Allahın 99 ismi esmaül hüsna ve anlamları

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Allah’ın 99 ismi sırasıyla ve açıklamaları

Allahin 99 ismi esmaul husna ve anlamlari

Allah

Allah, hak olan vâcibü’l-vücudun özel ismidir ve isimlerinin en büyüğü, en kapsamlısı ve en azametlisidir. Çünkü ilâhı sıfatların hepsini kendinde toplamaktadır.
Allah ismi başka dile çevrilemez; çünkü özel isimler olduğu gibi kalır ve kullanıl;,, O bakımdan Farsçada «hudâ», Türkçede «tanrı», İngilizcede «God», Allah’ın karşılığı değil, «ilâh»ın ve bazan do «rabbın karşılığıdır.

1-2- er-Rahmân Ve er-Rahîm

Bu iki isim «rahmet» kökünden türetilmiştir. Rahmet, rahmete ereni ister ve rahmete erişen her canlı mutlaka ihtiyaç içindedir, yani devamlı surette muhtaçtır. O nedenle muhtaç olana «Rahman» ve «Rahîm» denilmez; ihtiyacı muttasıl karşılayan sonsuz kudret sahibine «Rahman» ve «Rahîm» denilir; yani bu iki isim O’na lâyıktır.
Rahmet sözlük olarak kalp yufkalığına ve duyarlığına delâlet eöer. Cenâb-ı Hak hakkında kalp yufkalığı söz konusu olamıyacağına göre, bu isim ve sıfatlardan sonuç olarak çıkarılacak mana muraddır ki o da sevgi, şefkat ve bağışlamadır.
Rahman, fiil ve delâlet yönünden Rahîm’den daha umumi bir anlam taşır. Onun için Allah’tan başkası hakkında Rahman kullanılmaz, ama bazan Rahîm sıfatı kullanılır. Nitekim Peygamberimiz hakkında Kur’ân’da Rahîm sıfatı anılarak bunun caiz olduğuna işarette bulunulmuştur. Cumhura göre de: «Rahman» isim olarak hastır, fiil olarak umumilik ifade eder. «Rahîm» ise, isim olarak umumilik ifade eder, fiil olarak hususilik ifade eder.
Rahman hem dünya, hem de âhiretle ilgili bir sıfat olmakla beraber daha çok dünyaya yöneliktir ki her canlı bu sıfatın tecellisine mazhardır.
Rahîm ise, daha çok âhirete yöneliktir ki o âlemde mü’minler bu sıfatın tecellisine mazhar olacaklardır.

3- el-Melik

Zatında, sıfatında her vasıtadan müstağnidir. Kâinatta vücut bulan her varlık mutlaka O’na muhtaçtır. Her şey O’nundur, mülk bütünüyle O’na aittir. O, mutlak anlamda mülkün yegâne sahibi ve mutasarrıfıdır. İnsan ise mutlak anlamda «melik» olamaz. Çünkü kendisi ne kadar güçlü ve büyük bir hükümdar olursa olsun, mutlaka mülkün gerçek sahibine muhtaçtır ve elinde bulundurduğu mülk ve iktidarı eğretidir. Aynı zamanda idaresi altında bulunanların da ona muhtaç olduğu söylenemez.

4- el-Kuddus

Duygu ve düşüncenin, hayal ve vehmin tasavvur edebilen her vasıftan pak ve yücedir. Gönüllerden geçen, kafalarda dönüp dolaşan her düşüncenin sınırının ötesindedir. Zira Cenâb-ı Hak hiçbir suretle sınırlanamaz; O her türlü kusur ve noksanlıktan münezzehtir. Hattâ böyle demek bile edep dışı olur. O bakımdan «O, her türlü duygu ve düşüncenin idrâk edebildiği ve edebileceği vasıflardan pâk ve yücedir» dememiz daha uygun sayılır. Aynı zamanda insanların zannettiği ölçüdeki kemal sıfatından da çok yücedir. Çünkü O’nun kemali ölçüye girmez; belli bir sınırda kalmaz; bizim anlayış ve kavrayışımızın çok ötesinde kemal ile muttasıftır.

5- es-Selâm

Zât-i uluhiyeti ayıp ve kusurdan; sıfatları noksanlıktan; fiilleri ölçüsüzlük ve kötülükten beridir, salimdir ve O hep selâmettir. Bunun için kalbini kötü düşüncelerden arındıran, fiillerini ve sözlerini şer ve kötülükten uzak tutan ve böylece imân selâmetine erenler O’nun SELÂM sıfatının tecellisine mazhar olup selîm bir kalp ile O’na kavuşma nimetine erişirler. Cenâb-ı Hak, dünya ve âhirette selâmet ve esenliğin kaynağıdır.
Bir kimsenin Selâm sıfatıyla vasıflanabilmesi için İslâm’a girmesi ve Müslümanların O’nun dilinden ve elinden selâmette kalması gerekir. Bununla beraber o kimse selâmet kaynağı değildir, o sıfatın gerçek kaynağı olan.Cenâb-ı Hakk’ın Selâm sıfatının tecellisine mazhardır.

6- el-Mü’min

Cenâb-ı Hak mutlak anlamda güven ve eman kaynağıdır. O, başkasından güven dileyip sığınmaya muhtaç değildir; ama her şey O’na yönelip sığınmaya muhtaçtır. Güven ve emân duygusu, korku ve noksanlık, yok olma ve silinme endişesi hâkim olduğu zaman belirir. Şüphesiz bu tür duygu ve endişeler Allah hakkında düşünülemez. Çünkü O, mutlak surette müstağnidir. İnsan ise, hayatı boyunca noksanlık, yok olma, kazaya uğrama gibi tehlikelerle yüzyüzedir ve o bakımdan insan, o en büyük ve mutlak kudretin emn-u emanına sığınma ihtiyacını duyar ve buna her an muhtaçtır.

