Paylaş
Hz. Ömer’in Basireti
Question
Basiretli Halife Ömer
SORU: Hz. Ömer İslâm dünyasında bilinen bir şöhrete sahiptir. O bu müstesna yere nasıl gelmiştir? Hz. Ömer’in kişiliğinin belirli özelliklerinden bahseder misiniz?
CEVAP: İnsan çoğu zaman ikinci halife Hz. Ömer’in hayatım gözden geçirince çok ufuklu, geniş boyutlu bir kişilik görür. Bu kişiliğe genel veya genele benzer bir isim vermek ister.
Bence Hattab oğlu Ömer’in bu zengin kişiliğine verilebilecek en iyi isim “basiretli kişilik”tir.
Ben “basîret” ifadesinden iki mana anlıyorum: Birincisi derin bir düşünce ve (olaylara) bakış, ikincisi vaktinde ve zamanında doğru olana ulaşmaktır. Nitekim ilk zamanlarda bile bunu Ömer’in hayatında görmekteyiz. O zaman Ömer’in yüzünde, Özünde ve fikrinde cahiüye döneminin karanlıklarından bir perde vardı. Bu sebeple insanlara rahmet olarak gönderilen davet sahibi Peygamber’i parçalamak istemekteydi. Bu niyetle harekete geçtiğinde yolda kendisine: “Kız kardeşin ve kocası babalarının dinini bırakıp yeni bir dine girdiler. Cezalandıracak-san önce onları cezalandır” dediler. Ömer hemen dönüp kardeşine yöneldi. Şiddetli tartışmalardan sonra, kardeşinden bazı Kur’an ayetlerini işitti. Hemen bu noktada Ömer basiretiyle, bu işittiklerinin insan sözü olmadığını, bu derin anlamlı sözlerin semalardan gelen bir sesleniş olacağım, bunların insan gücünün üstünde olduğunu anladı.
İşte bu basiret Ömer’i imana sevkedip sür’atle Rasûlullah’ın huzurunda kelime-i şahadeti söylemeye sevk etti.
Aynı basiret Özelliği İslâm oluşundan az sonra Hz. Peygamber ile yaptığı kısa konuşmada kendisini gösteriyor: İşte bu özelliğin sahibi Ömer: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz hak üzereyiz. Bizim karşımızdakiler bâtıl üzere değil mi? O halde niçin saklanıyoruz?” demiştir.
Hz. Ömer bu düşüncesinin Peygamber katında kabul göreceğini ümit etmektedir. Nitekim bir süre sonra Hz. Peygamber arkadaşları (ashabı) arasına çıkarak insanları açıkça İslâm’a davet edeceğini bildirdi. Rasûlullah’ın bu açıklaması İslâmiyet için bir basan ve zafer oldu. Bu açık davet, daha önceki müslümanlığı gizleme dönemi ile Allah’ın dinini açıktan ilân etme dönemi arasında bir’dönüm noktası’olmuştur.
Günler geçip zaman ilerledikçe Hz. Ömer’in anlayış ve basireti derinleşti ve ilerledi. O derecede ki Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Her peygamber’in ümmetinde kendisine ilham gelen kimseler bulunur. Benim ümmetimde böyle bir kimse olacak ise bu Ömer’dir.
Hz. Peygamber bu ifadeyi mütevazi bir anlayışla dile getirmiştir. Çünkü kendisinden önceki ümmetlerde “kendisine iham gelen kimseler” olduğuna göre peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’in ümmetinde ilham verilecek kimse sadece Hz. Ömer olamaz, aksine kendisine ilham verilenler pek çoktur. Ömer’in bunlardan biri olacağını Rasûlullah bildirmiştir.
Hz. Peygamber bir başka sözünde Ömer’in bir diğer özelliğini dile getirmiştir:
Şeytan Ömer’den kaçar. Şeytan onu görünce mutlaka Ömer’in gelmekte olduğu yoldan başka bir yola gider.
Hz. Ömer’de görülen bu basiret onu öyle bir dereceye ulaştırmıştır ki gelecek bir emir veya hükmü Allah tarafından indirilmeden önce anlayacak hâle gelmiştir.
Siyer kitapları Hz. Ömer’in bazı düşüncelerinin aynısının tamı tamına Kur’ân’da ayet olarak gelmiş olduğunu bildirmektedir.
Bu olay ne gayptan haber vermektir, ne yersiz olarak Allah adına söz söylemektir, ne de vahiyden önce Peygamber’e neyin vahyedilece-ğini dile getirmektir. Bu ancak İslâm’a girmiş ve iman etmiş bir basîret sahibinin temennisidir. Ve İslâmiyet bu basireti daha da temizlemiş, arıtmış ve berrak hale getirmiştir.
