât memuru farz olan zekât miktarını istediği ortağın malından alır. O ortağın malını tercih etmeye ihtiyaç olsun veya olmasın, farket mez. Alınacak zekât aynî olan tek bir mal olsa ve bu da ancak mallardan birinden alınabilse o durumda bunu almak bir ihtiyaçtır. Farz olan miktarın her iki malda bu lunması durumunda ise birini tercihe ihtiyaç yok demektir. Ortaklık sebebiyle her iki mal zekât icab etmesi bakımından tek bir mal gibi olduğundan zekâun her ikisin den alınması mümkündür.

Bunun delili Rasulullah (s.a.v.)’ın: “zekât korkusuyla ayrı mallar birleştirile mez, birleşik mallar ayrılamaz.” hadisidir. Burada iki türlü korku bulunmaktadır: Mal sahibinin fazla zekât vermekten korkması, zekât memurunun, zekâtin eksik ol masından korkması. Mal sahipleri her birinden bir koyun zekât verilmesi icap eden aynı ayn haldeki mallanni zekât miktan azalsın diye birleştiremeyecekleri gibi bir likte bulunması sebebiyle zekât nisabına ulaşan malların zekât düşmemesi için ayımalan da câiz değildir. Aynı şekilde zekât memuru da zekât çoğalsın diye or taklanın mallannı ayıramaz, ayn haldeki mallarını da zekât icâp etsin diye birleştiremez.

Zekât memuru farz olan miktan ortaklann birinin malından aldığı zaman o kimse diğer ortağa zekâttaki payı kadarını almak için müracaat eder. Bu Malikflerin de görüşüdür. Delili yukanda geçen şu hadistir: “Ortak olan mallardan zekât ve rildiginde paya göre ortaklar kendi aralarında anlaşırlar.” Birinin payı üçte bir, di gerininki üçte iki olsa, zekâtda payı üçte bir olanın malından alınsa o kimse verilen miktarın üçte birini geri almak için ortağına müracaat eder.

Ortaklar ihtilaf eder ve delil de bulunmazsa o takdirde müracaat edilen kimse nin sözü muteber olur. Çünkü borçlu olan odur, itibar etmek gerekli olan söz onun sözüdür. Bu, gåsip kimsenin gasbettiği mal telef olduktan sonra onun değerini tes bit etme hususunda mal sahibi ile ihtilara düşmesine benzemektedir.

Zekât memuru tevilsiz olarak farz olan miktardan fazla zekât almışsa, mesela bir koyun yerine koyun veya hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve) yerine cezea (beş yaşına girmiş dişi deve) aldıysa, kendisinden bunlar alınan kimse, diğer ortağı na fazlalık için değil sadece onun hissesine düşen miktanni almak için müracaat edebilir. Çünkü bu memur tarafından kendisine yapılmış bir zulümdür, hakkını al mak için zâlime müracaat etmesi lazımdır.

Eğer memur caiz olan bir tevil ve yolla mesela hasta olan hayvanlardan sağ-
lam olanını, küçük olanlardan da büyüğünü almak gibi icap edenden daha fazlasını zekât olarak almışsa, kendisinden alınanın yarısını ödemesi için ortağına müracaat eder. Bu o sultanın bir ictihadıdır, o ictihadla bunun yaptığı nakzedilmez, bozul maz. Memur, farz olan miktann kıymetini alsa da, ictihada dayanarak aldığı için yan miktanni ödemesi için ortağına müracaat eder.

Hayvanların Zekâtına Dair Değişik Meseleler.

1- Zekatın malın kendisinden mi verilmesi vaciptir, yoksa zimmette bulunan bir borç mudur?

Fakihlerin bu hususta iki görüşü vardır:

a) Hanefiler, Malikiler ve mezheb-i cedidinde Şafiilere göre: Zekâtta malın aynının kendisinin bulunması durumunda icap eder, zimmette kalmaz. Zekât vacip olduktan sonra, Hanefilerce esah olan kavle göre zekât memurunun engellenme sinden sonra da olsa mal helâk olsa o maldan zekât düşer. Çünkü bu zekât mala bag li bir haktır, onun düşmesiyle düşer, kâr ortağının hakkı gibi malın kendisine bağli dir. Malın bir kısmı helak olsa, zekattan da onun hissesi kadan düşer.

Ama malı kişinin kendi istihlâk etmesi ve tüketmesi neticesinde zekât düş mez. Bu halde farz olduktan sonra emanet yerinde sayılır. Emanetin sahibi onu is tihlak ederse zekâtı öder.