7- el-Müheymin

Cenâb-ı Hak, amelleri, rızıkları ve ecelleri bakımından da yarattığı her canlı üzerinde mutlak hükümrân ve denetleyici olarak bulunmaktadır. İlmiyle, kuaretiyle; rahmet ve inâyetiyle onlan kapsayıp kuşatmakta, sevk ve idare etmekte ve şaşmayan kanunlarına göre tasarrufunu sürdürmektedir.

8- el-Aziz

Öyle saygın, öyle izzetli ki eşi ve benzeri, dengi ve mânendi yoktur. O, öyle güçlü, öyle üstündür ki, bütün üstünlükler ve güçler O’nun yanında küçülür, güçsüz ve çaresiz kalır. Varlıkta cereyan eden bütün ihtiyaçlar sadece O’na yönelir ve hepsi de şiddetle ve aralıksız olarak O’na muhtaçtır. O izzetiyle bütün ihtiyaçları karşılayacak kudrettedir; izzeti kemaldedir; kuvveti kusursuz ve sınırsızdır.

9- el-Cebbar

İrâde ve meşietî icbar yoluyla her şeye nüfuz etmiştir. Hiç bir gücün ve kudretin irade ve meşieti O’na nüfuz edemez; hiçbir şey O’nun kabza-ı kudretinden çıkamaz. Bütün güçler O’nun sınırsız kudreti karşısında baş eğip itaat etmek zorundadır. En âsi mağrur krallar ve imparatorlar bile -O’nu ne kadar red ve inkâr etseler de- eninde sonunda O’nun ezelî ve ebedî hüküm ve irâdesine baş eğmekte ve ecel hükmüne teslim olmaktadır. [51]

10- el-Mütekebbir

O’nun zatının yüceliğine nisbetle her şey hakîr ve zelîl; her mağrur cılız ve önemsiz kalır. Büyüklük, ululuk ancak O’na mahsustur. O’nun büyüklük ve ululuğu her türlü kıyas ve nisbetin ötesindedir.

11, 12, 13-el-Halık, el-Bâriel-Mutasavvır

Bu üç isim eş anlamlı değildir; aralarında az fark söz konusudur. Üçü birden, yaratmak ve yoktan var kılmak anlamında aynı noktada birleşmez.
Yokluktan varlığa çıkarılan herşeyin önce takdire ve takdîre uygun irâdeye ihtiyacı vardır. Sonra da irâdeyi müteakip tasvîre muhtaçlığı söz konusudur. O bakımdan Allah takdirde bulunma haysiyetiyle Hâlık’dır; icâd etme haysiyetiyle Bâri’dir; düzenleyip en güzel biçimde tertip etme haysiyetiyle Mutasavvır’dır.

14- el-Gaffar

Güzeli, iyiyi ortaya çıkaran; kul hakkıyla ilgili olmayan günahı, çirkini dünyada gizleyip örten; âhirette ise affedip bağışlayandır. O her bakımdan geniş rahmet ve gufran sahibidir.
«Gaffar» kelime olarak «gafr» kökünden türetilen ve bağışlayıp yargılamada çok merhametli olduğundan mübalağa ifade eden bir sıfattır.

15- el-Kahhar

Zorba zâlimlerin, azgın düşmanların belini kırıp aşağılayan; takdîr ettiği ecelle öldürüp kahreden; mağrur gafillerin, şaşkın mütecavizlerin gurur ve kibirlerini ayaklar altına aldırtmak suretiyle onları zillet ve meskenete uğratan Yüce Kudret sahibidir O. Her şey O’nun kahr-u saltanatı karşısında baş eğmiş; O’nun sonsuz, sınırsız kudreti önünde âciz kalmıştır. Kahrı adaletledir.

16- el-Vahhab

Vahhab: Hibe kökünden türetilen mübalağalı bir sıfattır. Hiçbir karşılık beklemeden ve maksat gütmeden bol bol bağış ve lûtufta bulunan zat demektir. Nitekim dünya nimetlerinin kapılarını ardına kadar herkese açık tutmuş; mü’min kâfir diye bir ayrım yapmadan insan için lüzumlu bütün kaynakları hazırlayıp hizmete sevketmiştir.

17- er-Rezzak

Canlılar için gerekli olan rızıkları yeterince yaratıp hazırlayan; ihtiyaç nisbetinde gökten rahmet misali yağmur indiren; kaynaklardan yararlan-manın sebeplerini ve yollarını kolaylaştıran ve böylece rızkı belli bir plân ve programa bağlayan Cenâb-ı Hak yegâne rızık verendir ve bu mânayla O, Rezzak’tır.
Cenâb-ı Hak iki ayrı rızıkla rızıklandırır: Zahirî ve bâtını.. Zahirî, yani maddî rızık, bildiğimiz ve bilmediğimiz yiyecekler, içecekler ve benzeri nesnelerdir. Bâtınî, yani manevî rızık ise, maarif ve mükâşefedir. Bu ikinci rızkı lâyık olan kullarına verir.

18- el-Fettah

O’nun yüksek inayeti ve sınırsız kudretiyle kilitli ve kapalı bulunan herşey açılmaya mahkûmdur. O’nun hidâyetiyie her müşkil çözülür, Zaman gelir, peygamberlerine ülkelerin kapılarını açıp fetihler müyesser kılar; zaman gelir, dostlarına semânın melekût kapılarını açar da yüceliğinin güzelliğini yansıtan cemal sıfatının tecellisine onları mazhar kılar. Kalpleri de kalelerin kapılarını açtığı gibi, inayet ve hidâyet nuruyla açıp aydınlatır. Her türlü müşkilin anahtarı O’nun katındadır.

19- el-Alim

Cenâb-ı Hak, ezelî ve ebedî ilmiyle her şeyi en iyi bilen zattır, O’nun sonsuz ve sınırsız ilmi her şeyi içiyle, dışıyla, inceliğiyle, küçüğüyle, bü-yüğüyle; zeresiyle, kubbesiyle kapsayıp kuşatmış ve her şeyin içine nüfuz etmiştir. Olmuş ve olacak şeyleri, olayları başlangıcıyla, sonucuyla, tesiriyle ve sınırıyla bilir. Tesbiti şaşmaz, ilmi yanıltmaz.

