Ölüm anında iman etmek

Question

Son nefeste iman olur mu?

Olum aninda iman etmek

Ölüm Gelmeden Önce Kişinin İman Etmesi

İnsanlar ya mümin olarak yaşar, mümin olarak ölür veya kâfir olarak doğmadığı halde böyle yaşar ve böyle ölür. Ama şu da bir gerçektir ki, kâfir olarak yaşayan, sonra hayatının sonlarına doğru iman ederek ölen kimseler bulunmaktadır. Ya da tam tersi olmaktadır.

Şimdi Rasulullah (a.s)’ın bu konu hakkındaki hadislerini aktaralım: “…Ebu Hureyre’den naklen, Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuşlar:

“Gerçekten bir kimse uzun zaman cennetliklerin amelini işler, sonra ameli cehennemliklerin ameliyle hitama erdirilir. Bir kimsede uzun zaman cehennemliklerin amelini işler. Sonra ameli cennetliklerin ameliyle hitama erdirilir.”

Hadis’ten çıkan hükümlerden biri de kişinin dünyadan imanlı ayrılması son durumuna bağlıdır. İmam Kurtubi (rh.a) Ahkam tefsirinde ‘Kişi Hakkında Ölüm Esnasındaki Durumunun Zahirine Göre Hüküm Verilebilir. “Başlığı altında şunları söylemiştir.”

“Ölüm esnasında kişinin durumunun zahirine göre hüküm verilir. Eğer iman üzere ölürse, onun lehine böylece hüküm verilir. Şayet küfür üzere ölürse, yine onun hakkında böylece hüküm verilir. Rabbin ise onun iç yü zünü en iyi bilendir. Şu kadar var ki, Peygamber (s.a.s)’e amcası Hz. Abbas: Ey Allah’ın Resulü! Amcana herhangi bir faydan oldu mu? Diye sorunca, Hz. Peygamber “evet” demişti. Burada sözü geçen şefaat (faydalı olmuş) ise “et-Tezkire” adlı eserimizde de açıkladığımız gibi, cehennemden çıkışa dair değil, azabın hafifletilmesine dairdir. ”

Sonuçta güzellik olur kişi bütün işlediği şirke ve günahlara tevbe ederse Allah Azze ve Celle onu bağışlayacağını bildiriyor. Ayetin meali şöyledir:

“Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar” (En-Nisa 4/48)

Allah Azze ve Celle’nin bağışlamadığı tek suç; şirk suçudur. Bunun dışında istediğini bağışlar, hemen cennete koyar veya suçlarının karşılığını çektikten sonra cennete koyar. Affedilmeyen tek suç budur. Ehl-i sünnetin görüşü böyledir.

Yukarıdaki hadisin yorumunda Said Havva (rh.a) şunları söylemiştir: “Bu hadiste geçen “İnsanlara zahir olan hususta…”

Sözü yukarıda geçen rivayetleri bağlıyor. Biz Allah’ın meşietinin mutlak olduğuna iman etmekle birlikte, Allah azze ve celle’nin rahmetinin gadabının önüne geçtiğine Allah’a bir karış yaklaşana, O’nun bir zira yaklaşmasının kendisinin bir rahmeti olduğuna iman etmekteyiz.

Allah’a hüsnü zanda bulunmak, Allah’a sıdk ve cennet ehlinin ameli ve itikadı ile yönelen kişinin, Allah bereketini arttıracağına ve onu hayır ile sona erdireceğine inanmamızı gerekli kılar. Biz bu meseleyi bozuk inançlı veya riyakar, ya da kalbi hastalıklı ve zahirde cennet ehlinin amelini işleyen veya gizli günahlar işleyen; ama batında cehennem ehlinin amelini işleyen bir kişinin bulunabileceği şeklinde düşünüyoruz. Bu gibilerin akıbeti kötüdür. Ancak Allah’ın büyük şirk dışındaki günahları bağışlaması mümkündür. Said Havva (rh.a) açıklamaları doğrultusunda şu hadisi dikkatlice okuyalım:
“…Usame b. Zeyd’den, demiştir ki: Rasulullah (s.a.s) Abdullah b. Ubey’yi ölümüne sebep olan hastalığı sırasında, ziyarete gitti. Yanına girince onda (bulunan) ölüm alametlerini tanıdı ve: “Ben seni Yahudileri sevmekten nehyetmiştim” buyurdu. (O da): “Sus! Esad b. Zürare onlara buğz etti de ne oldu? (Ölümüne mani olabildi mi?) dedi. (Abdullah b. Ubeyy) ölünce oğlu Hz. Peygambere gelip “Ey Allah’ın Peygamberi gerçekten Abdullah b. Ubeyy öldü. Sen (kendi) gömleğini bana ver(irmisin)? Onu onunla kefenleyeyim?” dedi. Rasulullah(a.s) da gömleğini çıkarıp ona verdi.