Hanbelilere göre: Sene tamam olunca zekât farz olur. Mal, sahibinin ihmali bulunsun bulunmasın telef olsa da yılı tamam olup zekâu ödenmeyen malın geçmi şe ait bu zekâtlarının verilmesi farzdır.

Şafiiler, zekâtun zimmete değil malın aynına, kendisine bağlı olduğu kaidesin den şöyle bir mesel çıkarmışlardır: Mal sahibi zekât farz olduktan sonra o malı sat sa, ister o mal hurma olsun, isterse hububat, hayvanat, nakit veya başka bir şey ol sun alışveriş zekât farz olan miktarında bâtıl olur. Farz olan miktar miskinlere aittir, onların izni olmaksızın satılamaz. Çünkü o kısımda onlar da ortaktır.

Hanefi ve Hanbeliler zekât malının satışını, satan zekât miktan kadarını taz min etmek şartıyla câiz görmüşlerdir.

2- Zekâtta malın kıymetini ödemek:

Hanefiler 2), zekâtta farz olan miktann ya şekil ve mana, ya da sadece mani yönünden nisabın bir parçası olduğu kaidesinden hareket ederek diyorlar ki: Zekat la kıymet ödemek caizdir. Keza öşür, haraç, fitre, adak, âzât etme dışındaki keffåretlerde de hüküm böyledir, Kıymetin tesbitinde muteber olan Imam Ebu Hanffe’ye göre zekâtn farz olduğu gün, Imameyn’e göre ödeme günüdür. Saime (otlayan) hayvanlarda ise ittifakla ödeme günüdür. Kıymet malın bulunduğu belde ye göre, sahra ve kırlarda oraya en yakın yere göre tesbit edilir. Çünkü farz olan miktar, mana itibariyle maliyet demek olan nisabın bir parçasını ödemektir. Kıy- metini ödemek mal olması itibariyle nisaptan bir parçayı ödemeye benzer. Böyle yapılmasında aynca zekât veren için kolaylık bulunmaktadır. Fakir de malda ihti yacına göre istediği gibi tasarruf edebilir.

Rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.v.) zekât develeri arasında büyük hörgüçlü bir deve gömüş zekât memuruna kızarak: -Ben size insanların en iyi mal lanny almayı yasaklamadım mı? buyurmuş, (1) memur da: “Zekât develerinden iki deve bedeli olarak bunu almıştım.” (başka bir rivayette: “iki deve ile değiştirdim)” deyince sükût etmiştir. (2) İki deve karşılığında bir deve almak kıymeti itibariyle olur.

Cumhura göre: (3) Zekâtta kıymet vermek kifayet etmez. Çünkü hak allah Tealâ’nındır, bunu nass ile beyan etmiştir, başka bir şekle nakletmek caiz değildir. Bu kurban meselesine benzer. Kurban hayvanlara bağlıdır, başka bir şekle nakle dilmesi câiz değildir. Diğer bir tabirle zekât Allah Teâlâ için yapılan bir ibadettir. O şekilde olan ibadetlerde takip edilmesi gereken yol o husustaki emre uymaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Kırk koyunda bir koyun, iki yüz dirhemde beş dirhem vemek lâzımdır.” (4) Bu hadis, “Zekâtı verin.” âyetindeki icmali emri açıklamak için varid olmuştur. O halde zikredilen koyun kelimesi em rolunan zekâtın şeklini göstermektedir.

Şafiilere göre: Zekâtta kıymeti almak ancak şu beş meselede caizdir: Ticari malların zekâunda, eksikleri tamamlamakta (devede farz olan vasıfta hayvan bu lunmadığı zaman iki koyun ve yirmi dirhem), devenin zekatında yirmibeşten aşağı sayılarda zekât olarak koyun vermek durumunda (bilmek lazımdır ki zekât olarak koyun verilmesi kıymetini ödemek mânâsına gelmektedir.), en iyisi ile başka biri arasındaki farkı nakit olarak yahut en iyinin bir cüzü ile ödeme durumunda (mesela zekât memuru ihmali bulunmaksızın kendi ictihadı ile ve mal sahibinin hilesi ol maksızın farz yerine geçecek iki miktar bir arada bulununca en iyi olmayanı seçer se), bir de muaccel olarak aldığı zekâta ihtiyacı kalmayan zekât almaya lâyık olan kişiden Imam’ın bedel olarak aldığı nakit parayı muhtaçlara vermesi durumunda. Çünkü beytül-malden gelecek seneye mahsûben lüzümu durumunda zekât verile bilir. Ancak zekât alan kişi o süreden önce müstesna hale gelirse zekâti duruyorsa
aynen, yoksa kıymetini beytül-male iade eder.

