İslâm’ın Sömürgeciliğe Direnmesi
SORU: Sömürüye direnmenin İslâm’daki metodu nedir?
CEVAP: Konu İslâm’ın sömürüye direnç göstermesinin yolu ise şöyle söylenebilir. Sömürü, yok etmek demektir ki bunun çok şekilleri ve renkleri vardır. Siyasi, iktisadi, ruhi sömürüler bunlardandır. Ayrıca fikirlerde, görüşlerde temel ruhi inançlarda da sömürü olur. Görülüyor ki en tehlikeli ve en gizli sömürü inanç (akaid) sömürüşüdür. Görüş ve reylerde istibdat istibdatların en büyüğüdür. Nitekim fikirlerde-ki sömürü diğer sömürülere yol açar. Çünkü insan inanç itibarıyla birisine tabi oldumu artık her konuda ona tabi olur onun kulu durumuna geçer. Çünkü inancın sahibi üzerinde büyük etkisi vardır. O artık o inanca göre çalışır, onun verdiği ilhama itaat eder. Nitekim insan inancında hür olduğu zaman, müstakil hareket eder, hür ve şahsiyet sahibi olur. Kişide bu hürriyet ve şahsiyet olduğu zaman dünyada aziz olur. Tasarruflarında serbest, adımlarında başarılı olur. Sömürünün her çeşidine karşı kor, çünkü onun hür fikri onun diğer tasarruflarına da etki etmektedir. Ne zaman ki biz Hanif olan İslâm’ın fikir, akaid itibarıyla sömürünün her çeşidine temel itibarıyla karşı olduğunu bilirsek, sömürüyü yok etmeyi hedeflediğini de anlarız. Çünkü İslâm fikre hürriyet getirmiş, sömürüyü reddetmiştir. Sömürünün her çeşidi bununla çelişir. Çünkü o temelde sömürüyü, yok etmiştir. O temel de inanç sömürüşüdür.
Birinci kapı olan fikir sömürüsünü’kapatan İslâm diğer sömürü çeşitlerine geçit vermez.
İnanç (akaid) bir akli ve kalbi ameliyedir. İnananın içinde o saklı bir tohumdur. Bu sadece onunla rabbi arasında olan bir şeydir. Bu nedenle kişinin Allah’tan başkasına eğilmemesi gerekmektedir. Çünkü Allah’tan başkası önünde eğilmeye layık değildir, yine insana mükâfat veya ceza verecek olan da Allah’tır. İslâm’dan önce insanlar bir dine girmeye zorlanıyordu. Bu durum o zaman çok yaygın idi. Dinler tarihinde böyle hadiseler çoktur. Halbuki bu tamamen dinin ruhuna aykırıdır. Çünkü dinin aslı nefsin Allah’a inanması ve izan etmesidir. Yakın ve kanaatla kişinin rabbine teslim olmasıdır. Bu izan ve yakînin de akıl, kalb ve vicdandan gelmesi lazımdır. Bunu da zorlama ve cebirle telif etmemiz mümkün değildir. Bundandır ki İslâm âlimleri şöyle söylemişlerdir: Zorlananın müslümanlığı batıldır. Çünkü o zahirde müslü-man olup kalbinde iman olmadığından İslâm ve iman üzerine değildir.