20- el-Kâbız

Ölümleri anında, takdir edilen ecelleri gelince canlı varlıkların canlarını, ruhlarını bedenlerinden çekip alandır. İyilikleri, hayır ve hasenatları, iyi ve hayırhah mü’minlerden rahmet eliyle alıp kabul edendir. Bazı kalpleri kabza uğratıp daraltan, bazısını besta uğratıp genişletendir.

21- el-Bâsıt

Ruhları bedenlere gönderip onu bedenin her hücresine yayandır. Rızıklan zayıflara da ulaştırıp yararlanmalarını kolaylaştırandır. Zenginlere rızkı iyice yaygınlaştırıp fakirlikleri giderendir.

22- el-Hâfıd

Azgınlık ve isyanları sebebiyle mağrur kâfirleri alçaltın düşmanlarını rahmetinden uzaklaştırıp aşağıların aşağısı yapar. Kalp ve kafasını sadece madde ve şehvete verip kendilerini hayvan (aştıran gafilleri esfel-i sâfilîne düşürür.

23- er-Râfi

Mü’minleri saadet burcuna yükseltir. Dostlarını kendine yaklaştırmakla yüceltir. Kalp gözünü açıp ilâhî kudret damgasını eşyada müşahede edenleri, mukarribîn olan melekler ufkuna yükselterek onlara iltifatta bulunur.

24- el-Muizz

O, mülkü dilediğine verip aziz kılar. Gerçek azizliği, kendini madde zilletinden, şehvet bataklığından kurtarıp imân devletiyle, sâlih amel ni-metiyle süsleyen kullarına bahşeder. İlâhî maarife erip tezkiye-i nefiste bulunan kullarına, son nefeslerini verirken «Ey itmı’nana kavuşmuş can! Haydi Rabbına dön» buyurarak iltifatta bulunur ve onlara ikram ederek kıymetlerini yükseltir.

25- el-Müzill

Mülkü dilediğinden çekip alarak zillete uğratır. Hakk’a karşı tuğyan edenleri vakti gelince alaşağı eder. Kendini beğenip başkalarına tepeden bakanları zelîl ve hakîr kılar.

26- es-Semi’

İşitilecek hiçbir şey O’nun idrâkinden uzak kalmaz. En gizli, gizlinin de gizlisi O’nun idrakinin kapsamındadır. Öyle ki, küçücük siyah karıncanın, gecenin zifiri karanlığında kaygan kayanın üzerinde attığı adımların, gösterdiği hareketlerin sesini işitir. Kendisine hamd ve şükür edenlerin niyetini ve sözünü mutlak şekilde duyup, iyi niyete dayalı olanını kabul eder. Gönüllerden geçeni, kafalarda dolaşanı, dillerle İfade edileni mutlaka bilir.

27- el-Basîr

O her şeyi, yerin altında olanı, göklerde bulunanı, varlıkta yer alan küçük, büyük bütün eşyayı görür.. Ancak O’nun işitmesi de, görmesi de her türlü alet ve vasıtadan münezzehtir. Onun «Basîr» sıfatıyla her şey gerçek yüzüyle açılıp keşfolunur; eşya hakiki veçhesiyle görünür. Bu bakımdan Cenâb-ı Hak hakkında göz ve kulak gibi organlar düşünülemez.

28- el-Hakem

O, ezelde hazırladığı plâna göre hükmeder. Hükmünü reddedecek, verdiği karan bozacak bir kuvvet yoktur. Yegâne hâkim O’dur. İnsanlara gayretleri, becerileri; akıl ve zekâlarını doğru yolda kullanmaları nisbe-tinde karşılık verip hükmünü yürütür. Samimi mü’minler hakkında ebedî saadetler; inkarcı sapıklar hakkında sonsuz azaplar hükmeder ve O’nun hükmünü değiştirecek yoktur.

29- el-Adl

O, yegâne âdildir. O’ndan ancak âdil hüküm, hakkaniyete dayalı fiil sadır olur. O, zulmü, haksızlığı, keyfî azabı kendine haram kılmıştır. Varlık alemindeki mutlak denge ve düzen, O’nun adaletinin eseridir. Kullarından da âdil ve düzenli olan mü’minleri sever ve onları adi sıfatının tecellisine mazhar kılar mazhar

30- el-Latîf

O, her şeyin inceliğini; niceliğini, künh-ü hakikatini bilir. Gerçek mü’minlere karşı hoşluk, güzellik, iyilik ve ihsan ile tecellide bulunur. Lütf ve şefkati sonsuz ve sınırsızdır, dilediğini ona mazhar kılar.

31- el-Habîr

Gizli-acık, zâhir-bâtın hiçbir şey ve olay; haber ve fiil O’ndan gizli kalamaz. O’nun mülk-ü melekûtunda bir zerre hareket etmeye görsün, bir canlı debelenmeye dursun, mutlaka O, onu bilir ve ondan haberdardır. En gizli halleri bilmek O’na mahsustur. O sebeple Cenâb-ı Hak hep Habîr’dir.

32- el-Halîm

Günahkârların günah ve isyanlarını, kâfirlerin inkâr ve tuğyanını; indirdiği kitap ve gönderdiği peygamberi küçümseyenlerin düşünce ve tavrını bilip gördüğü halde hemen gazaba gelmez; ceza vermekte acele etmez ve uzun süre sabretmeden intikam almaya yönelmez. Kudreti yettiği halde, birçok inkarcı sapıklara, azgın gafillere ölümlerine kadar mühlet verir. Zira O, çok sabırlıdır, çok şefkatli, çok merhametlidir; rahmeti gazabının önüne geçmiştir.

33- el-Azîm

Duygularımız O’nun büyüklüğünü kuşatamaz; aklımız O’nun azametini lâyıkıyla idrâk edemez; düşüncelerimiz O’nun ululuğunu kapsayamaz. O, şanına yakışır anlamda büyüktür. Büyüklüğü kayıtlara, rakamlara sığmaz, kelimeyle ifade edilemez. O nasıl büyükse, öyle büyüktür.