Hanefilerin görüşü bu hususta tercihe şâyândır. Çünkü zekâttaki gaye fakirin ihtiyacını gidermektir. Bu da zekâtı verilen malın bir cüzünü vermekle olduğu gibi kıymetini ödemekle de sağlanır. Zamanımızda da fakirler daha çok kıymetin veril mesini isterler. Zekâtın kıymetini vermekte kolaylık ve hesapları kolayca tutma yönleri daha çoktur.

3- Aynı cins malların türlerini birbirine ilave etmek:

flim ehli arasında zekâtun icap etmesi bakımından böyle yapılacağı hususunda bir ihtilaf yoktur. (1) Keçi koyuna, manda sığıra, buhte (arap ve acem develerinden doğan deve türü) arap devesine ilave edilebilir.

Cumhura göre: Zekât veren hangi türden isterse ondan zekâtı çıkanp verebi lir. Mesela farz olan miktar birinde bulunması yahut iki türden birinin farz olan miktan icap ettirmemesi durumlanndaki gibi ister buna ihtiyaç olsun ister olmasın. Meselâ iki türden herbirinde tam bir farz miktarı bulunması gibi. Çünkü bu türler tek bir cinstir. İstediğinden zekâtı çıkarıp vermesi caizdir. Yirmi koyun ve yirmi ke çi bulunsa, bunlardan kıymeti yarım koyun ve yarım keçi tutan bir tanesini zekât olarak verir.

Şafiilere göre: Hayvanların türü bir ise meselâ develerin hepsi tek bir sıfatta veya sığırlann hepsi manda ise zekât onlardan çıkanlıp verilir. Esah olan kavle göre keçi yerine koyun veya koyun yerine keçi, kıymeti gözönünde bulundurulmak şar tiyle zekât olarak alınabilir. Keçi ve koyun olması gibi türler farklı ise azhar olan kavle göre sahibi kıymetleri nisbetinde istediğinden zekâtı öder. Meselâ otuz keçi ve on koyun bulunsa zekât memuru bir keçi veya dörtte üç keçi, dörtte bir koyun kıymetinde bir koyun alır. Aldığı keçi ise kıymeti dörtte üç koyun, dörtte bir keçi kadar olur. Aslında bu şekilde Şafiiler de diğer mezheplere uymaktadırlar. Sadece koyun ve keçi arasındaki kıymete riâyet hususu farklılık göstermektedir.

4- Yavruların zekât hususunda asıla, anaya tâbi olması:

Dört mezhebin imamları (2) hayvanların yavrulannin zekât için bir yıl geçme bakımından analanına tabi olduğunda ittifak etmişlerdir. Doğup da aslî nisap yılının tamamlanmasından velev bir an bile olsun önce anasından aynlan yavru yılı ta mamlamış sayılır ve anasıyla birlikte zekâtı verilir. Hz. Ömer (r.a.) zekât memuru na şöyle demiştir: “Çobanın önünde otlamaya giden sahle’yi (seneyi doldurmamış oğlak veya kuzu) de hesaba kat, fakat zekât olarak alma.” (3). Zaten gene, meydan:
gelen nema (üreme)nini tamamlanması için şart kılınmıştır. Yavrunun kendisi ne- madır. Ticaret mallannda olduğu gibi asla, anasına ilave edilmesi icap eder.

Buna göre bir kimsenin yüz yirmi koyunu olsa, sene dolmadan kısa bir süre önce bunlardan birisi kuzulasa, diğer bütün koyunlar da duruyorsa o kimsenin iki koyun zekât vermesi lâzımdır. Fakat yavru anasından nisap yılı dolduktan sonra ayrılsa veya yılın dolmasına

yakın bir zamanda doğum olsa mesela ceninin yansı yıl içinde, yanısı da velev bir lahza olsun yıl dolduktan sonra anasından ayrılsa anasının zekât yılı yavrusu için geçerli olmaz, artık yavru gelecek yılın hesabına dahil olur.

Yavruların Zekâtı:

Imam Ebu Hanife ile Imam Muhammed’e göre aralarında bir tane bile büyük yoksa deve, sığır ve koyun yavrularından zekât icap etmez. Eğer o en iyi cins değil se o bir tanenin, yoksa orta bir hayvanın zekât olarak verilmesi lazımdır. Buna göre hayvanlann emsallerinde zekât olarak verilebilecek bir yaş (bir sene) ulaşması şart tur. Hepsinin veya bazısının büyük olması lazımdır. Çünkü farz miktan hayvanlann yaşlarına göre değişmektedir. Yaşın noksan olması zekâta adet gibi tesir etmektedir.