Tarihten öğrendiğimize göre misyonerler “önce inanın sonra düşünün” diyorlar.’İslâm ise, kişiye şöyle diyor: “Önce düşün çaba sarfet sonra inan” ve “önce düşün ikna olursan inan!” Şüphesiz bu büyük bir hürriyet ve akla değer vermektir. Bazı dinlerde din adamları şöyle diyorlar: “Cehalet takvanın anasıdır.” İslâm ise önce kişinin durumunu düzeltir ve takvanın temelinin ilim olduğunu söyler; Kur’an bu konuda şöyle buyurur:
Allah’tan ancak âlimler gereği gibi korkar. Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Allah’tan başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir. (Âl-i İmran/18)
İlimde yüksek payeye erişenler ise, “Ona inandık hepsi rabbimiz tarafmdandır” derler. (Bu inceliği) ancak aklı selim sahipleri dü-şünüp anlar. (Al-i Imran/7)
İslâm aklı, akaidin temeli, peygamberliğin direği ve davanın bekçisi olarak kabul etmiştir. Ta ki insanın aklına hariçten bir zorba musallat olmasın. Akıl vehimden, korkudan ve başkasına tabi olmaktan kurtulsun. Bundandır ki Kur’an şöyle buyuruyor:
O, akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakır. (Yunus/100)
Çünkü onlar akıllarını kullanmadıkça mü’min olamazlar, iman, itikat, yakîn ve azimden ibarettir..İtikat, delil ve burhan ile olur. İslâm,
fikirlerinde hür olmayan köleleri şöyle anlatıyor:
Onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar, gözleri vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır. (A’raf/179)
Aklın şerefli bir şey olduğuna dair Kur’an’da bir çok ayet vardır. Bu konuda birçok hadis-i şerif de bulunmaktadır. Onlardan bazılarını zikredelim:
Kişi kendisini iyiliğe sevkedecek, kötülükten de sakındıracak akıl gibi bir şey kazanamamıştır.
Kişi güzel ahlakı sayesinde gündüz oruçlu, gece ibadet eden insanın derecesine varır.
Adamın aklı tam olmadan huyu da güzel olmaz.
Her şeyin bir direği ve başı vardır. Mü’minin temeli de aklıdır. Onun ibadeti aklı kadar olur. Siz günahkarların cehenneme atılırken söyledikleri şu sözü duymadınız mı? “Ve şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık.” (Mülk/10)
Her şeyin bir bineği vardır, insanın bineği ise aklıdır. Delilini iyi getiren kişi aranızda en akıllı kişidir.
İslâm’ın temel kaidelerindendir ki akıl ile nakil çatıştığında nakil tevil edilir; bu durum bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü sahih bir nakil sahih akla uygundur. Aralarında çelişki muhaldir. İbn Teymiye de aynen böyle söylemiştir. İslâm, Allah’ın birliğine çağırmış, Onun herşeyi yarattığını ve her şeye kadir olduğunu söyleyerek aleme bakmayı ve aklı çalıştırmayı ve mazideki vehimlerden ve geçmiş sapıkların eserlerinden kurtulmayı tavsiye etmiştir. Bu nedenle âlimler mükellefin ilk görevinin bakmak ve düşünmek olduğunu söylemişlerdir, çünkü Kur’an’ın üçte biri insanları yeri ve göğü düşünmeye davet ediyor. Onlardaki ayetleri düşünmeye ve yaradılışı tedebbür etmeye ve aklı kullanmaya çağırıyor.
İslâm’ın akla verdiği önemin belirtilerinden biri de şudur ki, ehl-i sünnet âlimleri şöyle söylemişlerdir: “Hakka vasıl olmak için sonuna dek incelemede bulunan kişi, ona vasıl olmasa dahi hakkı arayışın peşinde olursa ve bu haliyle ölürse, kurtulur.” Hangi sistem bu kadar aklı sömürüden hür kılmıştır?
İslâm’ın aklı ve kalbi, inanç ve görüşte sömürüden ne kadar uzak tuttuğunu kolayca anlarız. Zira İslâm insanların,’söylenen şeyleri iyice dinlemelerini sonra bakmalarını, sonra iyiyi kötüden ayırtetmelerini tavsiye etmiştir. Kur’an şöyle buyuruyor:
(Ey Muhammedi) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele, işte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır. (Zümer/18)
Rasûhıllah da bu konuda şöyle buyuruyor:
Sen hikmeti al, hangi kaptan çıktığı önemli değildir.
Hikmet mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır.