34- el-Gafûr

Günah ve kusurları örtüp bağışlar. Mağfireti kemal mertebesindedir ki tevbe edip pişmanlık duyanlardan yana tecelli eder. Günahkârların tek umut kapısıdır. Hesap ve ceza günü, O’nun mağfireti tek kurtuluş çaresidir.

35- eş-Şekûr

O, hâlis niyete dayalı az bir ibâdeti ve taâti bile büyük derecelerle, sonsuz nimetlerle mükâfatlandırır. Dünyanın sayılı günlerinde, ömrün sayılı ve sınırlı süresinde işlenen güzel amellere, âhirette sonsuz karşılıklar verir. Şükredenlerin şükrünü kabul edip lütuf ve ihsanını artırır.

36- el-Aliy

Cenâb-ı Hakk’ın üstünde bir rütbe ve makam yoktur. Bütün derece ve mertebeler O’nun yücelik ve saltanatının altındadır. O’nun yüceliği de, mertebesi de duygu ve düşünce sınırının ötesindedir ve her bakımdan sınırsızdır. Kâinat O’nun yüceliğinin bir basamağı ve azametinin bir belge-sidir. Gerçek yücelik ve ululuk O’na mahsustur.

37- el-Kebîr

O, kibriyâ sahibidir. Kibriya zatın kemâlinden ibarettir. Zatın kemâlinden maksat vücudun kemâlidir. Vücudun kemâli ise iki şeyle ilgilidir: Birincisi, ezelî olup ebediyen devam etmesidir. Zira öncesi ve sonrası olan vücut (varlık) -noksandır. İkincisi: O’nun vücudu Öyle bir varlıktır ki bütün varlıklar ondan sudur eder.

38- el-Hâfız

O, gerçekten koruyucudur; mevcudatın vücudunu devam ettiren yegâne koruyucu kudrettir. Dilediğinin devamını keser, dilediğini baki kılar. Kâinatı bağlı kıldığı denge ve düzen kanunuyla ayakta tutar. İnsanları, özellikle. dosdoğru imân edenleri, melekleri vasıtasıyla bilmedikleri, göremedikleri birçok şeylerden muhafaza eder. Her şey O’nun hıfz-u emânında varlığını sürdürebilir.

39- el-Mukîyt

O, mutlak anlamda kut verici, besleyici, gıdaları yaratıcı, canlıların bedenlerine belli kanun ve belli yollarla onu ulaştırıcıdır. Canlıların, özellikle insanların hayatlarını sağlık içinde sürdürmelerini sağlamak ve takdir edilen ömurierini tamamlamalarına imkân vermek maksadıyla sayısı belirsiz yiyecekler, şifalı otlar, devamlı.ihtiyaç duyulan kaynaklar yaratmıştır. Ayrıca kalp ve kafaları Kur’ân’ın nuruyla aydınlatıp inananların ruhuna manevî gıda vermektedir.

40- el-Hasîb

O, her şeye kâfidir. Kim O’nun içinse, o mutlak mânada ona yeter. O’nun yeterliliği sınırsız ve sonsuzdur; her bakımdan kemal mertebepindedir. Her şeye yeterli olan vücut, (varlık) ise, devamlılık ve kemal ister. Bu anlamla Cenâb-ı Hak’tan başka «Hasîb» yoktur.

41- el-Celîl

O, celâl sıfatıyla muttasıftır. Celâl sıfatı, mutlak surette gına (bolluk, zenginlik), mülk, kutsallık, ilim, kudret ve benzeri sıfatları kendinde toplar. O bakımdan el-Kebîr sıfatı zatın kemâline; el-Celîl sıfatı sıfatların kemâline yöneliktir. El-Azîm sıfatı ise, hem zatın, hem de sıfatlarının kemâline yöneliktir.

42- el-Kerîm

O öyle kerem sahibidir ki, kudreti yettiği halde affeder; söz verdiğinde onu mutlaka gerçekleştirir. Vaadinden dönmez. Verince de fazlasıyla verir. Kime ne kadar verdiğine bakmaz. Başkasına ihtiyacını arzedip şikâyette bulunan kullarının bu davranışından hoşnut olmaz.
Bu gibi meziyetleri külfetli-külfetsiz, vasıtalı-vasıtasız kendinde toplayan cömert ve âlicenap kimseye de «Kerîm» denilmektedir. Cenâb-ı Hak ise, belirtilen meziyet ve üstünlükleri külfetsiz, vasıtasız olarak mutlak mânada kudretinde kemal mertebesinde bulundurmaktadır. O bakımdan O, mutlak Kerîm’dir.

43- er-Rakîb

Her şeyi yeterince bilip koruyan, görüp gözetendir. Sevk ve idaresinde, görüp gözetmesinde gaflet etmez; devamlı surette en küçük bir ihmal ve kusur söz konusu olmaksızın denetler. Tesbitinde hatâ, gözetmesinde yanılma ve atlama mümkün değildir. O bakımdan Cenâb-ı Hak mutlak surette yegâne Rakîb’dir.

44- el-Mucîb

O yegâne hacet kapısıdır. Bütün hacetler O’na arzolunur. O dilediği haceti yerine getirir, dilediğini geciktirir, dilediğini cevapsız bırakır. İyi niyetle şartlarına uygun yapılan duaları kabul eder. Zorda ve darda kalanlar için her bakımdan O yeterdir. İstek ve dilek arzedilmeden bile nîmet-lendirir; duâ yapılmadan bile bol ihsan ve geniş lûtufta bulunur. Çünkü O, mutlak surette Mucîb’dir.

45- el-Vâsı’

«Sıat» kökünden türetilen bir sıfattır. Sıat: bazan geniş anlamda birçok bilgileri kapsayıp kuşatan ilme İzafe eder; bazan da nasıl takdîr ederse öylece ihsan ve nîmeti yaymaya izafe eder.
Cenâb-ı Hak ise, mutlak mânada Vâsî’dir. Çünkü ilmi her şeyi kapsamış; ihsan ve nimetleri her yanda yaygınlaşmıştır. O’nun ilminin sınırı; ihsan ve lûtfunun ölçüsü yoktur. Dilediğine dilediği kadar takdîr edip verir.
Denizler mürekkep olsa, bir o kadarı da ilâve edilse ve ağaçlar kalem olsa yine de O’nun sözünü yazmaya yetmez.