Diğer imamlar yavrularda da zekâtın farz olduğu görüşündedirler. Çünkü yavrular da diğerlerinin arasında anneler gibi hisaba dâhil edilmektedir. Zekât ya şın tersine adede göre çoğalmaktadır.

5- Yıl esnasındaki fazlalıklar:

Cumhura göre (1) nisap miktarı mali olan bir kimse, yıl esnasında alışveriş

hibe, sadaka yoluyla o malı artursa fazlalığı da nisaba ilave eder ve beraberce zekâti- ni verir. Ticaret mallannın kân, sâime hayvanlann yavrulan böyledir. Bunlarn yı- li, asıllarının yılı gibi sayılır. Çünkü aynı cinse tâbidirler. Ticaret mallanrun kiyme tinin artması gibi bitişik nema hükmündedir. Eğer artan şey aynı cinsten değilse itti fakla asıl olan mala ilave edilmez. Şafiilere göre: ) Alışveriş, hibe, miras, vasiyet gibi yollarla malik olunan şey yıl bakımından yanındaki diğer mallara ilave edilmez. Onun için yeni bir yıl başlatulır. Bu üreme manasında olan bir artuş değildir. Çünkü delile göre sene dolması şarttır. Yukarda geçen Hz. Ömer (r.a.)’in sözüne binâen üreyen kısım istisna edilmiştir, onun dışındaki kısım aslı üzere kalır. Sonra yavrular ve üreyen kısım mülkivet yönünden tabi durumdadır. Asıla malik olmak sebebiyle onlara malik olunmuştur. Yıl esnasında meydana gelen fazlalık gibi değildir.

Bu görüş farkından şöyle meseleler ortaya çıkar: Bir kimsenin nisap miktarı malı olsa, meselâ beş deve, otuz sığır, kırk deve gibi bir mali bulunsa hibe, sadaka, vakıftan kendisine düşen bir hak, alacak, başka bir nisap miktarı alışveriş gibi yol lardan biri ile malında artış meydana gelse cumhura göre bunlar önceden bulunan mala ilave eder ve beraberce zekâtlarını öder. Mesela bir koyun vermesi gerekirken iki koyun, bir buzağı yerine iki buzağı vermesi icap eder.

Yine bunun gibi bir kimse senenin başında nisap miktar bir nakit paraya sahip olsa, sonra aldığı aylıklardan bir kısmını biriktirse, bunları da yıl sonunda elindeki lere ilave ederek beraberce zekâtını vermelidir.

Şafiilere göre ise sonradan meydana gelen ilaveler zekât yılı ayrıca hesapla-

6- Vakas (affedilen kısımlar)ın zekât:

Vakas, hayvanlarda iki nisap miktarı arasında kalan adedlere denir. Beş deve ile on deve arasında kalan altı, dokuz gibi.

Bütün mezheplere göre (1) bu vakaslarda zikât yoktur, bunlar affedilmiştir. Zekât şer’an belirtilmiş miktarlar üzerinden verilir. Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Iki nisap miktarı arasında kalan adedlerde zekât yoktur.”  buyurmuştur. Çünkü o ki sim nisaptan eksik olan bir maldır. Ona yeni bir nisap miktan taalluk etmektedir. O miktar gerçekleşmeden önce zekât farz olmaz, fik nisaptan noksan olması durumunda hüküm nasılsa bunda da aynı olur.

Nisaptan aşağısı ve diğer bir nisap miktarına kadar olan yukansı affedilmiştir. Affedilen bu kısımdan bazısı helak olsa, esas nisap miktarı duruyorsa, zekât duru yor demektir. Meselâ bir kimsenin dokuz devesi veya yüz yirmi koyunu bulunsa, yıl geçtikten sonra dört deve veya seksen koyun ölse bu sebepten zekât düşmez, kalan beş deve veya kırk koyunun zekâtının verilmesi icap eder.

Zekât Memurunun Alacağı Malların Vasfı:

Sai, amil yahut musaddık terimleri ile ifade edilen zekât memuru hakim tara findan zekât ve vergileri toplamak için görevlendirilen kişidir.