Hz. Ömer bunları kesinlik ifade eden bir hüküm gibi “bu böyle olacaktır” şeklinde değil de, tabii olan bir davet anlayışının neticesi olarak ifade etmiştir. O bu anlayışla olayların sağa sola sapmadan nasıl cereyan edeceğini kavramaktadır.
Bu basiret özelliği Ömer’in birbiri ile çelişki içerisinde olan iki davranış içerisinde olmasını gerektirmiştir. Aslında her iki davranış da tam yerindedir. Öyle ki başka bir durumda olmak söz konusu değildir.
Hz. Ömer’i Rasûlullah ve Ebubekir dönemlerinde katı, şiddet yanlısı, vurup kıracak bir yapıda görüyoruz. Niçin?
Çünkü Ömer, Hz. Peygamber’in dizginleri elinde güçlü bir şekilde tuttuğunu, onun âlemlere rahmet olduğunu ve (vahyin verdiği) bir güven içerisinde hareket ettiğini bilmektedir. Böyle bir ortamda şiddetli ve hiddetli olmaktan Ömer korkmamaktadır. Onun bu hâli, fıtratını ortaya koymaktadır. Hem bir aşırılık yapsa ve gerçekten uzaklaşsa, Peygamber’in eli ile doğru yola iletileceğinden emin bulunmakta, kendisini garanti altında görmektedir.
Hz. Ebubekir döneminde ise Ömer ilk halifenin yumuşak olduğunu görmektedir. Rabbânî bir özellik olan bu durum halifeyi, (çabukça) üzülen ve göz yaşı döken bir yapıya sahip kılmıştır. Hz. Ebubekir’in bu yumuşaklığını ve merhametini dengeleyecek bir unsura kesinlikle ihtiyaç vardır. İşte bu ihtiyacı karşılayan Ömer’in sözünü ettiğimiz sertlik ve basiretidir.
Fakat, Hz. Ömer halifelik makamına gelip İslâm davetinde birinci adam konumuna geçip, işleri yürütecek hale gelince onun katılığı merhamet ve yumuşaklığa dönüşmüştür. Tâ ki etrafındakiler onun sert yapısından telaşa kapılmasınlar.
kz. Ömer halifelik makamına gelince bazı kimseler onun sert yapısından korkmuştur. Zira o, Rasûlullah’ın sağlığında bir kimsede münafıklık kokusu sezerse “Bırak beni Ey Allah’ın Rasûlü! Onun boynunu vurayım” veya “Emir verin de filan onu öldürsün” diyen Ömer idi.
İşte bu Ömer, halife olunca gözyaşı döken, gece uykularını terke-dip halkı kontrol eden, ümmetin ihtiyaçlarını kollayıp gözeten bir Ömer’e dönüşmüştür.
Torunları açlıktan uyuyamayıp ağlayan bir koca karıyı farkeden Ömer, un ve yağ gibi malzemeleri yüklenip ateş yakarak yemek pişirmeye girişmiş, üzüntü içerisinde: “Yazık Ömer’e müslümanlardan nice ciğerpareleri Ömer böyle aç bırakmış?” diyerek Allah korkusundan göz yaşı dökmüş, bu korku ve hüzün içerisinde kendisini hesaba çekmiştir.
Eğer Ebubekir döneminde Ömer’in sertliği böyle yumuşaklığa dö-nüşse idi, kuvveti temsil ederek güvenlik planını ortaya koyacak durum olmazdı.
Kendisi halife olduğunda aynı şiddet ve sertliği göstermeye devam etseydi çevresindekiler korkuya kapılırdı. İşte bu sebepledir ki Hz. Ömer’de birbirine karşı görünen iki psikolojik yapı görmekteyiz. Bu davranışların her ikisi de tam yerindedir, içinde bulunduğu ortam ile uyum içerisindedir.
Kanaatim odur ki bunlar Hz. Ömer’in sahibi olduğu basiretin bir yardımıdır, zira o büyük bir basiret sahibidir.
Sonra o bu basiretini, İslâm dininin hükümlerini uygularken en iyi şekilde kullanan bir kimsedir.
İslâmiyet’in ortaya koyduğu emir ve yasakların şüphesiz birtakım hedefleri ve amaçları vardır.