46- el-Hakîm

O, yegâne hikmet sahibidir. Hikmet, varlığı, en yüksek anlamda, en üstün iiimle bilip tanımak, her şeyin gerçek yüzünü, niyet ve amacını idrâk etmektir. Her şeyi hilkatinin amacına yönelik sevketmek ve plândaki yerine oturtmaktır. Abesle, boş ve anlamsız, yararsız şeylerle meşgul olmamak; boş ve anlamsız, yararsız ve gayesiz bir şey icad etmemektir.
Bütün bunları mutlak anlamda kemal mertebesinde sevk ve idare et-mek.Allah’a mahsustur. Çünkü O, mutlak hikmet sahibidir.
İnsanlar hakkında da bu sıfat özel anlamda kullanılır. O bakımdan birçok şeyleri bilen, fakat o şeyleri yaratanı ve hılkatlarının amaç ve hikmetini bilmeyen, tanımayan kimseye «Hakîm» denilmez.

47- el-Vedûd

O, bütün yarattıklarından yana hayrı sever ve onlara bu sevgiyle iyilik ve ihsanda bulunur. İlâhî sevginin anlamı: Koyduğu kanunlara, hazırladığı plân ve programa uygun olarak mahlûkatına rahmet, in’âm, ihsan, gufran ve hilm kapılarını açık tutmasıdır. Herkes imân ve idrâki, ahlâk ve fazileti nisbetînde O’nun bu sıfatının tecellisine mazhar kılınır.

48- el-Mecîd

O, en yüce şeref sahibidir. Zatı güzel olduğu gibi, ef’âlı da güzeldir. Vergisi bol, ihsanı yaygındır. Mutlak yücelik, azizlik O’na mahsus olduğu gibi, mutlak ihsan ve ikram, şeref ve yücelik de O’na aittir. Çünkü O mutlak Mecîd’dir.

49- el-Bâis

İkinci hayata hazırlayıp dirilten; diriltip haşır ve hesap alanına sevke-den; kabirleri deşen; göğüslerde olanı ortaya çıkartıp döken O’dur.

50- eş-Şehîd

İlmi ve kudreti her şeye şahittir. O, hem gaybı, hem de hazır olanı; hem gizli, hem de aşikâr olanı en iyi bilendir. Varlıkta cereyan eden olaylara; kâinatta yer alan eşyaya mutlaka şahittir. Mutlak surette her şeyi bilmesi bakımından O, «Alîm»dir. Bâtınî ve gaybî halleri bilmesi itibariyle O, «Habîrsdir. Zahiri ve aşikârı bilmesi itibariyle O, «Şehîd»dir.

51- el-Hakk

O, her şeyi denge ve düzende yaratmış; varlık âleminde mutlak uyum ve ahenk sağlamıştır.
Hak, bâtılın karşıtıdır. Eşya çoğu zaman karşıtıyla açıklığa kavuşur. Haberi verilen her şey ya mutlak bâtıldır, ya mutlak haktır, ya da bir bakıma bâtıl, bir bakıma haktır. Cenâb-ı Hakk’ın mutlak bâtıl olması imkânsızdır, muhaldir. Mutlak hak olması vaciptir. O’nun vacip olan zatıyla imkân alanına gelen ise, bir bakıma hak, bir bakıma bâtıldır. O halde Allah’tan başkası, zatı itibariyle hak değil bâtıldır; başkasıyla imkân alanına, yani vücudu vâcib olan zatın kudretinin tecellisiyle imkân alanına gelme itibariyle haktır. Çünkü zatı itibariyle vücudu vacip olan tek varlık Cenâb-ı Hak’tır; O’ndan başkasının vücudu mümkündür.

52- el-Vekîl

O, her şeyin üzerinde mutlak koruyucu; her şeyin umurunu düzenleyen mutlak yetki sahibidir. Bütün işler ve durumlar O’nun korumasına ve himayesine ısmarlanır. Çünkü O, kulları üzerinde yegâne Vekîl’dir.

53, 54- el-Kavıy, ei-Metîn

Kuvvet, tam kudrete; metanet de kuvvetin şiddetine, üstünlüğüne delâlet eder. Cenâb-ı Hak, kudretin erişilmezliğine sahip olduğu itibariyle Ka-viy’dir. Şiddetli, üstün kuvvete sahip olması itibariyle de Metîn’dir.

55- el-Veliy

O, yegâne seven ve yardımda bulunup başarıya erdirendir. Cenâb-ı Hak düşmanlarını hüsrana uğratır; dostlarına ise yardımda bulunup zafere eriştirir. O, imân edenlerin Veiî’sidir; kâfirlerin ise, bu anlam ve özellikte hiçbir velîsi yoktur.

56- el-Hamîd

Hamd-u senaya O lâyıktır; en güzel övgüler ancak O’na yakışır. O, ezelî anlamda zatını hamd ile överek her bakımdan Hamîd’dir. Ebedî anlamda kullarının O’na hamd etmesiyle mahmûd’dur.
Böylece hamd, kâmil anlamdaki vasıfların kemal mertebesinde olması itibariyle övülüp anılması demektir. Cenâb-ı Hak mutlak anlamda kemal mertebesindedir ve O hep hamde lâyıktır.

57- el-Muhsî

Cenâb-t Hakk’ın ezelî-ebedî ilmi her şeye yönelip kuşatmıştır ve bu manayla O, her şeye nüfuz edip eşyanın büyüğünün de, küçüğünün de hem ölçüsünü, hem sayısını bilmektedir. Zira her şey O’nun yanında belirli hesaplara, programlara bağlanmıştır.