Eğer zekât verecek kişinin sahip olduğu mallar ve hayvanlar arasında iyi cins, kötü cins, (keraim ve liâm) ) şişman, zayıf, sağlam, hasta, büyük, küçük türder mallar varsa bu iki tür mal arasında kıymet itibarıyla vasat olanını vermesi farz olur.
Bunun sebebi ikisi arasında normal bir ölçü ile adaleti sağlamaktır. Bu vasat ölçü, Hanefilere göre, en üst değerde olanın bir aşağısı, en aşağı değerdeki malın bir üstu- dür. Mallann en iyisinden ve en kötüsünden seçilmez. Bunun gibi, hayvanların yavrulanndan da alınmaz. Eğer hayvanlann hepsi iyi cinsten olursa Hanefflere gö- re, (1) iyi bir hayvan alınır. Çünkü daha önce de geçen Muaz hadisinde Hz. Peygam- ber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “insanların mallarının en iyisini almaktan sakının.” Yine bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Allah teala, sizden bu malların en iyisini ver menizi istemiyor, kötüsünü vermenizi de emretmiyor.” 2) Aynı zamanda zekâtın te meli, insanların haklannı gözetmektir. Hasta olan hayvanlar arasından sağlam ola nini almak insanların haklarını gözetme ilkesini ihlal etmektir. Bunda mal sahibi ile zekâta müstahak olanlan gözetmek lâzımdır. Fakihler bu prensibe dayalı olarak bir çok mesele ortaya koymuşlardır:

Haneflere göre: (3) Zekat memurunun malın en iyisini almaya hakkı olmadi ği gibi kötüsünü de alamaz. Mal sahibinin rızası ile değerini tayin etme suretiyle olursa alabilir. Bunun gibi yeni doğurmuş hayvanlar, gibi hayvanlar ve beslenmek için bulundurulan hayvanlar da alınmaz.

Nisap ister bir türden olsun, ister keçi ile koyun, inek ile manda irab ile buht cinsinden develerde olduğu gibi, değişik türlerden olsun, zekât memuru bunlann vasat olanından zekât alır. Vasat, en yüksek değerlisinden bir aşağıda, en aşağı de gerdekinden bir derece yüksek kıymette olandır. Develerin zekâtında erkek olanlar alınmaz, dolayısıyla develerde farz olan zekâtta kendi cinsinden dişi olanı almak belirlenmiştir. Bunlar da iki, üç, dört ve beş yaşına basmış dişi develerdir. Bu develerden iki, üç dört ve beş yaşında erkek deve almak caiz değildir. Ancak dişi develere göre kıymeti hesaplanarak alınabilir. Çünkü nas ile farz olan zekât dişi develerdir. Hanefilere göre, bu farz olan miktann kıymetini ödemek caizdir.

Sığırlara gelince: Bunların erkeğini de dişisini de zekât olarak verek caizdir. Çünkü daha önce de geçtiği üzere, bu konuda nas gelmiştir.

Hayvanlann küçük olanlar ile sadece erkek olanlarından zekât vermek gerek mez. Küçük büyük kanşık durumda bulunursa biri diğeri yerine sayılır. Dolayısıyla üç yaşındaki büyüklerde farz olan zekât onlarda da farz olur ve büyüklerle beraber hesap edilir,

Zekât memuru mal sahibinin malları arasında zekât miktanna denk gelecek yaşta bir hayvan bulamazsa daha yüksek değerdekini alır ve fazlasının değerini geri verir. Yahut daha aşağı değerdeki bir hayvanı alır ve fazlasını da fark olarak kıymeti üzerinden alır. Hanefflere göre, fazlalık farkı olarak her hangi bir şey belirlenmez. Çünkü hayvanlar zamana göre fiyat bakımından değişebilir, pahalanip ucuzlayabilirler.

Malikilere göre: Zekat alınacak hayvanlardan vasatını almak lazımdır. Bu malların en iyisinden veya en kötüsünden alınmaz. Hatta mal sahibi yanında sadece en iyi cinsten hayvanlar yahut en kötü cinsten hayvanlar bulunsa da hüküm değiş mez. Ancak zekat memuru ayıplı bir hayvanı almayı etinin çokluğu bakımından fa kirler için daha faydalı bulursa o takdirde bunu yapması caizdir. Malikî mezhebine göre, hayvanların yavrulanndan zekât alınmaz. Bir sürü içinde koyun ve keçilerin sayılan eşit olsa zekat memuru serbesttir dilediğinden zekâtını alır. Eğer bu hay vanlar miktar bakımından eşit değillerse, sayı bakımından çok olanından zekâtu alır. Mesela, otuz koyun, on keçi yahut otuz keçi on koyun bulunsa yahut yirmi si- pr, on manda yimi manda on sığır bulunsa sayı bakımından çok olanından zekât alınır. Çünkü hüküm çoğunluğa göredir. in ahnine