Ömer bu nassların sadece lafzı ve zahirî anlamına bağlanmakla yetinmemiş, bunların hedef ve amaçlarını da gözetmiştir. Aksi halde bu nasslar birbirine karışır, Kur’ân’ın öğütlediği anlayış, akıl yürütme ve yorum yok olurdu. Öte yandan sadece akıl yürüterek, amaçları gözeterek nassları bir yâna bıraksaydı onların dışına çıkmış olurdu.
İşte bu nasslar her aklını kullanmaya yönelişinde onun yoldan sapmasını engellemiş ve nassın temel manasından uzaklaşacak bir anlayış oluşmasına imkan bırakmamıştır.
Basiret sahibi Ömer, dinin nasslarının dine aykırı davranmaktan veya aşırılıktan koruyucu olduğu görüşündedir. O aynı zamanda bu nassları en güzel şekilde yorumluyor ve her birini ait olduğu yere koyarak güzel bir şekilde tatbik ediyordu. O, temel kurallarla, detayları birbiriyle uyuşturuyor, genel hükümlerle teferruatı birbiriyle çelişmeyecek şekilde uyguluyordu.
Bu özelliği ile Hz. Ömer bazen bir takım fikir teorileri geliştirme pozisyonlarında olmuştur. Din âlimleri Hz. Ömer’in fıkıh anlayışını in-celeseler Hz. Ömer’e ait pek çok derin boyutları olan fıkıh teorilerini ortaya çıkarabileceklerdir. Hz. Ömer’e Allah’ın nasip ettiği basiretle İslâm’ın nasslarım ve ana kurallarını Hz. Ömer’in nasıl derinliğine anladığını ortaya koyacaklardır.
İşte bu güçlü ve büyük kişiliktir ki hep hak olmayan gelişmeleri kontrolü altında tutmuş, tüm yollan ile kötülüğün ve çirkinliğin karşısında durmuştur.
Bazı kimseler Hz. Ömer’in bu kişiliğim katı bulup, onun bir kılıç adamı olduğunu, sert ve keskin uygulamaları olan bir idareci olduğunu sanırlar. Bununla beraber ondaki buraya kadar sözünü ettiğimiz basiret,; onun mükemmel ve ufku geniş kişiliğinin geriye kalan kısımlarını tamamlayıcı olmuştur. Böylelikle karşımıza, söylediğimiz hususları temsil eden (bir idareci, bir kanun ve adalet adamı olduğu kadar) edebiyat, san’at ve güzellik yönleri olan bir Ömer çıkmaktadır.
Üzerinde konuşmakta olduğumuz ve buraya kadar bazı yönleri ile tanıdığımız Ömer aynı zamanda edebiyatçı yönü ve güzel söz söyleme zevki olan bir kişidir.
O, aşağıdaki sözün sahibidir: “Eğer Ömer Allah’a ibadet eden ve güzel söz söylemeyi tercih eden biri olmasaydı, ölüme bile aldırış etmezdi.”
O şiir dinleyen ve şiir söyleyen biridir. Bundan zevk alan ve anlayan bir kimsedir.
O adalet dağıtma makamında zihinlere kötü anlamlan çağrıştıracak bir şiiri işitince, hemen bu şiirden anlaşılacak kötülüğü bertaraf etmiştir. Çünkü o adalet dağıtan bir makamdadır. Bu esastan hareket ederek Hz. Ömer’in bazı şiir beyitleri hakkındaki yorumlarını daha iyi anlayabiliriz.
Benzer Konular:
Answer ( 1 )
Hz. Ömer (ra) İslam’ın ikinci halifesidir. Cennetle müjdelenen sahabilerden birisidir Hz. Ömer (ra). Hz. Ömer (ra) çok basiretli birisidir. Hz. Ömer (da)’unun basiretine şu olayı örnek verebiliriz; O zaman Ömer (ra)’in yüzünde, özünde ve fikrinde cahiliye döneminin karanlıklarından bir perde vardı. Bu sebeple insanlara rahmet olarak gönderilen davet sahibi Rasulullah (sav)’i parçalamak istemekteydi. Bu niyetle harekete geçtiğinde yolda kendisine: “Kız kardeşin ve kocası babalarının dinini bırakıp yeni bir dine girdiler. Cezalandıracaksan önce onları cezalandır” dediler. Ömer (ra) hemen dönüp kardeşine yöneldi. Şiddetli tartışmalardan sonra, kardeşinden bazı Kur’an ayetlerini işitti. Hemen bu noktada Ömer basiretiyle, bu işittiklerinin insan sözü olmadığını, bu derin anlamlı sözlerin semalardan gelen bir sesleniş olacağını, bunların insan gücünün üstünde olduğunu anlamıştır. Ve Rasulullah (sav)’in yanına giderek İslam’la şereflenmiştir.