58, 59- el-Mubdi, el-Muîd

O, örneksiz, modelsiz ve misalsiz icad eder. İcad ettiğini öldürdükten sonra misline uygun geri çevirir. Cenâb-ı Hak insanları Hâlık sıfatının tecellisiyle misalsiz ve modelsiz yaratıp varlık alanına getirdikten sonra onların canlarını alır ve sonra ikinci hayata döndürür.
Böylece eşyanın hepsi O’ndan, O’nun kudretindendir ve eninde-so-nunda O’na dönmek zorundadır. Her şey O’nunla başladığına, O’nunla hayat bulduğuna göre, yine O’nun irâde ve hükmüyle ölür, sonra yine Ov kudretinin tecellisiyle dirilip ikinci hayata dönme imkânı bulmuş olur.
Böylece O, canlıları hayata nasıl Mubdi’ sıfatıyla başlatıyorsa, öldürdükten sonra Muîd sıfatıyla onları yeniden hayata çevirecektir.

60, 61- el-Muhyi, el-Mümit

O, canlıları yoktan yaratıp varlık alanına getirir; ecelleri yetince de onları öldürür. Gerçekte dirilten ve öldüren ancak O’dur. Koyduğu kanunlar ve düzenlediği illet ve sebepler zinciriyle diriltme ve öldürme olayları gerçekleşir.
Böylece Cenâb-ı Hak, Muhyi sıfatıyla diriltir ve Mümit sıfatıyla öldürür.

62- el-Hayy

Cenâb-ı Hak hep fiil ve idrâk halindedir. Fiili ve idraki olmayan şey ölü sayılır. İdrakin en azı, kendi kendine eşyayı bilip anlamaktır. Anlamayan, cansız sicimlerdir. Cenâb-ı Hak hep diridir. Çünkü fiil ve idrâki mutlak surette öncesiz ve sonrasızdır ve hep işler durumdadır.

63- el-Kayyum

Allah mutlak anlamda kendi nefsiyle kaimdir; kendi zatiyle varlığını sürdürmektedir. O’ndan başkası ise, ancak O’nun kudretiyle, O’nun mül-künde kaimdir, O’nunla var olup O’nun inâyetiyle ayakta durmakta ve var-lığını bir süreye kadar devam ettirmektedir.
Cenâb-ı Hak, kâinatı kendi kudretiyle ayakta ve düzende tutmaktadır. Böylece kâinat O’nunla mevcuttur ve ancak O’nunla kaimdir.

64- el-Vâcıd

O’nun mülkünden bir şey eksilmez, O hiçbir şeyi yitirmez. Eşya bütünüyle O’na aittir, o bakımdan O’na ihtiyaç nisbet edilemez. Kudretinin yetmediği, yetmiyeceği hiçbir şey yoktur. İlâhî sıfatlardan ve onların kemal mertebesinden gerekli ne varsa hepsi Allah ile mevcuttur ve O’nun kudretinin eseridir.

65- el-Mâcid

Bu sıfat, el-Mecîd sıfatının değişik şeklidir. Şu farkla ki, el-Mecîd sıfatı buna nisbetle daha mübalağalı bir anlam taşır. Böylece Cenâb-ı Hak el-Mâcid sıfatıyla en yüce şeref sahibidir. Zatı güzel, ef’âlı güzeldir; vergisi bol, ihsanı yaygındır.

66- el-Ahad

O bölünmeyen, tekrar etmeyen Bir’dir. Zatında birkaçtık muhaldir; bölünme söz konusu değildir. O’ndan başka şeyler bölünmeye, parçalanmaya, birkaç kısım olmaya müsaittir.
O bakımdan Cenâb-ı Hak ezel ve ebed cihetiyle de mutlak birdir.

67- es-Samed

O, hiçbir şeye, başka bir güç ve kudrete muhtaç değildir. Bütün ihtiyaçlar O’na arzedilir. İhtiyaçları O, ihtiyaçsız olarak karşılar. Böylece bütün istek ve arzularla O’na yönelinilir; ihtiyaçları karşılayıp gidermenin tek kaynağı O’dur. O mutlak ganidir.

68, 69- el-Kadir, el-Muktedir

Cenâb-ı Hak mutlak kuvvet ve kudret sahibidir. Kudreti sınırsızdır, ezelî olduğu gibi ebedidir. O’nun kudreti her türlü tasavvurun üstünde ve ötesindedir. O Muktedir’dir, gücü her şeye yeter, acizlik O’na nisbet edi-lemez. O’nun kudreti ilim ve irâdesiyledir. Mutlak Kadir, dilediği zaman fiiliyata geçer, dilediği zaman geçmez; mutlaka fiiliyata geçmesi şart değildir. Ama O her dem fiil halindedir. Çünkü O’nun kudret ve iktidarı plânlı ve programlıdır.
Muktedir sıfatı, Kadir sıfatından daha mübalağalıdır.

70, 71- el-Mukaddim, el-Muahhir

Cenâb-ı Hak yaklaştırır ve uzaklaştırır. Öne alır ve geciktirir. O, her şeyin önünde ve üstündedir. Her şey ancak O’na döndürülür ve O’nunla noktalanır. Kimi yaklaştırırsa onu öne alır; kimi de uzaklaştırırsa, onu geride bırakır. Dostlarını rahmet ve gufranına yaklaştırıp öne alır; düşmanlarını bu sıfatlarının tecellisinden uzaklaştırıp geride bırakır. O, mutlak surette Mukaddim ve Muahhir’dir.

72, 73- el-Evvel, el-Âhir

Varlık âleminin düzenine, mevcudatın silsile ve dengesine bakıldığında, Cenab-ı Hakk’ın her şeyden önce bulunduğu ve bir başlangıcı olmadığı kendiliğinden anlaşılır. İllet ve malûl uzantısı O’nda son bulur. Zira var kı-lınan her şeyin varlığı O’ndandır. O ise, zatiyle mevcuttur; varlığını bir baş-kasından almamıştır. O’nun varlığı zatının gereğidir. Onun için O öncesizdir, sonsuzdur.