Şafiflere göre: Hasta, ayıplı ve kusurlu hayvanlar zekât için kabul edilmez. Ancak bütün hayvanlan bu şekilde olursa zekât memuru bunlardan her hangi birini zekât olarak almak zorundadır. Yine hayvanlardan erkek olanlar zekât olmak üzere alınmaz. Çünkü naslar dişi hayvanlardan zekât alınma ile ilgili olarak gelmiştir. Ancak üç yaşına girmiş erkek bir deve yahut danalardan kendi türlerinden zekât ali nabilir. Bunun gibi, esah olan görüşe göre, bütün hayvanlar erkek olursa bunlardan erkek hayvan zekât olarak alınabilir. Bunun gibi bütün hayvanlar hasta, yahut ayıp li ise bunlardan bir tanesi zekât olarak alınır. Mezheb-i cedide göre küçüklerden de bir küçük hayvan alınır. Yeni doğurmuş hayvanlarla besi için saklanan hayvanlar, gebe olan hayvanlar, damızlık için ayrılmış koçlar ve bu malların en iyi olanlan zekât olarak alınmaz. Çünkü daha önce de geçtiği üzere, bu konuda Muaz b. Cebel hadisi vardır. “Insanların mallarının en iyisini almaktan sakın. ” Hz. Ömer de şöyle demiştir: “Besi için saklanan, yeni doğurmuş, hamile ve damızlik hayvanlar zekât olarak alınmaz.” Ancak, mal sahibinin nzası bulunursa bunlar müstesna olup o takdirde alınır. Çünkü mal sahibi fazla vermekle ihsan ve hayırda bulunmaktadır. Allah teala bir ayette: “Iyilik yapanlara her hangi bir engel yoktur.” buyuruyor.

Biliyoruz ki, zekât memurunun fark vermesi eksiği tamamlamak içindir. Ver gi memuru develer arasında istenilen yaşta bir deve bulamazsa mal sahibinin bir ve ya iki derece çıkma ve aşağı inme hakkı vardır, meselâ mal sahibi en iyi deveyi ve rerek buna karşılık iki koyun yahut yirmi dirhem para alır. Bunun sebebi, mal sahi binin yükünü hafifletmektir. Dolayısıyla uygun mal almaya zorlanmamakta, boy lece kolaylık sağlanmış olmaktadır. Farkı veren ister mal sahibi olsun, ister zekat memuru olsun, iki koyun almakla yirmi dirhem almak arasında muhayyerlik söz. konusudur. Bunun dayandığı hadis Buhari’de Hz. Ebu Bekir’in mektubundan bah seden Enes hadisidir.

Hanbelilere göre: Teke erkek, çok yaşlı yahut ayıplı hayvanlar zekât için ali namazlar. Ancak zekat memuru dilerse, mesela, bütün nisap bu gibi mallardan olu şuyorsa o takdirde bu malların cinsinden alma hakkına sahiptir. O takdirde yaşlı hayvanlardan yaşlı olanı, ayıplı hayvanlardan ayıplısını, tekelerden tekeyi alır. Ni tekim Şafiiler de aynı hükmü kararlaştırmışlardır. Bunların dayandıkları delil yu karda geçen Enes hadisidir.

Sağlam olan hayvanlar için ayıplı bir hayvanı çıkanp zekât olarak vermek, kıymeti çok olsa da caiz değildir. Çünkü bu gibi hayvanlann alınması yasaklanmış tur ve bunlarda fakirlere zarar vermek söz konusudur. Yeni doğurmuş, gebe, yahut besilik hayvanlar zekât olarak alınmaz, nitekim daha önce bu konu Şafiî mezhebin- de açıklanmıştır. Küçük yaştaki hayvanlar zekât olarak alınmaz. Ancak bütün hay vanlar küçük olursa o takdirde bunlardan biri alınır. Hanbelf mezhebinde sahih olan görüş budur. Şafiîlerin görüşü de bu şekildedir.