Hikmet mü’minin yitiğidir, nifak ehlinden de olsa hikmeti alınız.
İlim Çin’de de olsa alın.
Allah Rasûlü bunu söylerken müslümanlarla Çin arasında herhangi bir siyasi, iktisadi ve kültürel ilişki yok idi. Allah Rasûlünün teşviki ilim ve hidayeti nerede olursa olsun talep etmeyi amaçlıyor.
Yine İslâm’ın aklı sömürüden ve kölelikten ne kadar uzak tuttuğu-na bir gösterge de müslümanlar arasında meşhur olan şu sözdür: “Bir kişiden hata ihtimali çok doğruluk ihtimali az bir söz sadır olursa yine de bu söz doğruluğa hamledilir.” Bu İslâm’ın fikre verdiği değeri ne güzel gösteriyor.
Birlik dini olan İslâm’ın temeli, tevhid kelimesidir. Bu insanı başkasına boyun eğmekten alıkor. Bu kelime ile insan Allah’tan başka kimseye karşı zillet göstermez, kimseye karşı eğilmez. Müslüman bir olan Allah inancıyla aziz olur. O’na sığınır, O’ndan yardım diler, sadece O’na ibadet eder. Bu konuda Allah (c.c) kul ile Allah arasındaki vasıtayı kaldırmış ve şöyle buyurmuştur:
Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): “Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara/186)
Rabbiniz şöyle buyurdu: “Bana dua edin, kabul edeyim.” (Ga-fir/60)
Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf/16)
İbadetin sadece Allah’a yapılması için İslâm bir kısım insanın diğerine olan dini sultasını tamamen yıkmış, İslâm’da bu sultanın ne ismi vardır ne de resmi mevcuttur. Rasûlullah dahi ancak bir tebliğci ve bir hatırlatıcıdır. O bir tegallübcü ve bir zorba değildir. Kur’an şöyle buyuruyor:
De ki: “Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” (Cin/21)
Kur’an, Hz. Peygamber’e şöyle hitabta bulunuyor:
O halde (Rasûlüm) öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin. (Gaşiye/22)
O halde eğer öğüt fayda verirse Öğüt ver. (A’la/9)
Sana ancak (Allah’ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir. (Ra’d/40)
Doğrusu biz seni hak (Kur’an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, sen cehennemliklerden sorumlu değilsin. (Bakara/119)
Rasûlüm! Sen, rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır. (Nahl/15)
Ve de ki: “Hak, rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.” (Kehf/29)
Artık insan, kendi kendinin şahididir. (Kıyamet/14) Buna benzer daha nice ayetler vardır.
Answer ( 1 )
İslam, sömürgecilikle karmaşık bir tarihe sahiptir ve dünyanın farklı yerlerinde Müslümanlar tarafından sömürge yönetimine karşı çeşitli tepkiler ve direniş biçimleri olmuştur. Tüm kolonyal karşılaşmaların aynı olmadığını ve tepkilerin bölgelere ve zaman dilimlerine göre değiştiğini kabul etmek önemli olsa da, İslam’ın kolonyalizme karşı direnişinin bazı temel yönleri şunlardır:
Sömürgeciliğe karşı direniş Müslüman tarihinin önemli bir yönü olsa da, Müslümanların çeşitli nedenlerle sömürgeci güçlerle işbirliği yaptığı veya onlara uyum sağladığı durumlar da olduğunu belirtmek önemlidir. Sömürgeciliğe verilen tepkiler yerel koşullara, sosyo-politik dinamiklere ve bireysel tercihlere bağlı olarak değişiyordu.
Bugün, sömürgeciliğin mirası küresel Müslüman toplumu şekillendirmeye devam ediyor ve dekolonizasyon, kendi kaderini tayin etme ve sömürgeciliğin Müslüman toplumlar üzerindeki etkisi hakkındaki tartışmalar geçerliliğini koruyor.