74,75- ez-Zâhir, el-Bâtın

O, ilminin, kudretinin, rahmetinin; inayet ve lûtfunun tecellisiyle Zâ-hir’dir. Eşya ancak O’nun kudret damgasını taşımakta; her O’nun varlığına ve birliğine delil olmaktadır. O bu sıfatlarının tecellisiyle zahirdir. Zatiyle, hakikatiyle Bâtın’dır. Duygu ve düşünceler, akıl ve idrâkler O’nun zatını idrak edemez. O’nun nicefiği ve nasıllığı düşünülemez; zira O her bakımdan düşünce sınırlarının üstünde ve ötesindedir.

76- el-Berr

Bütün iyilik, lütuf ve ihsan ancak O’ndandır. O, mutlak anlamda bütün iyilik, hayır ve ihsan kaynağıdır. Kâinatı, taşıdığı sayısız nimetleriyle birlikte insan hizmetine vermesi, yüce rahmetinin ve bu sıfatının tecellisidir.

77- et-Tevvab

O, kullarına tevbe kapısını açık tutup tevbe etme sebeplerini kolaylaştırır. Gönülden inanıp pişmanlık duyan günahkar kullarının tevbesini kabul buyurur. Allah’tan korkup işlediği günaha üzülen ve bu sebeple ilâhî dergâhe yönelip bağışlanmasını dileyen kulunu boş çevirmez.

78- el-Müntakım

Peygamber gönderip kitap indirmek suretiyle azgın sapıkları uyardıktan, doğru yolu gösterip akıl, duygu ve düşünceye seslendikten ve gereken yardımcı bilgileri verdikten sonra bir türlü uyanmayan inkarcıları, sün-netullah gereği kahretmek suretiyle intikam alır. Dünyada bunu yapmadığı takdirde âhirette mutlaka yerine getirir.
Dinî, ahlâkî kuralları çiğneyip şuna-buna haksızlık edip yeryüzünde bozgunculuk yapan şaşkınlara ilâhî intikam tokadını indirir.
Peygambere uyup kitaba göre hayatını düzene sokan mü’minlere yardım edip onları dünyada da, âhirette de başarıya ve kurtuluşa eriştirir.

79- el-Avf

Cenâb-ı Hak geniş rahmeti gereği, günah ve kusurlarından dolayı pişmanlık duyanları bağışlar. İsyan ve tuğyandan dönüş yapıp Hakk’a yönelen kullarını affeder. Küfrü terkedip imân eden ve bir de işlediği günahlardan sonra ciddi dönüş yapıp ıslâh-ı nefs ile şükreden bir kul olmak isteyen kimse hakkında avf ve gufranıyla tecellide bulunur.
Kul hakkına tecavüz edip o hakkı sahibine ödedikten ve kendini hak sahibine bağışlattıktan sonra tevbe eden kimseyi affetmek O’nun şanın-dandır.

80- er-Reuf

Rahmeti çok yaygın, şefkati çok geniştir. Bunun için kullarını günahlarından dolayı hemen cezalandırmaz, pişmanlık duyup dönüş yapmaları için rahmet elini hep açık tutar. Gündüz günah işleyenler için, tevbe edip dönüş yaparlar diye geceleyin; gece günah işleyenler için, tevbe edip dönüş yaparlar diye gündüzleyin rahmet ve avf elini acık bulundurur.

81- Melikü’l-Mülk

Varlık âlemi bütünüyle O’nun mülküdür. O da bu mülkün mutlak sahibi ve mutasarrıfıdır. Dilediği gibi kendi mülkünde tasarruf eder. Ancak O’nun tasarrufu hep plânlı, programlıdır; belli kanunlara bağlanmıştır. Gelişigüzel hiçbir fiili ve tasarrufu söz konusu değildir ve olamaz da..
O, mülkünde eşsiz kudrete sahiptir; dengi, benzeri, eşi ve ortağı; yardımcı ve destekçisi yoktur.

82, 83- Zülcelâli Ve’l-İkrâm

Yücelik, kemalat, azamet ve kibriya O’na mahsustur. Her türlü övgü değer ikram ancak O’na yakışır ve O’ndan kaynaklanır. O, her bakımdan mutlak yücelik ve büyüklük, azamet ve kibriya; ikram ve in’âm sahibidir.

84- el-Vâlî

Yarattığı canlıların işlerini, yaşayışlarını ve diğer durumlarını tedvir ve tedbîr eden ancak O’dur. Ezelî plânında ve takdirinde yer aldığı gibi yürütmektedir ve takdir ettiği gibi işler, olaylar, durumlar sonuçlanmaktadır.

85- el-Müteâli

O, çok yücedir; O’nun yüceliğinin sınırı ve sonu yoktur. ;.«Her şey O’nun yüceliği karşısında alçalır ve küçülür. İlmiyle, kudretiyle her şeyi kapsayıp kuşatmıştır ve her şeyin üzerinde yüceliğini kurmuştur.

86- el-Muksit

O’nun her fiili, her icadı ve her tasarrufu âdildir. Kâinatı denge üzere yaratıp gerçek teraziyi koymuş, adaleti sağlamıştır. Bütün emirleri ve nehiyleri mutlak surette adaleti yansıtır ve O’nun ADL sıfatının, bir de muksit sıfatının tecellisidir. Mazlumun hakkını mutlaka zâlimden alır. Bütün haklan âdilâne korur.

87- el-Câmi’

Zıdları, çiftleri, karşıtları, misilleri, benzerleri biraraya O getirmiştir. Canlıları yeryüzüne O yayıp, kıtalar üzerinde O toplamıştır. Varlık âlemini büyük bir sistem yapan ve o sistemin içinde değişik birçok sistemleri dü-zenleyip bütünleştiren de O’dur.

88,89- el-Ganî, el-Muğnî

Cenâb-ı Hakk’ın zatında ve sıfatında hiçbir şeye taalluku yoktur, yani hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Hiçbir kuvvetten yardım beklemez. Mülk O’nundur, saltanat ve hükümranlık; tasarruf ve tedbîr O’na mahsustur. Çünkü O, mutlak ganîdir; bütün ihtiyaçlar O’nun tükenmeyen hazînelerinden karşı-lanır; O bitmez, tükenmez zenginliğe sahiptir. Canlıları yedirip doyuran, gani kılıp ihtiyaçlarını karşılayan ancak O’dur. Zira ilâhî kaynakları kudreti gibi sonsuz ve sınırsızdır.