Diğer bir şekle örnek vermek gerekirse; yani küfür üzerine yaşayıp sonunda cennetlik amel işleyen birinin haline örnek Firavn’un yanındaki sihirbazların halleridir. Firavn’u savunmuşlar ama hakkı görünce ölüm pahasına bile olsa iman etmişlerdi. İşte ayetler:

“Sağ elindekini (asanı) bırak. Onların yaptıklarını yutacak. Onların yaptıkları ancak bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye giderse iflah olmaz. (Asa büyülerini yutunca)

Derken büyücüler secdeye kapandılar. Harun ve Musa’nın Rabbine iman ettik, dediler.

(Firavn) dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, sizin el ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hurma dallarına asacağım. (Benimle Musa’nın Rabbinden hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu da mutlaka bileceksiniz.)

Dediler ki: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatında hükmedersin. Gerçekten biz Rabbimize iman ettik ki, günahlarımızı ve bizi işlemeye zorladığı büyüyü bağışlayarak bizi affetsin. Allah(ın mükafatı) hem daha hayırlıdır. Hem de (azabı) daha kalıcıdır.

Gerçek şu ki: Kim Rabbine günahkar olarak gelirse, onun için cehennem vardır. Orada ölmez de dirilmez de.

Kimde O’na mümin olarak salih amelde bulunmuş halde gelirse, onlar için en yüksek dereceler vardır.”

Bununla birlikte kişinin üzerinden mükelleflik kalkmadan tevbe ederse, bu tevbesi geçerli olur. Can boğaza gelmediği müddetçe tevbenin kabulolacağına dair Imam Ahmed’in Müsned’inden şu hadisi zikredelim:

“…Zeyd bin Eslem, Abdurrahman bin Beylami’den dedi ki: Rasulullah (s.a.s)’in ashabından dördü bir araya geldi ve onlardan birisi dedi ki:

Rasulullah (s.a.s)’ın “Allah Tebareke ve Teala kulun tevbesini ölmeden birgün önce kabul eder” diyorken işittim.

İkincisi: Sen bunu Rasulullah (s.a.s)’tan işittin mi?

(Birincisi): Evet dedi.

(İkinci şahıs): Ben Rasulullah’ın şöyle dediğini işittim.

“Allah Tebareke ve Teala kulunun ölümünden yarım gün önceki tevbesini kabul eder.”

Üçüncüleri dedi ki: “Sen bunu Rasulullah (s.a.s)’tan duydun mu? Dedi. O da: “Evet” dedi.

(Üçüncüleri): Ben Rasulullah (s.a.s)’tan işittim dedi ki:

“Allah Tebareke ve Teala kulunun tevbesini ölmeden önce bir duha (vakti kadar olan bir vakitte) kabul eder.”

Dördüncüleri dedi ki: Sen bunu Rasulullah (s.a.s)’tan işittin mi?) (Üçüncüleri) dedi ki: evet

(Dördüncüleri dedi ki): Ben Rasulullah (s.a.s)’den işittim dedi ki:

“Can boğaza gelip gargara yapmadan önce Allah kulunun tevbesini kabul eder. ”

Allah Azze ve Celle Nisa suresinde mealen şöyle buyuruyor:

“Allah’ın tevbelerini kabul edeceği kimseler, kötülüğü ancak bilmeden yapanlar, sonrada çarçabuk tevbe eden kimselerinkidir. İşte Allah’ın tevbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah Alim’dir, Hakim’dir.