Farkı tamamlama hususunda Hanbelîlerin görüşü. Şafiſler gibidir. Böyle du rumlarda mal sahibi dilediğini verir, zekat memuru bunu almak zorundadır. Yahut fakirler zenginlerin mallan içinden bu yaştakini takip eden daha yukan yaştaki hayvanı almakta serbesttir. Yaş bakımından üç derece aşağı veya yukanya çıkmak ve inmekte yine serbesttir. Dilerse iki koyun yahut yirmi dirhem alır. Derece arttik ça aradaki fark da artar, katlanır. Develer dışındaki hayvanlarda eksiği tamamlama nin zekât üzerinde bir tesiri yoktur. Çünkü bu konuda sadece develer hakkında nas gelmiştir, dolayısıyla sadece bunlara mahsus kabul edilir. Develerin dışındaki hay vanlar yaş farkı bakımından bu manada kabul edilmemiştir. Çünkü develerin kıy meti çok idi. Koyunlarda ise farz olan miktar yaş farkı sebebiyle bu kadar değişiklik arz etmemektedir. Sığırlarda iki yaş arasındaki fark, develerdeki iki yaş arasındaki farka göre değişiktir. Dolayısıyla sığırlan develere kıyas ederek hüküm çıkarmak mümkün değildir.

Sığır yahut koyundan verilmesi farz olan yaştaki hayvan, mal sahibinin sürüsü içinde bulunmaz da daha düşük vasıftaki hayvanlar bulunursa bu hayvanı vermek haramdir. Farz olan hayvanı bulup vermek lazım gelir. Eğer farz olan daha alasını bulur da mal sahibi farkı istemeksizin verirse bu hayvan kabul edilir. Eğer farz olan hayvanın yerine daha iyisini vermezse, farz olan vasıftaki bir hayvan tatınalması teklif edilir. Çünkü zekâtı ödemenin yolu ancak bu şekilde gerçekleşir.

6. Binalar, Fabrikalar Kazanç ve Serbest Mesleklerde Zekat: 

Paralann zekau bahsinde hisse senetlerinin hükmü açıklanmıştır. Bu bahis ki ra kazancı ile sanayi tesisleri ve serbest meslekten elde edilen gelirlere tahsis edilmiştir.

Bina ve Sanayi Tesislerinin Zekan:

Asnmızda sermaye, toprak ve ticaret dışında gelir elde etmek için başka yön lere yönelmiştir. Kira elde etmek için iş yeri ve binalar yaptırma, üretim için tesis edilen fabrikalar ile uçak, gemi, tir ve diğer vasıtalar, sığır ve tavuk çiflikleri kurma bu yönde yapılan işlerdir. Bunların hepsi tek bir vasıfta ortaktırlar. O da bunların kendilerinden zekât vermek gerekmediğidir. Bunların gelirlerinden ve kârlarından zekât vermek gerekir.

Fakihlerin büyük çoğunluğu bu tür gelir getiren tesislerden ve binalardan zekât vermenin farz olduğu hususunda bir açıklamada bulunmamışlar, şöyle de mişlerdir: Oturmak için elde bulundurulan evlerden, ev eşyasından, iş aletleri ile tezgâhlardan ve hayvan veya araba olsun binek vasıtalanndan zekât vermek gerek mez. Bu hususu daha önce de açıklamıştık. Buna rağmen ben bu gibi mallardan zekât vermenin zaruri olduğu görüşündeyim. Çünkü bu mallarda, zekât vermenin farz olmasının sebebi büyümek ve gelişmektir. Hüküm sebep ile beraber yürür. Bu gibi mallarda aynı zamanda zekât vermenin hikmeti de bulunmaktadır. Bu hikmet de malların sahiplerini temizlemek, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermek, ça ğımızda bütün ülkeleri meşgul eden fakirlik ve mücadelede zenginin hissesinin ol masıdır.

H.1385/M.1965 yıllarında İslâm alimlerinin yaptıkları İslâmî araştırmalar toplantısında şu husus karara bağlanmıştır: Zekât vermenin farz olduğu hususunda nas bulunmayan ve fikhi bir açıklama yapılmayan gelir getirici mallann hükmü aşağıdaki şekildedir:

Gelir getiren büyük binalarla sanayi tesisleri, gemiler, uçaklar ve benzeri mal ların aynından zekât vermek farz olmaz, bilakis bunlann safi gelirlerinden nisap şartı ile bir yıl geçme şartı bulununca zekât vermek gerekir.