90- el-Mâni’

Kurduğu sistemleri dengesizlikten; icad ettiği âlemleri düzensizlikten koruyup bozulmasına engel tedbîrler koyan O’dur. Kur’ân-ı Kerîm’i bâtıldan, İblîsin telbîsinden, beşeri söz ve müdahaleden koruyup aslına uygunluğunu sağlamıştır.
İmân ve sâlih amellerini takva düzeyinde tutan mü’minleri, nefislerinin ve şeytanlarının galebesinden koruyan; onlarla küfür, nifak ve şikak arasında aşılması zor engeller koyan da ancak O’dur. Birlik, dirlik ve kardeşlik kendilerini Hakk’ın yoluna vakfeden mücahitleri, düşmanlarının kahredici saldırısından, üstünlük sağlamasından muhafaza eden ve bunun için meleklerini yardımcı olarak o mü’minlerin imdadına sevkeden de O’dur.

91, 92- ed-Darr, en-Nâfi’

Koyduğu hayat kanunlarına, sağladığı denge ve düzene, indirdiği kitaba ve gönderdiği peygambere uyup ilâhî buyruklarla uyum sağlayan mü’minlere fayda; uyum sağlamayan inkarcılara ve münafıklara zarar veren ancak O’dur. O’nun fayda vermesi de, zarara itmesi de sünnetullahı doğrultusunda adalet ölçülerine göredir.
Böylece insanı hem dünyada, hem âhirette mutlu ve bahtiyar edecek olan ilâhî düzene uyanlar her iki âlemde de fayda görür; uymayanlar zarar görür.

93- en-Nur

Her şey Cenâb-ı Hakk’ın kudretiyle meydana gelir. Varlık âlemi ancak O’nun nuruyla aydınlanır. O, her şeyi yokluk karanlığından çıkarıp vücud aydınlığına kavuşturandır.
Kâinatı aydınlatan güneşler ve benzeri sistemler O’nun nurunun tecellisiyle vücut bulmuştur.

94- el-Hâdî

Doğru yolu gösteren, doğru yola iten ancak O’dur. Beşerî irâde ve yeteneğini kullanıp doğru yolu bulmaya çalışanları dilerse doğru yola ulaştırır. Cenâb-ı Hak kime hidâyeti nasîp kılarsa, ancak o doğru yolu bulmuş olur. Kimi de sapıklığıyla başbaşa bırakırsa, o da sapıtıp doğru yoldan uzaklaşır.

95- el-Bedi’

Zatında, sıfatında eşsiz ve benzersizdir. Kâinatı içindeki her şeyiyle misalsiz ve modelsiz yaratmıştır. Her şeyin en güzelini, en bedi’ini yaratan O’dur. Fiilinde, tasarrufunda, tedbîrinde kusursuz ve benzersizdir. O, bu manayla mutlak Bedi’dir.

96- el-Bâki

Cenâb-ı Hakk’ın vücudu vaciptir; kendi zatiyle mevcuttur ve kaimdir. O, ezelî olduğu gibi ebedîdir de. Her şey O’nun kudretinin eseridir ve O’na döndürülecektir. Mutlak mânada baki kalan odur; O’ndan başka her şey fânidir. Ancak O’nun baki kılacağı şeyler ebedîleşebilir.

97- el-Vâris

Ülkelere hükmedenler, kıtaları hâkimiyeti altında tutanlar; mal, mülk sahibiyim diye iddia edenlerin hepsi eğreti olarak mal ve mülk ile meşgul olurlar. Sonunda herkes elindekini, hükmünün ve tasarrufunun altındakini bırakıp ayrılmak zorundadır. O bakımdan musalla taşına konulan kral için de. hammal için de «er kişi niyetine» denilir.
Zira mal ve makam dünya hayatıyla ilgili olup insanın vefatıyla son bulur. Mülk bütünüyle Cenâb-ı Hakk’a aittir ve gerçek sahibi O’dur. Kıyamet gününde : «Bugün mülk kime aittir?» diye sorulacak. Ancak cevap veren olmayacak. Böylece Cenâb-ı Hak kendi sorusunu kendisi şöyle cevap-lıyacaktır: «Bir ve kahhar olan Allah’a aittir.»

98- er-Reşîd

O, varlıkta her şeyi belli kanunlara bağlayıp, belirlenmiş hizmete sevkedendir. Bu nedenle O, insanları sadece hayra, iyiye, güzele, doğruya ve fazilete irşad eder. Hükmünde hatâ, tedbîrinde yanılma, fiilinde isabetsizlik söz konusu olamaz. Mutlak anlamda O, hep iyiyi, doğruyu, faydalı olanı ve fazîleti gösterir ve her şeyi bu manayla belli plân ve programa göre yürütür.

99- es-Sabûr

Yaratma ve icadında düzenli ve plânlıdır. Koyduğu kanunları bozmaz; ezelde hazırladığı düzeni belirlenmiş vaktine kadar değiştirmez. Hemen her şeyi tekâmül kanunuyla yavaş yavaş, kademe kademe oluşturup meydana getirir. Bir şeyin olmasını murad edince sebeplerini oluşturur. İnkâr ve azgınlık içinde hayatını berbat edip yeryüzünde bozgunculuk yapanlara ceza vermekte acele etmez. Vakti, saati gelmeden kimseyi kahretmez.
Günahkârları, ileride tevbe edip dönüş yaparlar diye, günahlarından dolayı hemen cezalandırmaz; ölüm sekresi gırtlağa gelinceye kadar kullarına mühlet verir. O’nun bütün hükümleri ve kanunları sünnetullaha göre cereyan eder

BENZER KONULAR:

Allah’ın 99 ismi ve Türkçe anlamları

Esmaül hüsna Allah’ın isimleri ve anlamları

Cevapla