Yoksa kötülükleri işleyip duran, nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: “Ben şimdi gerçekten tevbe ettim.” Diyenlerin ve kafir olarak öleceklerin ki değildir. İşte biz, onlar için çok acıklı bir azap hazırlamışızdır.”

Tevbenin neleri kapsadığı konusunda İmam Kurtubi (rh.a) şöyle diyor:
“Yüce Allah’ın “Kötülüğü ancak bilmeden yapanların” buyruğundaki: “Kötülük (es-Su’) ile En’am Suresinde (….) (Aranızdan kim bilmeksizin bir kötülük işlerse (En’am 6/54) buyruğundaki kötülük tabiri küfür ve masiyetlerin tümünü kuşatan umumi bir tabirdir. Rabbine asi olan herkes o masiyetinden vazgeçinceye kadar cahildir.

İmam Hafız İbn Kesir (rh.a) yine bu ayetlerin tefsirinde şöyle demektedir:

“İbn Cerir diyor ki: Bize İbn Beşşar’ın Katade’den rivayetinde o şöyle demiştir: Biz Enes bin Malik’in yanındaydık. Ebu Kılebe de oradaydı. Ebu Kılabe rivayet edip dedi ki: Allah Teâlâ İblis’e la’net ettiğinde; o mühlet istedi ve dedi ki: Senin İzzet ve Celaline yemin ederim ki; onda ruh bulunduğu sürece Ademoğlunun kalbinden çıkmayacağım. Allah Teâlâ da şöyle buyurdu: İzzetime yemin olsun ki, Ben de kendisinde ruh bulunduğu sürece onun tevbesine engel olmayacağım (onun tevbe etmesini engellemeyeceğim ya da: onun tevbesini geri çevirmeyeceğim)

Bu ifade; Merfu bir hadisi şerifte yer almaktadır. Şöyle ki; İmam Ahmed Müsned’inde Amr İbn Ebu Amr kanalıyla.. Ebu Said’den, o da Rasulullah (a.s)’dan rivayet ediyor ki, ruhları cesetlerinde olduğu sürece onları azdırıp yoldan çıkaracağım dedi. Allah Teala’da: İzzet ve Celalime yemin olsun ki, onlar benden bağışlanma diledikleri sürece, onları bağışlayacağım, buyurdu.

Bu hadisler yaşama umudu içindeyken Allah’a tevbe edenin tevbesinin makbul olduğuna delalet etmektedir. İşte bunun içindir ki, Allah Teâlâ: “İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah Alim’dir, Hakim’dir.” Buyurmuştur. Yaşamaktan ümit kesip (ölüm) meleğini gördüğünde, can boğazda hırıldamaya başlayıp, göğüs ona dar gelir. Nefes hırıldayıp boğazın başına kadar çıktığında -ki can çekişme halidir. Tevbe kabul değildir. O zaman kaçılıp kurtulabilecek zamanda değildir. Buna delalet etmek üzere Allah Teala: “Kötülükleri işleyip dururken ölüm gelip çatınca: Şimdi işte gerçekten tevbe ettim, diyenlerin…. Tevbesi kabul değildir.” buyurmaktadır”….

Can boğaza gelip gargara yapmadan edilen tevbelerin kabul edileceği yukarıdaki alıntılardan da belli olmuştur. Buna dair şu hadisleri okuyalım: Birinci hadis Ebu Talib’in ölümünden önceki son durumunu bildiren hadislerdir.
“…İbn Şihab şöyle demiştir: Bana Said İbnu’l Müseyyeb, kendi babası Müseyyeb İbn Hazn’dan haber verdi. Müseyyeb İbn Hazn (r.a) ona şöyle haber vermiştir: Ebu Talib’e ölüm alemetleri geldiği sırada ona Rasulullah (a.s) geldi ve amcasının yanında Ebu Cehl İbn Hişam ile Abdullah Ibn Ebu Umeyye’yi buldu. Rasulullah Ebu Talib’e Hitaben:

“Ya Amca! La ilahe illallah kelimesini söyle de, bununla Allah katında sana şehadet edeyim” dedi.

Ebu Cehl ve Abdullah İbni Ebu Umeyye:

“Ya Eba Talib! Abdulmuttalib milletinden yüz mü çevireceksin? Diye men ettiler.