Bu gibi mallardan verilecek zekât miktarı yıl sonu itibarıyla kırkta birdir. Yani yıl sonunda, ticaret malları ile nakitlerde olduğu gibi zekâtlan safi gelirin kırkta bini (% 2,5) kadardır. Şirketlerde ise, kânn toplamına itibar edilmez, ancak her ortağın kendi başına sahip olduğu hisseye düşen kâra bakılarak zekâu ödenir.

m Bu karar Imam Ahmed b. Hanbel’den rivayet edilen görüş ile birleşmektedir. O’nun görüşüne göre, bu gibi gelir getiren bina ve tesislerin gelirlerinden zekât ver mek gerekir. Malikilerden bir kısmının görüşü de böyle olup, gelir getiren binalarla akarlann ve tesislerin gelirlerini aldıktan sonra zekâtlarının verilmesi gerektiğini kabul ediyorlar. )

Ibni Akil el-Hanbeli’ye göre de gelir getiren her şeyden zekât vermek gerekir.
Dolayısıyla bu hüküm, kira için hazırlanan akarlarla kiraya verilen ve kira için ha zırlanan bütün eşyaya şamildir Yani, her yıl ana sermaye hesap edilerek ticari mal larda olduğu gibi, bunlann zekâtı verilir.

Serbest Sanatkarlarla İş Sahiplerinin Kazancının Zekât:

iş ya devletle irtibatı olmayıp doktor, mühendis, avukat, terzi, marangoz ve di ger iş sahiplerinde ve sanatkârlarda olduğu gibi serbest yahut da devlete ve umumi ve özel bazı şirketlerde olduğu gibi, benzeri müesseselere bağlı bir çalışma olur. Bu gibi çalışmalarda, çalışan görevlilere bir aylık ücret verilir. Serbest iş sahipleri ile görevli ve bağımlı kişilerin kazançları, fikhí yönden “kazanılmış mallar” sıfatına uymaktadır. (2)

Dört mezhepte üzerinde karar kılınan husus şudur: Kazanılmış bir mal yahut kazanç nisabı tamamlayıp üzerinden bir yıl geçmedikçe ondan zekât vermek gerek mez. Şafifler dışındaki fakihlerin görüşlerine göre, nisabin aslı bulunduktan sonra yıl sona ermeden bir an bile önce olsa, elde edilen malların zekâtını vermek gere kir.

Üzerinden bir yıl geçmese de elde edilen kazanılmış bir malı sadece teslim almakla ondan zekât vermenin farz olduğuna hükmetmek mümkündür. Bunun da yandığı delil, İbni Abbas, Ibni Mes’ud ve Muaviye gibi bazı sahabelerin, Zührî, Ha- san Basri ve Makhul gibi bazı tabiînden kimselerin görüşleri Ömer b. Abdülaziz, Bakır, Sadık, Nasır Davud-i Zahiri gibi alimlerin görüşleridir. Bu gibi mallardan verilmesi farz olan miktar kırkta birdir. Bunun dayandığı delil paralardaki zekât miktarı olan kırkta bir nisbetini açıklayan hadisin umumi oluşudur. Bu mal istek sonradan elde edilmiş olsun, ister üzerinden bir yıl geçmiş bulunsun fark etmez. Müslüman bir kişi, çalışmaktan elde ettiği kazanç ile sanatından elde ettiği kazan cin zekâtını, bunlan elde ettiği ve teslim aldığı zaman öderse, yıl sona erdikten son ra ikinci kere bunların zekâtını bir daha ödemez.

Bu sebeple, geliri arka arkaya hasıl olan kimselerle ziraf ürünlerinden sadece hasat vakti zekât vermesi farz olan çiftçiler eşit bulunmaktadır.

İSLAM FIKHI ANS

BENZER KONULAR:

Zekat hakkında geniş bilgi, Güncel Sorular

Answer ( 1 )

    0
    2022-10-12T12:30:15+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Zekat verilecek mallar ve oranları yukarıda çok detaylı bir şekilde ele alınıp anlatılmıştır. Buna göre özet geçecek olursak;

    Altının nisabı, yirmi miskal yahut yirmi dinardır. Bu miktar Osmanlı lirasıyla yaklaşık on dört altın liraya yahut Fransız lirasıyla on beş altın liraya yahut on iki İngiliz lirasına tekabül etmektedir.4) Irak miskali ile yaklaşık 100 grama, Acem miskali ile 96 grama, cumhura göre ise 91. 23/25 grama tekabül eder. Miskalin iki türü arasındaki fark 0.2 gramdır. Çünkü Acem miskali 4.8 gram, Irak miskali 5 gramdır. İhtiyat olarak en azını almalıyız ki, bu da 96 gramdır yahut Arap dirhemi itibariyle 85 gramdır. Her bir dirhemin ağırlığı 2.975 gramdır.

Cevapla