Fakat Rasulullah bu Tevhid kelimesini amcasına arz etmeye devam ediyordu. O iki kişide mütemadiyen o sözlerini tekrar ediyorlardı. Nihayet

Ebu Talib bunlara söylediği son söz olarak: “O (yani ben), Abdulmuttalib’in milleti üzeredir, dedi ve La ilahe illallah demekten çekindi.

Rasulullah (a.s):

“İyi bilki (ey amcam)! Allah’a yemin olsun, ben sana mağfiret dilemekten nehyolunmadığım müddetçe senin için muhakkak Allah’tan mağfiret isteyeceğim” dedi.

Akabinde Allah bu hususta şu ayeti indirdi.

“Müşriklerin o çılgın ateşin yaranı oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne Peygamber ne de mümin olanların istiğfar etmeleri doğru değildir. (et-Tevbe 113)

İkinci bir örnekte şu hadistir:

“…Enes (r.a) şöyle demiştir: “Bir Yahudi çocuğu vardı, Peygambere hizmet ederdi. Bir ara çocuk hastalandı. Peygamber (a.s) ona hasta ziyaretinegeldi ve başının yanına oturdu. Ve çocuğa hitaben: “İslam’a gir” buyurdu. Çocuk yanında bulunan babasının yüzüne baktı. Babası Ebu’l-Kasım’a itaat et (yani O’nun emrini kabul et), dedi. Bunun üzerine o çocuk hemen (şehadet kelimelerini söyleyip) Müslüman oldu. Müteakıben Rasulullah (s.a.s) hastasının yanından çıkarken: “Bu çocuğu cehennem ateşinden kurtaran Allah’a hamdolsun” diyordu.

İmam Beyhaki (rh.a) bu hadisin kısa bir açıklamasını yapmıştır. Şöyle diyor:

“Rasulullah (s.a.s)’ın Abdullah İbni Ubeyd’i ve bundan da önce Ebu Talib’i ziyaret edip İslam’ı arz ettiği sabittir.

İmanın kabul edilmeyeceği an ye’is anıdır. Yani ümitsizlik anı böyle bir kişinin bu zamanda yapacağı şehadet kabul edilmez. Can boğaza gelmeden yapılan tevbelerin kabul edileceğini gördük. Ama azab geldiğinde artık gözler Melek’ul-Mevti görüp Ahiret hayatına şahit olduğunda onun yapacağı iman kabul olunmaz. Bu konudaki delilimiz Firavn’un iman etmeye çalışması hadisesidir. Ondan önce şu ayetleri zikredelim:

“Kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmaları için, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Onlar bunlardan daha çok, kuvvetçe de yerlerinde eserleri itibariyle de daha güçlü ve daha çetin idiler. Ama kazana geldikleri şeyler onlara fayda vermedi.

Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar yanlarındaki ilim dolayısıyla şımardılar ve alay ede geldikleri şey onları kuşatıverdi.

Onlar bizim azabımızı gördüklerinde: “Bir olarak Allah’a inandık, O’na eş tutmakta olduğumuz şeyleri de inkâr ettik” dediler. Ama bizim azabımızı gördüklerinde imanları onlara fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında geçerli olagelen sünnetidir ve kâfirler işte burada
hüsrana uğradı…”

Mehmet Vehbi Efendi “Hulasatul Beyan” adlı tefsirinde şunları söy lüyor: “Çünkü imanda muteber olan, iman-ı gaybi yani azabı görmeden imandır. Azabı görünce, iman ise iman-ı aynidir. Zira azabı görünce iman; başka melce (sığınılacak yer) olmadığını bildikleri için zaruri bir iman olduğundan makbul değildir. Çünkü imanda makbul olan; ihtiyari olduğundan zaruri imana itibar yoktur.”

İmam Kurtubi (rh.a) bu ayetlerin tefsirinde şunları söylüyor:  الله Allah’ın sünneti buyruğu bir mastardır. Çünkü Araplar من يبن سنا وسنة Sünnet kıldı, sünnet kılar, sünnet kılmak” derler. Yani Yüce Allah kâfirler hakkında şu sünneti (kanunu) karar kılmıştır. Azabı gördükleri takdirde iman edecek olurlarsa, imanlarının kendilerine bir faydası olmaz… Yine Yüce Allah’ın sünnetinin bir gereği olarak, azabın görülmesinden ve geleceğinin kesin olarak anlaşılıp bilinmesinden sonra tevbe kabul edilmez. ”

Azabı görünce iman kabul edilmiyor, işte Firavn’un halini anlatan ayetler:

“İsrail oğullarını denizden geçirdik. Hemen Firavun, askerleriyle beraber haddi aşarak ve zulmederek arkalarına düştü. Nihayet boğulacağı anda şöyle dedi: İsrail oğullarının iman ettikleri ilahtan başka bir ilah olmadığına inandım. Bende Müslümanlardanım.

Şimdi mi? Halbuki bundan önce sen isyan etmiş ve fesatçılardan olmuştun.

Ayetlerin zahir manasından anlaşıldığı gibi Allah (c.c) o azap anında Firavun’un imanını kabul etmemişti. Demek ki kişiye azab gelmeden önce iman ederse faydası olur. Her şeyi müşahade etmeye başladığından (yani ahiretle ilgili) bu artık inanılması zaruri bir bilgi olur. Zaten onu kabul etmekten de başka yolu yoktur. Ama o müşahade sonrası iman etmeye çalışırsa o iman kabul edilmez.

İbni Kesir (rh.a) şunları söylüyor:

“Baskınımızı (ve başkalarına azabın geldiğini) görünce: Yalnız Allah’a inandık ve O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkar ettik” diyerek, hataların kaldırılıp affedilmeyeceği ve mazaretin fayda vermeyeceği bir yerde Allah’ı birleyip tağutları inkar ettiler. Nitekim boğulacağı zaman Firavun: “İsrailoğullarının iman ettiğinden başka ilah olmadığına inandım. Artık bende Müslümanlardanım (Yunus 90) demiş. Allah Teala’da: “Şimdi mi inandın? Daha önce başkaldırmış ve bozgunculardan olmuştun. (Yunus 91) buyurarak Firavun’un imanını kabul buyurmamıştır.”

Azab gelmeden iman etmenin faydası muhakkak vardır. Ve azabın içine dalmadan yapılan tevbenin kabul olacağına dair delilde mevcuttur. Yunus (a.s) kavmi bu konudaki en güzel örnektir. Bu konudaki ayeti kaydedelim sonra tefsirine başvuracağız, İnşallah.

“Yunus’un kavmi müstesna (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azab gelmeden) iman etse de imanları kendilerine fayda verseydi! Onlar iman edince, onlardan dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre daha (dünya nimetlerinden) faydalandırdık.” (Yunus 10/98)

Yunus (a.s)’ın kavmi başlarına gelecek olan azabtan önce tevbe ettiklerinden Allah (c.c) onların tevbelerini kabul etmişti. Bu ayetin tefsirinde imam Kurtubi (rh.a) konuyu genişçe açıklamıştır. Şöyle diyor İmam:

“Hz. Yunus’un kavminin kıssası ile ilgili olarak bir grup müfessirden nakledildiğine göre, onlar Musul topraklarından sayılan Ninova’da yaşıyorlar ve putlara tapıyorlardı. Yüce Allah kendilerine, onları İslam’a ve batıl inançlarını terk etmeye davet etmek üzere Yunus (a.s)’u gönderdi. Ancak onlar bu çağrıyı kabul etmediler. Denildiğine göre, Hz. Yunus dokuz yıl süreyle onları imana davet etti, sonunda iman edeceklerinden ümidini kesti. Kendisine; azabın üç güne kadar bir sabah vakti onları gelip bulacahaber ver denildi. O da bu emri yerine getirdi.

Bu sefer kavmi: Bu yalan söylemeyen bir kimsedir. Onu gözetleyiniz. Eğer sizinle birlikte kalmaya devam eder, aranızda durursa sizin için de korkulacak bir şey yoktur. Şayet sizi bırakıp giderse, işte bu kesinlikle azap gelecek demektir, dediler. Dediği günün gecesine gelince, Yunus (a.s) azığını hazırladı ve yanlarından çıkıp gitti. Sabah olduğunda Hz. Yunus’u bulamadılar. Bunun üzerine tevbe ettiler. Allah’a dua ettiler. Kıldan yapılmış elbiseler giyindiler, insan olsun hayvan olsun, annelerle yavrularını birbirinden ayırdılar. Ve bu hallerinde hak sahiplerine haklarını geri verdiler. Herkes başkasına ait hakkı veriverdi. İbnu Mesud der ki: o kadar ki, adambaşkasına ait taşı evinin temelinde kullanmış olduğu halde, o taşı gider ye rinden söker ve sahibine geri iade ederdi.

İbn Abbas’ın rivayetine göre onlar, azab kendilerine üçte iki millik bir mesafe kadar yaklaşmışken bile bunu yapıyorlardı. Bir mil kadar bir mesafe diye de rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas’tan nakledildiğine göre, içinde kırmızılık bulunan bir bulut onları örttü. Sıcağını omuzları arasında duyacakları bir noktaya kadar onlara yaklaşmaya devam etti. İbn Cübeyr der ki: Bir kumaş parçası nasıl kabri örtüp kapatıyor ise, azab da onları öyle örttü. Tevbeleri gerçekleşince, Allah da üzerlerinden azabı kaldırdı.

Taberi der ki: Yüce Allah, Hz. Yunus kavmine azabı görmelerinden sonra tevbelerinin kabul edilmesi şeklinde bir özellik tanımıştır. Bu durum müfessirlerden bir gruptan nakledilmiştir. Ez-Zeccac der ki: Azab onlara gelmedi, ancak onlar azaba delalet eden alameti gördüler. Eğer azabın kendisini görmüş olsalardı, imanın onlara bir faydası olmazdı.

Derim ki: ez-Zeccac’ın bu görüşü güzel bir görüştür. Çünkü beraberinde tevbenin fayda vermeyeceği bir şekildeki azabı görmek, Firavun kıssasında olduğu gibiazab ile iç içe gelmek halidir. Bundan dolayı Firavun kıssası akabinde Hz. Yunus kavminin kıssası gelmiştir. Çünkü Firavun azabı gördüğünde iman etmişti, bunun ise ona bir faydası olmadı. Yunus kavmi ise, bundan önce tevbe ettiler. Bu görüşü Hz. Peygamberin şu buyruğu da desteklemektedir: “Kul, canı boğazına gelmedikçe Allah tevbesini kabul eder.” Canın boğaza gelmesi (gargara) ise, artık ölüm ile içli dışlı olma halidir. Bundan önce ise öyle değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Bu açıklamamız ile aynı manadaki açıklamalar ibn Mesud’dan da rivayet edilmiştir. Buna göre, Hz. Yunus kavmini üç güne kadar azabın geleceği ile tehdit edince, yanlarından çıkıp gitti. Sabahı ettiklerinde onu bulamadılar. Bunun üzerine tevbe ettiler, annelerle yavrularını birbirlerinden ayırdılar. İşte bu da onların tevbelerinin, azabın alametini görmelerinden önce olduğunun delilidir. (……)

Buna göre: “…üzerlerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırıp giderdik.” Buyruğunun anlamı, Yunus (a.s)’ın üzerine ineceğini söyleyip tehdit ettiği azabı kaldırdık, demektir. Yoksa onu gözleriyle ve artık karşılarında gövdesi belirmiş olarak gördüler, anlamında değildir. Bu açıklamaya göre buyruğun anlaşılmayacak bir tarafı (işgali) kalmaz. Tearuz (konuyla ilgili hükümler ile bu özel mesele arasında çatışma) da olmaz. Onlara ait özel durumun varlığından da söz edilmez. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. Özetle söylenecek olursa, Ninovalılar Allah’ın indinde mutlulardan idiler. Ali (r.a)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Elbette ki tedbir kaderi önlemez. Ama şüphesiz ki dua kaderi geri çevirir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yunus’un kavmi bundan müstesnadır. Bunlar iman edince üzerlerinden dünya hayatındaki rüsaylık azabını kaldırıp giderdik. Ali (r.a) der ki: Bu, aşure günü olmuştu.

Buraya kadar aktardıklarımızdan sonuç olarak şunu çıkarıyoruz ki kişi kendine ölüm gelmeden ve can boğazda gargara yapmadan tevbe ederse tevbesi kabul olur. Ama azab gelip her yerden kendini sardığında bu imanı kabul olmaz.

Şuna da dikkat etmek gerekir. Allah (c.c)’ın emirlerine karşı olanlar; nasıl olsa vakit var, hayatın sonunda tevbe eder kurtuluruz, diye bir kuruntuyla yaşarlarsa kendilerine yazık ederler. Çünkü Allah (c.c) her zaman ölümün habercileri olan, yaşlılık, hastalık gibi şeyler göndermeye bilir. Aniden canını alırsa ne olur?

Kaynak: Cenaze ahkamı

Dini Siteler

BENZER KONULAR:

Dini Soru Cevap

Her soru cevap verilmeye değerdir, yeter ki aynı konu bize sorulmuş olmasın ve kurallara uygun sorulsun. Lütfen soru yollamadan önce aynı konu var mı diye \\\\"ARAMA\" yapınız. Konu altına yazılan sorulara öncelik tanıyoruz.. Bilginize

Takip Et

Answer ( 1 )

    1
    2025-04-18T13:56:33+03:00

    Son Nefeste İman ve Tevbe Kabul Olur mu?
    İmanın Kabulü, Ölüm Anından Önce Olmalıdır:

    Kişi hayatı boyunca kâfir olabilir, ancak ölüm gelmeden iman edip salih ameller işlerse Allah onu bağışlayabilir.

    Ancak azap ve ölümün başladığı, canın boğaza geldiği an yapılan iman ve tevbe geçersizdir.

    Hadislerle Desteklenen Görüşler:

    Peygamber Efendimiz (s.a.s), bir kişinin uzun süre cennet ehli gibi yaşayıp cehennem ehli olarak ölebileceğini; ya da tam tersini ifade eden hadisler aktarmıştır.

    Bu, kişinin ölüm anındaki iman hali ile yargılanacağını gösterir.

    Firavun’un İmanı Kabul Edilmedi:

    Firavun, boğulurken iman etti ama bu iman geçerli sayılmadı. Çünkü artık ahiret âlemi görünür olmuştu ve bu iman zaruret (zorunluluk) imanına dönüştü.

    Yunus (a.s) Kavmi Kabul Edildi:

    Yunus’un kavmi, henüz azap gelmeden iman etti ve tevbe ettikleri için Allah onları bağışladı. Bu da azap başlamadan yapılan imanın kabul edildiğini gösterir.

    🔹 Tevbe Ne Zamana Kadar Kabul Edilir?
    Tevbe, can boğaza gelmeden (gargara anından önce) yapılırsa Allah tarafından kabul edilir.

    Hadislerde farklı zaman dilimleriyle (bir gün, yarım gün, duha vakti) Allah’ın tevbe kapısının açık olduğu bildirilmiştir.

    Can boğazdayken, iman etmek ve tevbe etmek geçerli değildir.

    🔹 Kur’an ve Tefsirlerdeki Yorumlar:
    Nisa 4/48: Allah, şirk dışında dilediği kişilerin günahlarını affeder.

    Tevbe 113: Müşriklerin açıkça cehennemlik olduğu belli olduktan sonra, onlar için dua etmek uygun değildir.

    Yunus 90-91: Firavun’un boğulurken yaptığı iman kabul edilmemiştir.

    Yunus 98: Yunus’un kavmi azabı görmeden önce tevbe ettiğinden kurtulmuştur.

    🔹 Önemli Hatırlatma:
    Kişi, “nasıl olsa sonunda tevbe ederim” düşüncesiyle yaşarsa, ölümün ne zaman geleceğini bilemeyeceği için çok büyük bir risk alır.

    Tevbenin samimi, gönülden ve vaktinde olması esastır.

    🔸 Sonuç:
    İman ve tevbenin geçerli olması, ölüm meleği gelmeden, can boğaza varmadan ve henüz gayba inanma imkânı varken gerçekleşmelidir. Azap ve ölüm belirtileri başladığında yapılan iman, gayba değil, görülen şeye dayandığı için geçerli sayılmaz.

    En iyi cevap

Cevapla